AKP’nin dışarıdan gelen sıcak paraya, ucuz emeğe, yağmaya ve doğal alanları metalaştırmaya dayalı ekonomik modeli duvara toslarken, ekonomi çöküşte. Halk daha da yoksulaşırken doğal yaşam tükenmek üzere
Yusuf Gürsucu / İstanbul
AKP, 18 yıl önce iktidara geldiğinde Türkiye ekonomisinin büyüme eğrisi durağana geçmiş ve bundan kaynaklı işsizliğin, pahalılığın artması ve halkın gelir seviyesinin azalması nedeniyle yoğun tepkiler yaşanıyordu. 2002’de iktidara gelen AKP, dışarıdan gelen sıcak paraya borçlanarak sermayeye alan açmayı başardı. İlk yıllarında sermayenin TÜSİAD-MÜSİAD gibi yapıları oluşturan gruplarla kol kola yürüyen iktidar özellikle 2010 yılı sonrasında belli sermaye gruplarını kapsayan havuz sistemleri oluşturdu. Basınla başlayan havuzlaşma giderek, inşaat, enerji, maden, savunma gibi alanları bir avuç sermaye grubunun at koşturduğu alanlar haline getirdi.
Dış borç 11 kat arttı
AKP’nin iktidar olduğu 2002 yılından bu yana hem kamu hem özel sektör hem de yurttaşın borç yükü katlandı. Kamusal alanların tamamına yakını satılırken kalanlar ise oluşturulan Türkiye Varlık Fonu içine alınarak denetimsiz bir yağma alanı oluşturuldu. Sıcak paranın azalması ile borç ödemede yetersizliğin yaşanmaya başlanmasıyla birlikte fona devredilen kurumlar ipotek verilerek yeni borçlar alınmaya devam edildi. Hazine ve Maliye Bakanlığı verilerine göre Türkiye’nin dış borç stoku AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılında 41 milyar dolar iken 2019 sonunda 437,6 milyar dolara yükseldi.
Kamuya ait ne varsa satıldı
AKP, IMF tarafından Türkiye’ye gönderildiği iddia edilen Kemal Derviş ve CHP’nin sözcülüğünü yapan Faik Öztark’ın birlikte hazırladıkları bankacılık düzenlemeleriyle iktidarını inşa etti. Yaşanan ‘ekonomik kriz’ dışarıdan gelen sıcak parayla geçici olarak aşılırken, dönemin Maliye Bakanı olan Kemal Unakıtan’ın dediği gibi ‘babalar gibi satarım’ anlayışıyla, kamu kaynaklarının neredeyse tümü şirketlere devredildi. 2003 yılında PETKİM’in son hisseleri, sonraki yıllarda Türk Telekom, TÜPRAŞ, TEKEL özel sektöre devredilirken bugün neredeyse kamuya ait hiçbir şey kalmadı. Türkiye’de tüm zamanlar içinde yapılan özelleştirmelerin yüzde 88’i AKP eliyle gerçekleştirildi.
Yurttaşlar borç batağında
2002’de yurttaşların tüketici kredisi ve kredi kartı borcu 6.3 milyar liradan 2019 yılı sonunda 583.6 milyar liraya ulaştı. Ailelerin yüzde 65’i borç batağı içinde yaşamaya çalışırken, icra dairelerindeki dosya sayısı 2019 sonunda 20 milyon 662 bine çıktı. AKP, bu süreçte büyük sıkıntı içinde yaşayan binlerce aileyi yaptıkları yardımlarla kendine bağladı. Türkiye gelirini adil paylaşmayan ülkeler sıralamasında ise ilk üçe AKP iktidarı sayesinde girdi.
