Bazı gazeteci arkadaşların hayal gücü oldukça yüksek. ‘Adını vermek istemeyen kaynaklardan aldığım bilgiye göre’ diye başlar, kendi işlerine geleni ya da temize çıkarmayı düşündükleri çevreleri aklayan cümleleri peş peşe sıralarlar. Adı sanı belli, birazda şöhretli de olunca inandıracak çok da insan bulurlar ne yazık ki. İki gün önce bir dostumun yolladığı ve değişik dillerde, uluslararası yayın yapan bir site yazısı okudum. Türk Dışişleri Bakanı’nın çok net cümlelerle ‘Sayın N. Barzani ile yaptığımız görüşmede PKK’yle ortak mücadele başlığını konuştuk’ demesine rağmen gazetecimiz ‘N. Barzani Türkiye’ye, gerilim yaşayan Bağdat – Ankara ilişkilerinde Mustafa El Kazımi’den uzlaşı mesajı getirdi’ diyor.
Bakan öyle, gazetecimiz böyle diyor. Baştan sona garip başlıklar içeren bir yazı ve yazılanı boşa çıkaran bir de pratik var. Zira herkesin bildiği gibi Irak, bir hafta falan önce Bağdat’a gitmeye hazırlanan Türk Savunma Bakanı’nın randevusunu iptal ederek ülkesine gelmesini engelledi. Eğer Irak ‘uzlaşı’ arıyor idiyse hazır ayağına gelmekte olan bakanla görüşmek yerine niye N. Barzani’yi yollasın ki? Anlaşılan arada bir bölgeye gelip giden gazeteci arkadaşımız, bölge halkında N. Barzani’ye karşı oluşan tepkileri dindirme telaşına düşmüş. Yazıda başka ve komik başlıklar da var ama tamamından bahsetmeye kalksam bu haftaki derdimi anlatacak yer kalmayacak… Şimdi başlıktaki esas konuya dönelim; 10 ve 11 Eylül günlerinde, Irak Başbakanı Mustafa El Kazımi Güney Kürdistan’daydı. Oldukça farklı ve mesajlarla dolu bir ziyarete tanıklık ettik. Daha önce de defalarca geldi Irak başbakanları Kürdistan’a. Genellikle Hewlêr’e gelir, önce Bölge Başkanı’yla, Başbakan ve kurmaylarıyla görüşür sonra çeker giderlerdi. YNK, Gorran Hareketi ve iki İslamcı partinin ilgili yöneticileri de orada olur, her şey Hewlêr’deki bir iki toplantıda halledilirdi anlayacağınız. Ancak bu kez öyle olmadı. Çok planlı, programlı bir ziyaretti bu, tüm ayrıntıları önceden hesaplanmış, ayarlanmıştı anlaşılan. Kazımi, Hewlêr’de sadece KDP yöneticileriyle görüştü ardından Duhok ve Zaxo’ya geçerek yerel yöneticileriyle makamlarında konuştu ve Türkiye ile ana gümrük kapısı olan İbrahim Xelil’e geçti, orada incelemelerde bulunduktan sonra bu kez Süleymaniye’ye geldi. Halepce’de, Enfal Katliamı’nda yaşamlarını yitiren Kürtlerin toplu mezarlarına çiçek koydu, saygı duruşunda bulundu. YNK, Gorran Hareketi ve diğer yapılarla ayrı ayrı Süleymaniye’de toplantılar yaptı.
İki gün içinde yaptığı her şeyde mesajlar vardı. Ve bir de mesaj aldı Türk savaş uçaklarından. Şimdi bu mesajları tek tek ve kısaca ele alalım. İlk mesajı, gümrük kapısına gidip orada kendini göstermesiydi ki bu Türklere dönüktü. ‘Burası Kürdistan, tamam ama biz Kürtlerle birlikte yaşıyoruz ve genel anlamda buralar aynı zamanda Irak sınırı, sınır burada bitiyor, esas muhatabınız biziz’ demeye getirdi. Mesajın bir bölümü de Bölge Yönetimi’neydi. Onlara da ‘Siz de bizi de fazlaca görmezden gelmeyin, burası sizinle ortak sınırımız’ demek istedi.
Aldığı mesaj da Türklerden geldi demiştim yukarıda, onu da açayım: O, Zaxo’da incelemeler yaparken Türk jetleri çok da uzağında olmayan alanları ve haritada Irak toprağı sayılan köyleri bombaladılar… İkinci mesaj direkt KDP’ye gitti: Halkta ciddi şikayetler ve rahatsızlık var; gerek ekonomik gidişat, alınamayan maaşlar, bir kesim lüks içinde yaşarken önemli bir nüfusun yoksulluk sınırının altına inmesi. Diğer yandan işgalin giderek boyutlanması, çok sayıda köyün Türk işgal güçleri tarafından bombalanarak boşaltılmaya çalışılmasına tepkisizlik… Kazımi, ‘Diğer yapıları ve halkı tek tek dinleyeceğim, ama bu kez siz olmadan’ demeye getirdi. Öyle de yaptı. Neler konuşuldu bilemeyiz tabii ki ancak herkesle ayrımsız konuştuğunu biliyoruz. Üçüncü ve en önemlisi ve her Kürdün şapkasını önüne koyup düşünmesi gereken mesajı Kürt halkınaydı. Kazımi, bölgenin içine düştüğü zaafı görüyor. Yarın çok farklı önerilerle gelebilir. Ancak ilk akla geleni söyleyip diğerlerini içime atayım. Siyaset yapmaya karar verdiği anlaşılıyor. Eğer bu tez doğru çıkarsa tabana, ciddi kitlelere ihtiyacı var. Halepce’ye gidip şehitlerimizin goristanına çiçek bırakması enteresandır. Bu da Kürdistan halkına ‘bakın ben geçmişimle yüzleşip şehitlerinizi anmaya, sizin yanınıza geldim, sorunlarınızı da ben çözeceğim, beni destekleyin, sizin için elimden geleni yapacağım’ mesajıdır. Bölgede istikrarsızlık derinleşiyor, hükümete güven azalıyor, ilk dönemlerdeki mutluluktan eser yok. İlk dönemdeki yurt için çalışma azmi yok, ilk dönemde geri gelmeye, burada yaşamaya başlayan aydınlar, sanatçılar, bilim insanları şaşkınlık ve pişmanlık içinde. Önemli sayıdaki memur Bağdat hükümetinden maaşlarının direkt hesaplarına yatırılmasını istiyor. Çok şey duyup çok şey görüyoruz ama tamamını yazmaya elimiz varmıyor. Yıllarca dağlarda özgürlük için savaşan, bulabilirse eğer bulgur pilavıyla o gün karınlarını doyuran ve yaşamını sürdüren insanlardı oysaki bunlar. Her biri yaralandı defalarca, gözlerinin önünde can yoldaşları şehit düştü. Çok zor değildi aslında hep beraber huzur içinde yaşamak. Kapitalizmin kirli rotasına girmemiş olsalardı, sadece gümrüklerden ve petrolden gelen para halk için kullanılsaydı bütün bunları ne duyacak ne de görecektik. Yazık oluyor, gerçekten çok yazık…