Her geçen gün derinleşen ve buhrana dönüşen ekonomik krizi uzmanlara sorduk
Reyhan Hacıoğlu
“Şahlanıyoruz”, “Büyüyoruz”, “en büyük 10 ekonomiden biri” derken Türkiye ekonomisi son bir haftada ekonomistlerin de yorumuyla geri dönülmez bir uçuruma doğru hızla yol alıyor. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan tarafından 19 Mart’ta açıklanan “Ekonomik Reform Paketi”nden yoksula, işçiye yine bir şey çıkmazken, ertesi gün ise kısa süre önce göreve gelen Merkez Bankası Başkanı Naci Ağbal, Merkez Bankası’nın faiz oranlarını yüzde 17’den yüzde 19’a çıkarmasının hemen ardından görevden alındı. Yaşanan durumun piyasalara etkisi ise TL’nin değer kaybetmesi oldu.
Tablo karanlık
Dolar 8 TL’nin üstüne çıkarken, önümüzdeki günlerde ekonomide ne olacağı ise merak konusu. Ancak uluslararası kredi derecelendirme kuruluşlarından dünya basınına, ekonomistlerden siyasetçilere kadar herkesin hemfikir olduğu tek konu ise sonuçtan en büyük zararı yoksulların, işçilerin ve dar gelirli yurttaşların göreceği konusu. Ekonomistler Mustafa Sönmez, İzzettin Önder, Ahmet Şahinöz ve Hayri Kozanoğlu yapılan değişiklikler ve önümüzdeki günlerde bizi nelerin beklediğini değerlendirdi.
‘Enflasyon yükselecek’
Merkez Bankası’nın faizleri yükseltmesini Naci Ağbal’ın kendisinden bekleneni yaptığı şeklinde yorumlayan ekonomist Mustafa Sönmez, “Çünkü hem enflasyon yüksek seyrediyor hem Amerika’da faizler yükseldiği için yatırımlar oraya doğru yöneliyor. Onları durdurmak ve biraz da Türkiye’ye çekmek için bunu yapmak zorundaydı” dedi. Ancak görevden alınmasının beklenmedik bir durum olduğunu ifade eden Sönmez, “Sonrasındaki gelişmeler çok tahrip edici oldu. Erdoğan’ı da çok zora sokacak, Türkiye’ye de çok ciddi zararlar verecek bir gelişme. Şu anda hem faiz yüksek hem döviz yüksek. Dövizin yükselmesinin getirdiği bir dizi maliyet var; bunların hepsi enflasyona yol açar. Yani enflasyon önümüzdeki aylarda daha da yükselir” diye konuştu.
‘Yıkım büyük olacak’
“Güven erozyonu yaşandı. Bundan dolayı yabancı girişleri olmaz. Yabancı girişleri olmayınca döviz daha da kıtlaşır. Kıtlaşınca fiyatı daha da yükselir. Yani telafisi neredeyse mümkün olmayan bir karar oldu bu Erdoğan açısından. Onun için yıkımı da büyük olacak” diyen Sönmez, yurttaşı bekleyenleri ise şöyle sıraladı: “Bizlere yansıması ise yüksek enflasyon, derinleşen işsizlik, ekonominin büyümemesi, büyümemeden dolayı vergi girmemesi, vergi girmemesinden dolayı hizmetlerin aksaması, devletin daha çok borçlanmak zorunda kalması, yoksullaşmaya, hayat şartlarının olumsuzlaşmasına yol açacak etkisi olacak.”
‘Kaybeden halk oldu’
Ağbal yerine Şahap Kavcıoğlu’nun getirilmesini de değerlendiren Sönmez, şöyle devam etti: “Faizlerin yüksek seyretmesinden hoşnut kalmayan kesimlerin bir tercihi. Bunlar da herhalde Berat Albayrak veya onun etrafındaki sermaye grupları. Bu anlamda da başarılı olmuş gibiler. Ama onlar da yeni Merkez Bankası Başkanı’na faizleri indirtemezler. Bu olursa daha çok insanlar dövize yönelirler. Dolar daha çok yükselir. Yani aslında sonuç alınamayacak, bir umutsuz hamle ile iki taraf da kaybetti. Ama esas kaybeden halk oluyor.”
