Hakan Yurdanur*
Temeli derinden sarsan, üzerine inşa edilmiş yapıyı tümden yok edecek olan çok ciddi bir ters düşme ile karşı karşıyayız. Bu ters düşme, telafisi olmayan büyük bir çatışma demek. Ya gezegenin ve dolayısıyla toplumun ekolojik çıkarları galip gelecek ya da kapitalizmin yani ekonominin kâr mantığı üstünlük sağlayacak. Birinin varlığı diğerinin yok olmasıyla mümkün. Bu affı olmayan ters düşmenin bir ayağında yer alan kapitalist sermayenin genişlemesiyle ortaya çıkan “sermayenin büyümesi” anlayışı önemli bir noktayı “hiç” etmektedir. Sermaye büyüyor ama dünya büyümüyor!
Amaçlarla araçların yer değiştirmesi beraberinde; üretimin para diktatörlüğüne, tüketimin arzu ve isteklere, yaşamsal zorunluluğun ihtiyaçlar listesine, ekolojik yapının ekonomik çıkarlara dönüşmesine neden olmaktadır. Neoliberalizmin kutsadığı bu yer değiştirmelerde yok etme ile sonuçlanan cinayetlerin suç aleti “para”dır!
Ekonomik ilişkilerin parasallaşması, nesnelerin önce “esnemesine” sonra sonsuz sayıda bölünüp çoğalmasına ve satın alınmasına dönüşüyor. Bu dönüşüm “katılaşımla” eşdeğerli ilerliyor. Duygular, acılar, kederler, zevkler, neşeler… Eni, boyu, yüksekliği olan katı birer nesnedir artık. Bu katılaşma, kullanım değerli üretimin etkin insanını değil, değişim değerli tüketimin pasif insanını öne çıkarmaktadır.
Diğer yandan modern zamanların dayattığı “unutmanın endüstrileşmesi” ile karşı karşıyayız. Bu unutturmanın en tepe noktasında bulunan tabelanın üzerinde: sistemin sonsuza dek devam edeceği yazmakta.
Unutturarak “resmi hafızayı” kafalara kazıyan sistem, toplumsal bilinci toplumsal tüketime eşitleme derdinde.
Bu eşitleme beraberinde; hayatı anlamsız bulan, canı sürekli sıkılan, her şeye yabancı gözlerle bakan, en ufak muhalif tepkiden korkan bireyler topluluğu yaratma isteğini barındırmakta. Korkuyla birlikte duyguların basitleşip abartılması, şüphelenme ve sorgulama kavramlarının uçup gitmesi, teslimiyetin yaygınlaşıp manik ruh halinin kolaycılığa yönelmesi resmi hafızanın kurguladığı istekler listesine eklenebilir.
Yukarıda kısaca özetlemeye çalıştığım, neoliberalizmin dayatması sonucu oluşturulan bu çarpık modelde istekler listesi uzadıkça ekolojik yaşamın ömrü kısalmakta. Zorunlu olan tüketimin yerini zorlama olan tüketim aldıkça ağırlaşan pazar sepetinin yükü, doğanın omuzlarına daha fazla acı vermekte.
Bu acı bizlere bir kez daha gösteriyor ki; kapitalizmin hırsının doğal sınırı yoktur buna karşılık doğanın sınırları mevcuttur. Kapitalizmin sınır tanımaz mantığı sonucu, emeğin yabancılaşmasını doğanın yabancılaşması izlemektedir. Başka türlü söylemek gerekirse, bu sistemde doğanın sömürüsü insan emeğinin sömürüsü ile gerçekleşmektedir.
Durum böyle olunca da iktisadi kalkınma insani kalkınmanın önüne geçmektedir. İktisadi kalkınmanın temel yapıtaşı olan “zenginlik” çok çalışmayla değil, çok çalıştırmayla mümkündür. Bu zenginliğin doğayı koruma anlayışı da baltaları elimize alıp uzun ipi belimize dolayıp ormana girmek!
Bu katletme sonucu doğayı ve doğal yaşamı kartpostallardaki manzara resmi ile özdeşleştiren bilinçler ortaya çıkmakta. Bu öyle bir bilinç ki, 18 yaşından küçüklere sağlığa zararlı olduğu için sigara satmıyor, öte yandan GDO’lu ürünleri yediriyor. Yemesi içinde teşvik primi veriyor. Altını çizmekte yarar var: GDO’lu ürünler, neoliberalizmin sofralarımıza attığı el bombalarıdır!
Sermaye kârlarının ve sınırsız meta üretiminin artışı, doğal kaynakların hoyratça yok edilişi üzerine kurulu “israf ekonomisine”, israf ekonomisi de ekolojik yıkıma giden zincirin halkalarını oluşturmakta.
Bu halkaları geren önemli bir hususta; sermayenin kısa dönemli çıkarları ile, toplum ve doğanın uzun dönemli çıkarları arasında oluşan “metabolik çatlaklar”dır. Derinleşen bu çatlakların arasında, virüs salgını, deprem felaketi, sel baskını, orman yangını barınmakta çoğalarak yaşam bulmaktadır.
Dünya alınıp satılan bir “mal” değildir. Hiçbir toplum da dünyanın sahibi değildir. İklim krizi ve ekolojik yıkımın, toplumsal ilişkilerin değişmesi dışında son bulması mümkün görünmüyor.
Bugün rant uğruna yok edilen ekosistemin katili “cinayet ekonomisi” dönemini yaşıyoruz. Sistemin yaşadığı krizlerin toplamı anlamına gelen “çöküşü” de bunu göstermektedir.
Ekonomi-toplum-doğa işleyişini terse çevirerek doğayı başa alan bir model kurmak çok önem taşımaktadır. Doğa-toplum- ekonomi modeli cinayet ekonomisinin sonu demektir.
Ekonomiye karşı ekolojiyi savunma vakti.
*Emekli eğitimci