Türkiye ekonomisini bağlamından koparıp sadece para ve döviz ekseninde ele almak ve konjonktürel krizlere göre değerlendirmek hem yöneticiler için hem de analizciler için büyük bir handikap olur. Acil çözüm bekleyen halk da krizin yarattığı tüm olumsuzlukların ağır etkilerini yaşamaya devam eder.
Ekonomide yıllara yayılan, sürekli değişen, yapısal ve tarihsel süreç mevcuttur. Türkiye ekonomisi M. Kemal ile karma bir ekonomi oluşturmaya gitti. Birçok devlet işletmesi açıldığı gibi sanayi alanına da ağırlık verildi. Kemalistler ve solcular bununla övünürler. Ancak bu anlayış halka dayalı değildi, hızlı gelişme ve yayılma olanakları yoktu. Bir taraftan devletin ekonomi yoluyla toplum üzerinde tahakkümünü kurarken, diğer taraftan örneğin, Kürt bölgelerinden merkezi bölgelere kaynak aktarımı işlevini görüyor, sömürgeciliği kurumsallaştırıyordu.
Kemalistlerin faşist Almanya ile yakınlığı Hitler yenilgisinden sonra iktidarlarını Menderes’e kaptırmalarına yol açtı. Marshall yardımlarıyla ABD’nin hegemonyasına giren Türkiye hızlı bir değişim sürecine girdi. Karşılaştırıldığında bir taraftan Kemalistlerin ne kadar hantal olduğu ve ekonomik gelişmeyi geciktirdikleri ortaya çıkarken, diğer taraftan Amerikan hegemonyasının da tarımsal üretim, ticari yapılanmayı desteklediği ama sanayileşme olanaklarını yıkarak kendine bağladığını görmek gerekir.
27 Mayıs askeri darbesi ile ekonomide Avrupa’daki sosyal devlet modelini esas alan, piyasanın önünün açık olduğu, ama devletin de öncü planlamacılık sürece öncülük ettiği, katıldığı bir ekonomik politik izlendi. 5 yıllık kalkınma planları oluşturuldu. Hatırı sayılır adımlar atıldı. Ancak devlet eliyle zenginler, politikacılar ekseninde ekonomik hegemonya ve iktidar merkezileşmesi oldu. Toplumdaki kamplaşmalar daha da büyüdü. Hakeza Kürtlere yönelik asimilasyon sistematik hale getirildi. Kürt bölgelerine yatırım desteği sadece batı bölgelerine kaynak aktarımı ve entegrasyona hizmet etti.
24 Ocak ekonomi kararları, 12 Eylül Askeri darbesi ve Özal iktidarları boyunca liberalleşme iddialarıyla devlete ait işletmeler yandaşlara peşkeş çekildi. Devletin elindeyken pek de verimli olmayan bu kuruluşlar özel sektör eliyle de sürdürülemedi ve çoğu kapandı. Arazileri üzerinde binalar, evler yapıldı. Ekonomi serbest ticarete açıldı ve dış dünyaya açık hale geldi. Gelişme potansiyeline sahip olan tarım ve sanayi bu özelliklerini yitirmeye başladı. Devamında Demirel-Çiller döneminde tarım, inşaat ve turizme kurban edildi.
Özellikle katılım gerçekleşmeden AB’yle gümrük birliğine gidilmesi Türk ekonomisinin tamamıyla iç dinamiklerini yitirmesine neden oldu. Ekonomiyi koruma zırhları kaldırıldığı gibi gümrük gelirinden de olundu. Avrupa’dan her türlü ürün geldikçe Türkiye’deki benzeri yok olmaya başladı. Ya da onun denetimine girdi. Üretim ve gelir olmayınca yüksek oranda dış borçlanma süreci de başladı.
Kısa dönemli iktidarlarda yer alan Erbakan, Ecevit, Bahçeli daha ziyade 80 öncesi devleti ekonomi nostaljisiyle hareket ettiler. Kayda değer hiçbir icraatları olmadığı gibi 2001 ekonomik krizi ve IMF’ye ve yabancı finans kuruluşlarına tam teslimiyete imza attılar.
Ancak tam teslimiyetin uygulayıcısı Erdoğan oldu. Yerli özel bankalar ya kapatıldı ya da yabancılara satıldı. Devlet bankalarının birkaçı hariç, hepsi yeniden yapılandırılıp yabancılara satıldı. İnşaat, turizm merkezi kalkınma teşvik edilirken krediler ya devlet ya da özel işletmeler eliyle yabancılardan alındı. Halk tüketime teşvik edilirken yabancı bankaların merkezinde olduğu finans sisteminden tüketici kredisini yaygın olarak almaya başladı. Dışarıdan gelen parayla beslenen üretici ve tüketici göreli bir refah yaşarken, Erdoğan ve AKP’nin yıldızları da parlıyordu. Oluşan kaynakları da daha ziyade inşaata yönlendirerek rant paylaşımını yandaşlar arasında hızla yayıp iktidarlarını muhkem hale getirdiler.
Ancak gelinen dönemde artık borçların ödenmesi gerekiyor. Şu an yaşanan zorlanma budur.
Bunu aşacak bir üretim ve finans kaynağı yok. Fakat askeri ve politik alanı ekonomik bir hizmete dönüştürdü AKP. DAİŞ’e üye kazandırır ve yapılanmasını sağlarken silah ve savaş lortlarından parasal ve ekonomik destek aldı. Yine DAİŞ’in ucuz petrolünü aldı ve hâkimiyet alanlarını ticari malları için kullandı. Şimdi ise Libya, Katar, Suriye, Irak ve Kürt bölgelerinde bulunmakta Azerbaycan’a yönelmektedir. Libya ve Katar örneğinde olduğu gibi askeri gücü karşılığında yöneticilerden para almaktadır. Diğer bölgelerde ise savaşçı devşirmekte hem bunların hem de kendi hizmetine sokmakta, savaşçı isteyen güçlerden destek almak için koz olarak kullanmaktadır.
Yani savaş Türkiye için artık bir ekonomik işletmecilik haline dönüştü. Böyle bir dönemde demokrasi, barış, gösteri hakkı, ekonomik kalkınma mümkün değil. Militarizasyonun şiddeti hem sokakta hem söylemde hem içeride hem dışarıda egemen hale gelince kitlenin hareket kabiliyeti sınırlanır. Maalesef savaşlar hep savaşlarla bitirilmiştir ve Türkiye’nin de bundan uzak durması pek mümkün değil.