Nüfus müdürü değil bu
İktisatçı Prof. Dr. Ahmet Şahinöz ise yapılan görevlendirmeyi, “Gece yarısı başkan değişim operasyonunu ekonominin dibe vuruşunun ilk işareti olarak görüyorum. Çünkü iki yıldan kısa bir sürede, 4 başkan değişti ve Merkez Bankası’nın başkanı yani nüfus müdürü değil” diye yorumladı. Bunun da ekonomide ciddi bir güvensizlik yaratacağını vurgulayan Şahinöz, “O zaman şöyle soralım: Acaba siyasi iktidar bunları öngörecek kadar ekonomi bilgisinden de mi yoksundu. Aklımıza şu geliyor: Dibe doğru giden bir ekonomiden kurtulmanın en pratik yollarından biri erken seçim. Erken seçime giderseniz ekonomik krizden belli bir süre kurtulursunuz” dedi.
‘Seçime gidiyor olabilir’
Ağbal’ın gerekli olanı yaptığını vurgulayan Şahinöz de buna rağmen görevden alınmasını ise “Şöyle bir ihtimal olabilir: Yeni başkanla faizler eskiden olduğu gibi enflasyonun altına düşürülür, bir kredi genişlemesi yaratılır ve böylece hormonlu bir büyüme yaratılır. Ondan sonra da seçime gidilir. İnsanın aklına başka bir şey gelmiyor” dedi. Erdoğan’ın geçtiğimiz günlerde açıkladığı “Ekonomi Reformu Paketi”ne değinen Şahinöz sözlerini şöyle sürdürdü: “Cumhurbaşkanı bir program açıkladı. Siz enflasyonla ilgili, işsizlikle ilgi bir reform gördünüz mü? Tek dedikleri enflasyonla ilgili olarak Fiyat İstikrarı Komitesi kuracağız. Öyle komitelerle filan, kontrollerle, polisiye tedbirlerle enflasyon sorununu çözemezsiniz. Çünkü Türkiye’deki enflasyon sorununun altında bir üretim sorunu var. Üretim sorununun olduğu bir yerde siz fiyatları denetleyerek enflasyon sorununu çözemezsiniz. Nitekim bu son dövizin yükselişi ile enflasyon yeniden yükselecektir. Neden, çünkü Türkiye ekonomisi örneğin sanayi kesimi yüzde 70’in üzerinde bir oranla dış girdiye bağlı. Ve biz ithalatı dövizle yapıyoruz. Bu da sonuç olarak kime yansıyacak; üreten sanayici ödemiyor bunun bedelini, mal üretenler kendi ürettiklerini arttırarak enflasyona uyum sağlıyorlar yani kaybettikleri bir şey yok. Burada her zaman kaybedenler yoksullar, çalışanlar, sabit gelirliler oluyor.”
‘Akla ziyan operasyon’
Türkiye ekonomisinin ciddi bir cari açığı olduğunu belirten Şahinöz, “Cari açığı azaltmanın tek yolu ihracatı arttırmak. Sizin ihracatınız ise 4-5 senedir 160-170 milyar dolar bandında. Neden artmıyor çünkü yüksek katma değerli ürün üretmiyorsunuz. O bakımdan bu reformlar ve ekonomideki son operasyonlar akla ziyan operasyonlardır” dedi.
‘Atı dövemeyince…’
Ağbal’ın görevden almasını da bir deyimle örneklendiren Şahinöz, “Bir halk deyimi vardır ama bunu Sayın Ağbal’ın şahsında bir söz olarak söylemiyorum, derler ki ‘Atını dövemeyen palanını döver.’ Demek istiyor ki ekonomi politikası yapamayanlar, ekonomi politikasının başındaki adamları görevden alıyorlar. Bu çözüm mü? Siz ekonomi politikalarını değiştirmeden ki sadece ekonomi anlamında değil hukuk, demokrasi, insan hakları, yargının bağımsızlığını sağlamadan olmaz bunlar” dedi.
