Gayri meşru seçimler öncesinde ‘Erdoğan gidecek, seçimleri kaybedecek’ diyen belli kesimler, bugünde ‘ekonomik kriz geliyor, kriz bu iktidarı koltuğundan edecek’ belirlemesinde bulunuyorlar. İyi niyetle yapıldığı kuşku götürmeyen bu yorumların, hem Erdoğan’ın meşruiyetini güçlendirdiği hem de halkı büyük bir beklentiye koyduğu açık.
Günümüz dünyasında iktidarları ayakta tutan, toplumsal meşruiyeti sağlayan temel araçlar, haliyle seçimler oluyor. Seçim dışı bir yöntemle iktidara -darbe vs.- geldiyseniz bu durum çok fazla değerlendirme konusu olmakta, eleştirilmekte, hatta kabul edilmemekte- Mısır gibi istisnalar hariç- fakat seçimlerle iktidarı ele geçirdiğinizde ya da gasp ettiğinizde hemen herkes kabul etmekte, onaylamaktadır. Erdoğan’da bu gerçeği bildiğinden yeniden seçimlere gitmiş ve sandıktan kendisini, iktidar olarak çıkarmıştır. Seçim günü yapılan hile-hırsızlık konuları çok fazla konuşulmaktadır. Fakat unutmayalım ki asıl hile, asıl hırsızlık seçim öncesinde yapılmıştır. Medyanın tekleştirilmesi, muhalefetin temel kadrolarının engellenmesi, propaganda yapamaz hale getirilmeleri, mülki idarelerin keyfi uygulamaları vb. birçok konuda iktidar daha seçimler olmadan, kendisini sağlama alma yoluna gitmiş ve bunda da başarılı olmuştur. Seçim günü yapılanlar deyim yerindeyse işin ‘tuzu biberi’dir. Erdoğan seçimleri planladığı gibi, meşruiyetini yeniden sağlama mecrasına dönüştürmüş ve sonuçlar da bu çerçevede çıkmıştır. Yani birilerinin beklediği üzere, seçimler muhalefetin kendisini ifade edebileceği, halkın olurunu alıp iktidar olabileceği bir zemin olmamıştır. Tamamen iktidar güdümünde vuku bulan ve farklı bir alternatife tümüyle kapalı olarak gerçekleşen bir süreç yaşanmıştır. Kuşkusuz toplumsal muhalefet güçlü olsa, iktidarın uygulamaları karşısında ses çıkarabilse, Erdoğan’ın istediklerini tümüyle yapması, yeniden iktidar olması mümkün olmayabilirdi fakat böyle bir örgütlülük olmadığından sonuç iktidar lehine olmuştur. Erdoğan bir kez daha halkın desteğini almış görüntüsüyle koltuğuna oturmuştur.
Seçim süreci böyle ilerlerken ve sonuçları ortadayken, seçimlerin ardından ekonomik kriz üzerinden toplumda beklenti yaratmak, ekonomik kriz ile iktidarın alaşağı olacağını söylemek, bu anlamıyla gerçekçi olmamaktadır. Ekonomik kriz hiç kuşkusuz iktidarı etkilemekte, halk üzerindeki yönetme iradesini zorlamaktadır. Krizin derinleşmesinin son kertede büyük bir patlama ile de sonuçlanması ihtimal dahilindedir. Tüm bunlar muhtemeldir. Fakat karşımızda ceberrut bir iktidar vardır. Toplumun geniş kesimleriyle neredeyse düşmanlık derecesinde karşı karşıya gelmiş bir AKP-Saray gerçekliği vardır. Bugün başta Kürtler olmak üzere, Kemalist Ergenekoncu kesimler ve Fethullahçı taban ile AKP-Saray iktidarı arasındaki bağlar neredeyse kopmuştur. Erdoğan tüm bu kesimlere düşman hukuku çerçevesinde yaklaşmış ve ipler kopmuştur. Anlaşılıyor ki, Erdoğan olası bir zayıflama, iktidardan olma durumunda, yargılanma korkusu ile yüz yüzedir. Bundan dolayı ne yapıp edip iktidarını korumak istemekte, bu yönlü çabalamakta, her gün biraz daha fazla merkezi otoriter bir yapı inşa etmektedir.
Hal böyle iken AKP-MHP milliyetçi-dinci ittifakının, ekonomik kriz ile gideceğini söylemek, böyle bir yorumda bulunmak iktidarın gerçekliğini anlamamak, bunu yeterince bilince çıkaramamak oluyor. Hatırlatmakta fayda var: Dünyanın farklı yerlerinde, farklı biçimlerde meydana gelen ekonomik krizler, eğer faşist iktidarların denetiminde gerçekleşiyorsa toplumu tümden teslim alma riski de taşımaktadır. Faşist yönetimler çoğu kez bu krizli durumu iktidarlarının devamı için kullanmışlardır. Türkiye’de de AKP-Saray rejiminin böyle bir amaç güttüğü, yaptığı küçük yardımlarla toplumun önemli bir kısmını sadakaya muhtaç hale getirdiği ve bu biçimde kendisine bağladığı görülmektedir.
O halde toplumu suni beklentiler içine sokmadan harekete geçmek, sokak ve mahalleden başlayarak toplumsal örgütlenmeye girişmek olmazsa olmazdır. Toplum örgütlendikçe, kendi sorunlarını çözdükçe güç olacak, güç oldukça da iktidarın boyunduruğundan çıkacaktır. Biliyoruz ki, iktidarlar en çok örgütlü toplumdan korkarlar ve örgütlü hale gelmemesi için de ellerinden ne gelirse yaparlar. O zaman bize düşen örgütlü mücadeleye öncülük etmek, bulunduğumuz her alanda örgütsel seferberlik ruhuyla hareket etmek oluyor. Örgütlü mücadele geliştirildiğinde en azılı halk düşmanlarının da, geri adım attığı halktan aman dilediği de çokça görülmüştür. Bu topraklar böylesi dönüşümlere yabancı değil.