Özgür Müftüoğlu
Erdoğan’ın açıkladığı “Ekonomide Reform Paketi” -yandaş basının şişirme haberlerine rağmen- sermaye dışındaki kesimler tarafından önemsenmedi, heyecan yaratmadı. Bunda AKP iktidarının neredeyse her yıl, bazen yılda birkaç kez “reform” ve “paket” bazen de “reform paketi” adıyla yaptığı açıklamalardan toplumun dertlerine deva bulamamasının da önemli rolü olsa gerek.
Söz konusu reformlarda ve paketlerde geniş toplum kesimlerinin derdine çözüm bulunmadığı doğru olmakla beraber bu, onların önemsiz olduğu anlamına gelmiyor. Zira var olan sıkıntıları daha da derinleştirerek tüm toplumun yaşamını doğrudan etkiliyor.
Reformlar ve paketler, AKP’nin ve uyguladığı ekonomik programın “aldatıcı pazarlama yöntemleri”yle topluma sunulan gerçek yüzü aslında. 18 yıllık iktidarında AKP ne kadar reform ve paket getirmişse istisnasız hepsi işçinin, esnafın, çiftçinin, küçük üreticinin var olan haklarının sermayenin çıkarları uğruna gasp edilmesini içeriyor. Dolayısıyla reform ve paketler AKP’nin sınıfsal tercihlerini, kimin iktidarı olduğunu göstermesi bakımından da son derece önemli.
İşte Erdoğan’ın açıkladığı “Ekonomide Reform Paketi”ni de bu çerçevede değerlendirmek gerekiyor:
Paketin sunumunda da belirtildiği gibi “özel sektörü teşvik” birinci hedef. Tahvil Garanti Fonu kurulması, Kredi Garanti Fonu’nun etkinleştirilmesi, tarımın tamamen piyasanın insafına bırakılması gibi gerek kamu kaynaklarının transferi gerekse sermayeye yeni kâr alanlarının açılması vs. bu hedefi yerine getirmek üzere pakette yerini almış. Öte yandan yerel yönetimlerin mali özerklik alanlarını tamamen ortadan kaldırıp; sosyal yardım hizmetleri bütünüyle merkezi idarenin onayına/denetimine bırakılıyor. Böylece son seçimlerde AKP iktidarının doğrudan hükmedemediği ve henüz kayyuma devredilmemiş yerel yönetimlerin de merkezi idarenin güdümüne girmesinin koşulları hazırlanıyor.
Pakette emekçilerin hakları üç başlık altında doğrudan hedef alınıyor: Bunlardan birincisi, “Sermaye Piyasasını Güçlendirme” başlığı altında Bireysel Emeklilik Sigortası’nın (BES) kapsamının genişletilecek olması. Böylece bir taraftan sosyal güvenlik sisteminin tamamen özelleşmesinin önünün açılması diğer taraftan sosyal güvenlik için oluşan birikimlerin finans piyasasına kaynak olarak aktarılması amaçlanmış.
İkincisi, “Yapısal Cari Açığın Azaltılması” başlığı altında yer alan “Rekabetçi, yenilikçi ve güçlü bir sağlık sanayisinin geliştirilmesi” ifadesiyle -pandemi sürecinden ders alınmayarak- sağlık sisteminin tamamen kâr alanı haline getirilecek olması ki bu sağlık hakkının tümüyle ortadan kaldırılması anlamına geliyor.
Üçüncüsü ise “İstihdam” başlığı altında yer verilen düzenlemelerin tümü. Bu başlık beş maddeden oluşuyor. Bunların dördü yıllardır zaten uygulanan “istihdamı teşvik” adı altında sermayeye kaynak aktarma anlayışının tekrarından ibaret. Diğer bir madde ise “yeni nesil çalışma yöntemleri”nin yaygınlaştırılmasını hedefliyor.
“Yeni nesil çalışma yöntemleri” de iki başlık altında toplanmış. Bunlardan biri uzaktan çalışma mevzuatının yeni iş modellerine uyum sağlayacak şekilde revize edilmesi. Diğeri ise kısmi süreli çalışanların hafta tatili, yıllık ücretli izni hak etme süresi ve kıdem tazminatına hak kazanma sürelerinin kanunda açıkça belirtilmesine yönelik düzenleme yapılması.
Yani yeni nesil dedikleri esnek, güvencesiz çalışma (sömürü) düzeninin yaygınlaşması ve kalıcılaşması. Pandemi fırsat bilinerek yaygınlaşan uzaktan çalışma konusunu 27 Şubat’ta bu köşede “Evden çalışma, uzaktan sömürü” başlıklı yazıda ele almış ve özetle, “evden/uzaktan çalışma ile yalnızlaşmış, ekonomik ve sosyal haklarını aramaktan yoksun, güvencesiz, örgütsüz; kirasını ve tüm masraflarını karşıladığı evinde 365 gün 7/24 patronun tahakkümü altında robotlaşmış bir emekçi kitle yaratılmakta” olduğunu vurgulamıştım. Raporun/paketin ilgili maddesini bu cümlelerle okumak gerektiğini bir kez daha belirteyim.
Kısmi süreli çalışanlara ilişkin yapılmak istenenleri AB İstihdam Stratejisi’yle gündeme gelen “güvenceli esneklik” kavramıyla ilişkilendirmek gerekir. Sermayenin emek maliyetini düşürmek için tercih edilen esnek çalışma rejimi, emekçilerin iş ve sosyal güvencesini ortadan kaldırmaktadır.
“Güvenceli esneklik” esnek çalışma düzeninde emekçilere güvence sağlama iddiasında olmakla birlikte bu durum, eşyanın tabiatına aykırıdır. Zira esneklik, emeği güvencesiz hale getirip en kötü koşullarda çalışmaya razı etmeyi amaçlar. Dolayısıyla esneklik varsa güvence olmaz, güvence varsa esneklik olmaz. Güvenceli esneklik söylemi, -Avrupa ülkelerindeki uygulamalarla da açığa çıktığı gibi- işçileri ve emek örgütlerini aldatmaktan öte bir anlam taşımamaktadır.
Özetlersek Ekonomik Reform Paketi, AKP’nin (bundan öncekiler gibi) toplumun geniş kesimlerinde emek sömürüsünü yoğunlaştırarak -bu arada haklarının bir kısmını da gasp ederek- sermayeyi ihya etme politikasının devamıdır.
Sermaye kuruluşları (TÜSİAD, TOBB, MÜSİAD vd) Reform Paketi’ni memnuniyetle karşıladıklarını açıklamışlardır. Ancak bu paketle pandemiyle daha da derinleşen ekonomik krizin bedelini ödemek durumunda bırakılan kesimleri temsil eden örgütler, özellikle de sendikalar, ne topluma gerçekleri gösterme çabasında olmuş ne de ciddi bir tepki göstermiştir. Böyle bir durumda sessiz kalmak tüm bunları onaylamak ve bu örgütlerin temsil ettikleri kesimlere ihanet ettikleri anlamına gelir! Çünkü sessiz kalmak sessiz onaydır bir bakıma.
Sesimizi gür çıkaracağımız bu Newroz’da; bağıracağımız pek çok ihlalden, adaletsizlikten, haksızlıktan biri de bu olsun. Newroz direnmenin, umudun adıdır zira.
Newroz piroz be! Newroz tüm halklara kutlu olsun!