Rüzgar, özgürlük ve eşitlik için mücadele yürütenlerden yana esmeye başladı. Darbeye Karşı Demokrasi Yürüyüşü başlayınca muktedirlerin de dili çözüldü. Ülkenin siyasi atmosferi Müge Anlı programındaki itiraflar kuşağından farksız. Ankara teyakkuzda, ülkeye iki koldan demokrasi dalgası yaklaşıyor! Şaka değil, peşi sıra illere giriş çıkışlar yasaklanıyor. Valiler kadar, iktidarın yörüngesindeki “gazeteciler” de diken üstünde.
Günlerdir “HDP neden yürüyor, HDP ne yapmaya çalışıyor” sorularının cevabını bulamadılar. Akıllarına bir HDP’liyi arayıp sormak ya da HDP’nin yaptığı açıklamalara kulak vermek de gelmiyor. Lütfedip sormak isteyenler de bu soruların cevabıyla ilgilenmiyor zaten, hepsi hep birlikte HDP’lilerin mesafesini ölçmeye çalışıyor. “Üstün zekalarına” laf etmek ne haddimize; her şeyi en ince detayına kadar akıl ediyorlar. Herkes adına düşünüyorlar, herkes için neyin iyi neyin kötü olduğuna hükmediyorlar. Neyin doğru neyin yanlış olduğunu hepimizin önüne koyuyorlar. Nerede durmamız, ne söylememiz, nasıl konuşmamız gerektiğini karara bağlıyorlar. Yargıya ve mahkemeye bile gerek bırakmadan kimin suçlu olup kimin olmadığına bir çırpıda karar veriyorlar. Bunu da kibarca “mesafe” ile gerekçelendiriyorlar.
Eh, zaten rezillikleri de burada başlıyor. “Biz özel sektörüz, istediğimizi çağırır, istediğimizi çağırmayız, HDP’yi istediğimiz gibi tartışır, istediğimiz gibi suçlarız. Bu bir tercih meselesidir. Eğer HDP şununla bununla araya mesafe koymazsa onları programlarımıza davet etmeyiz” diye buyuruyorlar. Evrensel Basın Meslek İlkelerini bu ilkellikleri için paspas ediyorlar. Öteki olana karşı hakaret, küfür düzeni inşa edip içinde debeleniyorlar. Öylesine üstten, öylesine kibirli, öylesine ukala ve nobranlar ki, yalan söylerken, hakikati çarpıtırken, kul hakkı yerken, yüzleri bile kızarmıyor. Kendileri gibi olmayanlara karşı türlü suçu işleme özgürlükleri olduklarına inanıyorlar. “Egemen ulus, üstün millet “olarak buna hakları olduğunu düşünüyorlar.
Bu anlayış yıllardır HDP’ye ve Kürt siyasetine faşizmi bir “mesafe” olarak dayatıyor. Bu mesafe, kendileri dışındaki herkesin nerede durması, nasıl davranması, neye inanması ya da neye inanmaması, hangi dili konuşması gerektiğine yönelik yapılan bir dayatmadır. Kürde dayatılan kendi diliyle, kültürüyle, aidiyetiyle, coğrafyasıyla, tarihiyle, geleceğiyle, doğasıyla mesafeli olmasıdır. Hakla, hukukla, adaletle, hakikatle, demokrasiyle araya mesafe koymasıdır. Dayatılan Kürdün kendisine yabancılaşmasıdır, ötekini başkalaşıma uğratma çabasıdır. Asimilasyondur. Dayatılan bu mesafeleri kaldırmaya yönelik her türlü girişim karşısında panikliyorlar, öfkeleniyorlar, saldırganlaşıyorlar.
HDP’ye dayatılan mesafenin, şiddetle, savaş ve çatışma ile elbette bir alakası yok. Öyle olsaydı HDP ve Kürtlere mesafe dayatanlar öncelikle savaş ve şiddeti bir yöntem olarak benimseyen iktidar anlayışıyla araya mesafe koyardı. Bu ülkenin çocuklarını Libya’ya, İdlib’e, Efrin’e bir hiç uğruna ölmeye ve öldürmeye gönderenlere mesafeli dururlardı. HDP’ye mesafe dayatmasında bulunanlar savaş haberlerini, ölüm haberlerini şevkle arzuyla sunuyor. Manşetlerini savaş propagandası süslüyor. Şiddeti romantize ediyorlar. Askeri üniformalar giyerek cepheden cepheye koşuyor, tankların arkasına saklanarak sınır boylarında askeri operasyon haberleri sunarken kendinden geçiyorlar. Eğer gerçekten mesele şiddetle araya mesafe koymak olsaydı, kentleri yerle bir eden, siyasete darbe yapan, demokratik siyaset kanallarını tıkayarak şiddet ikliminin doğmasına neden olanlarla araya mesafe koyarlardı.
HDP’ye mesafe dayatanlar bir de kendi yakınlıklarını ele veriyor. Mesafe dayatanlar çıkara yakın olanlardır, yalanla aralarındaki mesafeyi sıfıra indirenlerdir, “hiç kimse yargı kararı olmadan suçlu ilan edilemez” gibi basit bir ilkeyi bile çiğneyerek hukuku katledenlerdir, ahlakın günümüz dünyasında geçer bir akçe olmadığına iman edenlerdir. Kendileri gibi olmayan, insani değerler taşıyan herkese de kin ve öfke kusanlardır. Mezarlık mezarlık saldırı düzenleyerek ölü etine aş erenlerdir.
“Aman efendim HDP tabi ki ekranlara çıkarılmalı” diye başlayan ve “Elbette şununla bununla araya mesafe koyması sağlanmalıdır” şeklinde devam edenler de “HDP’yi bizim belirlediğimiz mesafe ölçülerini yerine getirmediği için ekrana çıkarmıyoruz” diyenler gibi bu dayatmanın bir parçasıdır. Her iki dayatma da reddedilmeden, medyada sansür, karalama, karartma şeklinde yansıyan bu ahlaksızlık bulduğu her çatlaktan üzerimize akmaya devam edecek. Önemli olan bu mesafe dayatmacılığına ve üsttenciliğine ilkesel olarak karşı çıkmaktır.
Elbette bir mesafe olmalıdır. Esas olan insanın kendi belirlediği mesafedir. Çünkü mesafe ölçüdür, özgürlüğün sınırı ya da sınırsızlığıdır. İnsanın belirlediği mesafe aynı zamanda kendi kişiliğinin, karakterinin yansımasıdır. Bu yüzden, eşitlik, özgürlük, demokrasi, hak ve hukuk gibi temel kavramlara mesafeli olanlar HDP’ye ve Kürtlere mesafe dayatması, ya da kendilerinin bulunduğu “seviyesizliğe” çekmeye çalışmaları anlaşılırdır. Anlaşılır olmayan, HDP ve Kürtlerden dayatılan bu ahlaksızlığa uymasını beklemektir.