Zeynel Kete
Her ekonomik sistem kendini bir paradigmaya dayandırır, bu paradigmaya göre kendini tanımlar. Rıza toplumu ekonomisi veya demokratik komünal ekonominin üç temel ilkesi vardır: demokratik siyaset, toplumsal ekoloji ve kadın özgürlükçü ilke.
Rıza toplumu ekonomisi (demokratik komünal ekonomi) emek – değer kavramını, insan doğa ilişkisini, para, ücret, mülkiyet, üretim, paylaşım, tüketim gibi kavramları tanımlama da dayandığı paradigmayı esas alır.
Ekonomi: “İnsan ihtiyaçları sınırsız, bu ihtiyaçları karşılayacak kaynakların sınırlı olduğu” şeklindeki tanımlama azami kâr eğilimini esas alan, tarihsel komün değerleri görünmez kılan, insanları işçi ve işsiz köleler haline getiren bir paradigmanın zihin kodlarını barındırır.
Ekonomi tarih boyunca komün değerler ile gerçekleşmiştir. Komün değerler doğrudan demokrasinin, demokratik siyasetin, kadın özgürlükçü ilkenin, ana kadının bilgeliğinin esasları üzerine kuruludur. Bu nedenle ekonominin ilk temel ilkeleri ana kadının bilgeliğinin izlerini taşır. Komünün beslenme, barınma ve savunma gibi yaşamın sürdürmesi için gerekli olan çalışmalar ortaklaşarak, iktidar ilişkisi oluşturmadan yerine getirilen işlerdi. Toplumun varoluşu komün gücüne dayandığı için, ekonomi de komüne dayanıyordu. Ekonomi kelimesinin kök manası “aile komünü yasası” anlamına gelirken, temel ilke; bir komün olan hanenin geçimini sağlama işleri olarak kabul edilir.
Alevi düşün dünyasında “haneniz var olsun, komunuz bereketli daim ve kaim olsun, komda hayır var (Kom bi xêr)” temennisi tarihi izler barındırır. Öncelikle hanenin bir kom olduğu, komünal yaşamın devamının topluluk için çok önemli olduğu, ana kadının bilgeliğinin dertlere derman olduğunu, komün gücünün toplumsal yaşam ilkelerini hayatın her alanında doğrudan belirlediği; toplumsal varlığın komünal yaşamla devam ettiğinin en yalın ifadesidir. Komün gücün, hanenin en büyük öz savunması olduğu hakikatini de ifade eder. Kom bi xêr (komda hayır var) kavramı, toplumsal faydayı ifade eder. Ana kadının ilkelerini esas alma, Büyük Ana (doğa) ile optimal düzeyde denge ve uyum içinde olma temel ahlak ve ekolojik ilkedir.
Ekonominin üç temel süreci olan üretmek, üretilenin başkalarına ulaştırılması ve tüketim demokratik siyaset ve ahlaki ilkelerle anlam kazanmıştır. Ne zamanki eril zihniyet doğa ve toplum üzerine tahakküm kurduysa, bu ahlaki ilkeler de ihlal edildi. Özellikle savaşlarla beraber, binlerce yıllık komün değerler yok edilirken istikrarsızlık, hırsızlık, güvensizlik oluşturuldu. Böylesi ortamlarda komün yaşamın korunma ve savunması durumu kendini daha fazla hissettirdi. Toplumun birliği bozulunca veya varlığı tehdit edilince, çatışmalı ortamlarda zorunlu göç olgusu kendini dayattı. Göç ile beraber toplumun komün gücü de parçalandı. Komünden uzaklaşan her can ucuz iş gücü olmaktan kurtulamadı. İnsanın toplum ve doğa ile arasındaki zamansal ve mekansal kopuş tahakküme dayalı ilişkinin sonucudur.
Toplum yaşadığı coğrafyada kimliğini oluşturur. Coğrafyaya hegemonik saldırıların asıl nedeni komünal hafızayı yok etmek, yaşam kaynakları üzerinde eril zihniyeti tesis etmektir. Bu siyasetin sonucunda toplum ekmeğe muhtaç hale getirilir. Özellikle rıza toplumu değerlerine yönelik yürütülen savaş ve katliamlar komünal ekonomi üzerinde tahakküm kurup, soygunculuk yapmaktır. Kapitalist modernist anlayışın bin bir gerekçeyle gerçekleştirdiği bu soygun, toplumun kültürel direniş hattını, komün gücünü parçalamaya yöneliktir. Bu yönüyle kapitalist modernitenin tarihi komün ekonomisini yıkma tarihidir. Toplumdaki ekonomik çözülüş diğer çözülüşlere kapı aralar. Komün gücünün dağılması demek, ahlaki ve politik bütünlüğün yıkılması demektir.
Savaşın bir başka sonucu ise üretimin yok edilmesi politikasıdır. Özellikle son otuz-kırk yıl içinde Kürtlerin ve Alevilerin coğrafyalarından göç etmek zorunda bırakılmaları, pazara hakim olma, toplumu komünsüz ve siyasetsiz bırakarak en aza muhtaç etme siyasetidir. Dersim tertelesi ile ilgili anılarını anlatanların ortak söylemlerinde; tarlaların, meyva ağaçlarının, otlakların yakıldığını söylemeleri boşuna değildir. Binlerce hektarlık tarım alanının ekilmemesi, meraların, ormanların yakılması, hayvanlara otlanacak alanların bırakılmaması, genç ve nitelikli iş gücünün göçe zorlanması binlerce yıldır savaşla toplumu göçertme politikasıdır.
Üçüncü dünya savaşının yaşandığı günümüzde tarıma dayalı gıda ürünleri stratejik bir öneme sahiptir. Yaşanan savaşların sonucunda suya, toprağa ve enerji kaynaklarına el konulması, üretilmeden tüketilmesi; ithalat-siyaset-rant kıskacında tarım politikalarının inşa edilmesi, toplum üzerinde egemenlik kurarak komünal gücü dağıtmaya yönelik siyaset anlayışıdır. Dolayısıyla ekonomik kriz sonuç, savaş nedendir.