Siyasi irade, hukuktan öte bir şey çünkü. Madımak önündeki polislere ‘havaya birer şarjör boşaltın’ denilseydi büyük olasılıkla Hasret şimdi yaşıyor olurdu
M. Ender Öndeş
“Yürek yemek” deyiminin yalnızca bir mecaz olduğu doğruysa eğer, Kılıçdaroğlu’nun yaptığı atraksiyonları başka bir biçimde açıklamak gerekiyor sanırım. Komplo teorilerine hiç yakın değilimdir ama memurlara ültimatomdan marketlere “ucuz satın, hesabı ben öderim” rahatlığına kadar tırmanan bu yüksek özgüveni aniden yakalaması insanı şaşırtıyor. En makul açıklama da, tünelin ucunda bariz bir ‘yeşil ışık’ görmesi sanki. Olabilir; bu işler öyle yürür zaten. Seçmen velinimettir ama bir de asıl ‘seçmen’ler vardır ve önce onlara kendini beğendirmek gerekir. Onlar da ‘hep bana hep bana’ diyen yıpranık bir ekipten sıkılmışlarsa…
Bunun bir parçası olan ‘helalleşme’ söylemi üzerine çok şey yazıldı, yazılıyor. İtiraz edenleri, “bi durun hele adam kırk yılın başı bir adım atmış” diye azarlayanlar da var. Haklılar bence. Tamam, bi duralım bakalım; işin sonu nereye varacak, görelim.
Birkaç sorun var ama. Birincisi, liste bir garip. Örneğin Dersim-Zilan filan denilse, eyvallah, Kılıçdaroğlu “onları biz yaptık, yanlış işlerdi” diyebilir; ancak, misal Ali İsmail Korkmaz’ı öldüren kendisi olmadığı için onun annesiyle ‘helalleşmek’ ancak katili cezalandırmakla mümkün olabilir; keza Roboski’de de muhatap bellidir: ‘Vurun’ emrini kim vermişse sanık sandalyesine oturtursun, olur biter.
İkincisi, belki de bu konu aslında o kadar önemli değil. İşin temeli bir “kutuplaşmayı azaltma”, “kardeşlik havası yaratma” hikâyesi üzerine oturtuluyor ama ben doğrusu sözü edilen kutuplaşmanın keskinliğinin zaten azalmakta olduğu kanaatindeyim. İktidarın bir sürekli gerilim/alarm durumu yaratarak kendi cenahını kontrol ettiği ve hatta paramiliter hazırlıklar yaptığı doğru olmakla birlikte; bu kontrolün zayıflamaya başladığı, dipte bir sıkıntının mayalandığı da açık. AKP’ye, CHP’ye, HDP’ye oy veren milyonlarca insan aynı marketlere girip poşet bile doldurmadan bir servet ödeyerek çıkıyorlar bu ülkede ve fanatik bir kesim dışındaki insanların kafası giderek karışık hale geliyor. Bu karışıklığı savaş atmosferiyle gidermenin ne kadar sonuç vereceğini de göreceğiz.
Bu anlamda, bana sorarsanız, Kılıçdaroğlu’nun bürokrat ve memurlara yaptığı ‘suç işlemeyin’ çağrısı, ‘helalleşme’den daha önemliydi. Biri, pasif bir ‘gelin kucaklaşalım’ hoşluğunu ifade ederken, diğeri “ben iktidar olacağım ve şöyle davranacağım” taahhüdünü içinde barındırıyor; yani en azından öyle gibi yapıyor. Sonuçta, ‘helalleşme’ de, ‘yüzleşme’ de, hatta ‘hesaplaşma’ da işin merkezi değil bence; asıl sorun senin ortaya nasıl bir siyasi irade ortaya koyacağın, bunda ne kadar kararlı olacağınla ilgili. Siyasi irade, hukuktan öte bir şey çünkü. Madımak önündeki polislere “havaya birer şarjör boşaltın” denilseydi büyük olasılıkla Hasret şimdi yaşıyor olurdu. Linç güruhu öyledir; bir gözleriyle devletin ne kadarına izin vereceğini ölçer biçer. Resmi güçler de öyledir. İdeoloji başkadır maaş başka. Tek bir zırhlı araç sürücüsüne kesersin 30 yıl cezayı, elleri vites kolundan ayrılmaz; birkaç olayda çeviğin burnunu sürtersin, yüzlerine bir kibarlık maskesi yapıştırırlar, kimse söylediklerinden ötürü yargılanmayacak dersin, savcılar işgüzarlığın bir yükselme yolu olmadığını anlarlar, vs.
Yani, dün olmuşlar ayrı ve şüphesiz önemli ama sen yarın ne yapacaksın? O kadar sarkık bıyıklıyı, Efrîn’de, Azez’de beslediğin haydutları ne yapacaksın, bu koca mekanizmayı muhafaza ederek nereye varacaksın, vs. vs…
Adına ‘Millet İttifakı’ denilen amorf yapı bize bu konularda ne söylüyor, asıl önemli olan bu. Helale harama sonra yine bakarız.