220 milyar dolar borç
Faizlerin arttırılmasının nedenine değinen iktisatçı Hayri Kozanoğlu, “Türkiye ekonomisinin bir yılda yenilemesi gereken 190 milyar dış borcu var. Üzerine 20 milyarı geçecek cari açığı ve faiz ödemelerini de kattığımız zaman kaba taslak 220 milyar dolarlık bir dövize ihtiyacı var. Bu da ancak faizleri yüksek tuttuğu finans sermayesi açısından Türkiye’yi cazip kıldığı ölçüde gerçekleşebilecek bir durum” dedi.
19 yılda gelinen nokta
Faizlerin yüksek tutulduğunda ise üretim, yatırım ve buna bağlı olarak işsizlikte adımlar atılmadığını belirten Kozanoğlu, “Türkiye bir tercihten diğer tercihe sürükleniyor” dedi. Ağbal’ın görevden alınmasını da yorumlayan Kozanoğlu sözlerini şöyle sürdürdü: “Hiç kimse TC MB’nin bağımsız olduğunu, Erdoğan’ın onayı olmaksızın böyle bir karar alınmasını beklemiyordu. MB Başkanı, Erdoğan’la görüşemedi mi yoksa Erdoğan’a bir şekilde meydan okuma şeklinde faizleri mi arttırdı? İkinci ihtimali çok yüksek görmüyoruz, aslında bu başkanlık sisteminin bütün kararları tek bir kişiye bağlayan, iş bölümünü hiçe sayan mantığının bir sonucu gibi görünüyor. MB Başkanı muhtemelen kendi elini daha güçlü hissetti, Erdoğan’a belki ulaşamadı, belki Erdoğan’ın kendisine açık çek verdiğini düşündü ama bir şekilde görevden alınması kararıyla Türkiye ekonomisi harakiri yapmış gibi görünüyor.”
‘Barut kalmadı’
Görevden alınmanın ardından yaşanan sürece dair ise Kozanoğlu, “Berat Albayrak çevresinin geçmişte uyguladığı politikaların ne kadar yanlış olduğunu, rezervlerin eksi 40 milyar dolarlara kadar düşmesiyle sonuçlandığını biliyoruz. Türkiye ekonomisinin bir daha aynı şeyleri yaşayabilecek kadar bir barutu kalmadı” dedi.
‘Teknik değil, siyasi’
“Bizler açısından önemli olan bu finansal piyasalarda yaşanan süreçlerin ortalama yurttaşımızın hayatına nasıl yansıyacağı” diyen Kozanoğlu, “Türkiye’de önce de çok büyük bir işsizlik sorunu vardı. Sokaklarda yoksulluk hatta açlık manzaralarına artık tanık olmaya başladık. Bu son günlerde yaşananlar da ne yazık ki Türkiye’yi daha kötü günlerin beklediği izlenimini uyandırıyor. Onun için Türkiye’nin şu anki sorunu faiz politikalarıyla, döviz kuru politikalarıyla teknik bir şekilde çözülecek bir sorun değil. Teknik anlamda Türkiye’ye dar gelen bu başkanlık rejiminin, bu AKP Cumhurbaşkanlığı yönetim sistemine bir an önce son vermektir” dedi.
‘Ekonomik işgal olabilir’
İktisatçı Prof. Dr. İzzettin Önder de yaptığı değerlendirmede, Türkiye ekonomisinin genel iktisat teorisine aykırı işlediğine vurgu yaparak, “Bunun iki tane sebebi var o da birincisi: Türkiye’de ekonominin kronik bir açıkla gidiyor olması. Dolayısıyla Türkiye’nin sıcak paraya yani dövize şiddetle ihtiyacı var. Bir de Türkiye ekonomisi artık ciddi döviz üretebilen bir ekonomi olmaktan çıkmadı ama öyle seyrediyor. Yine sistemin güvensizliğini çok derinleştiren başka bir olay da bugün yargı sistemi, siyaset sistemi, seçim sistemine baktığımızda yaşananlar” dedi.
‘Amannn kurtuldum’
“Bu ekonomiyi fakirleştiren bir durum” diyen Önder, “Dışarıya verdiğimiz güvensizlik, işsizlik, ekonominin çok iyi çalışamaması, yatırımlarla gelen dış paraların savrularak dört beş tane firmaya ihale verilerek, çok fazla geçilmeyen yollar köprüler yapılarak buraya kadar geldik” dedi. Ağbal’ın görevden alınmasına da değinen Önder, söylendiği gibi gerekçenin “Kayıp 128 milyar dolar rezerv” olmadığını düşündüğünü belirterek, “Merkez Bankası Başkanı’nın alınmasının sebebinin bu olduğunu düşünmüyorum. Çünkü Merkez Bankası Başkanı bürokrasiden gelen biri ve bürokrasiden gelenler bilirler bu tür şeyler nasıl sorgulanır. Alınma sebebi bence yükseltmeye ihtiyaç vardı ama sanki yükseltmesinin yanlış bir şeymiş imajı yaratılarak, kızarak geri aldık imajını yaratmak için bu laflar ortaya atıldı” diye değerlendirdi. “Danışıklı dövüş diyemeyeceğim ama Merkez Bankası Başkanı alındığını, alınacağını fark ediyor da olabilir” diyen Önder, şöyle devam etti: “Yükselttikten sonra herhalde beni alırlar demiştir. Çok da bence üzülmemiştir hatta ‘Amannn yeter, kurtuldum’ demiş olabilir. Çünkü şu anda Merkez Bankası’nın başkanı olmak zor bir iş” dedi.
‘Uçak değil, para versin’
Önder sözlerine, “Türkiye öyle bir girdaba soktu ki kendisini ve bunu siyaset soktu. Şu anda yüksek faiz sadece Türkiye’yi eritmiyor. Dışarıya durmadan kaynak aktarmakla kalmıyor. Fakat dışarıya, gelebilecek o paraya şu mesajı veriyor aynı zamanda: Bu çok riskli bir ekonomidir gelirsen daha da yüksek faiz iste, ancak faiz seni kurtarır. Dolayısıyla faiz daima yönü yukarıda gibi gözükebilir ve bunu kırmanın tek yolu var ben açıkça söyleyeyim ve bir iktisatçı olarak benim de çok hoşuma gitmiyor ama, siyasi inadı bir tarafa bırakıp IMF ile doğru dürüst anlaşma yapmamız gerekir. Çünkü şu anda da Batı’dan kaynak alıyoruz. Biz şimdi nereden alıyoruz parayı, bir şey söyleyeyim: Hani Libya, Suudiler, Katarlar hani biz Müslümandık bir aradaydık. Ama Batı’dan para alıyoruz. Hani bize versinler parayı Katarlılar. Tonla parası var bilmem kaç milyarlık uçak hediye edeceğine versin ve bizim şu yangınımızı söndürsün. Ama gözümüzü Londra’ya dikmişiz. Bu kadar riskli ise Türkiye, Katar gelir yine verir tabii ama buradan verilir Boğaz’dan büyük arsalar, Kanal İstanbul’da olabilir başka şeyler de olabilir” dedi.
‘Ekonomik işgal olabilir’
Önder, önemli bir konuya dikkat çekerek konuşmasını şöyle sürdürdü: “Bakın 2008 kriz falan dediler, bir laf çıktı gazetelerde dolar bir ara 8 TL’ye falan çıkmışken turistler kozmetikçilerin önünde kuyruk oluşturmuştu. Çünkü dolarları değerliydi. Bunu büyük firmalara uyarlayabilirsiniz, bu tür krizler yaşanırken milli para değer kaybederken aynı zaman da büyük kuruluşların stok değerleri, tahvil değerleri de hatta hisse değerleri değer kaybetmeye başlar. Bu da kimin parası varsa alır ve el değiştirebilir. Bir yabancı sermayeye geçer. İşte bu da ekonomi işgali demektir ülkede.”