Gıda ithalata bağlandı
Tarımsal alanlar 2002’ye göre yaklaşık 3 milyon hektar küçülürken 2 milyonu aşkın insan tarım üretimlerini terk etti. Geçmişte tarım ihracatı yapan Türkiye AKP iktidarı ile birlikte ithalatçı durumuna getirildi. Patates, soğan, tahıl ürünleri (buğday, arpa vd.) canlı hayvan ve et, saman, peynir vb. tüm tarımsal ürünler ithalata bağlanarak çiftçiler yoksuluğa itildi. Hayvancılık yapan çiftçiler süt hayvanlarını dahi kesime göndererek hayvancılıktan ve süt üretiminde uzaklaşmaya başladı. Süt tozu ihtiyacı ithalata bağlandı. Enerji alanları haline getirilen 1. sınıf tarım arazileri üzerinde meyvecilik darbelendi, zeytinlik alanlar imara açıldı.
AKP ile emek sömürüsü katlandı
AKP iktidarı öncesi de çok farklı olmayan emek dünyasının durumu AKP ile birlikte daha da kötüleştirilip adeta kölelik koşullarında çalışmaya ve yaşamaya mahkum edildi. 18 yıllık AKP iktidarı döneminde sermayeye sınırsız özgürlük sağlandı. Bütçelerde sermaye yararı öncelenerek kamuya ve kamu yatırımlarına ayrılan paylar gittikçe azaldı. Kamu çalışanları iktidarın koltuk değneği olan sendikalar tarafından güvencesiz çalışmaya mahkum edildi. Güvenlik soruşturmalarıyla birçok kamu çalışanı ve akademisyen işinden edildi. KHK ile uygulamaya sokulan OHAL kalıcı hale getirildi. İşçilerin grev hakkı fiili olarak ortadan kaldırıldı.
Binlerce çalışan işten atıldı
OHAL’le KESK’e bağlı sendikaların üyesi 4 bin 284 kamu emekçisi sorgusuz, sualsiz işinden ekmeğinden edildi. Milyonlarca işçi-emekçi tüm dünyayı sarsan salgın koşullarında “çarklar dönsün, sömürü devam etsin” anlayışıyla çalışmaya mecbur bırakıldı. Salgının ortaya çıktığı işyerlerinde işçiler ‘kapalı devre çalışma sistemi’ denilen hapsedilme yöntemiyle zincirli kölelik koşullarında çalıştırılarak can güvenlikleri yok sayıldı. AKP, emekliliğe hak kazanmış olanlar için yaş haddi (EYT) belirleyerek emekliliği engelledi ve emekli aylıklarını açlık sınırının altına çekti. En son hazırlıkları yapılan tasarı ile emeklilik tüm emekçiler için hayal haline gitirilirken tazminat haklarını gasp etme hazırlığı meclise getirildi.
22 bin işçi katledildi
Her yıl ortalama 1000-1500 işçi ise iş cinayetlerinde yaşamını yitirdi. İktidara geldiklerinin hemen ardından 2003 yılında İş Kanunu’nu değiştiren AKP, çalışma hayatının esnekleşmesine ve güvencesiz çalışma biçimlerinin yaygınlaşmasını sağladı. 18 yıllık iktidarları sürecinde en az 22 bin işçi işyerlerinde iş cinayetlerine kurban edildi. 2002 yılında yüzde 57,98 olan sendikalaşma oranı yüzde 45 azalarak yüzde 12’lere geriledi. AKP iktidarında bugüne kadar 200 binden fazla işçinin grev hakkı elinden alındı.
17.7 milyon kişi işsiz
İşsizlik 8 milyonları aşarken, Kovid-19 salgın sürecinde 17.7 milyon kişi işsiz kaldı. DİSK-AR’ın Temmuz ayında açıkladığı raporda, revize edilmiş geniş tanımlı işsizlik ve iş kaybı oranı yüzde 52 olarak hesaplandı. Raporda, kadın işgücü sayısı yüzde 13,9, kadın istihdamı sayısı ise yüzde 11,9 azaldığı yer alırken, istihdam son bir yılda 2 milyon 585 bin kişi azaldı. İşbaşında olanların sayısında ise 7,1 milyon kişi azalırken, ümitsiz işsizlerin sayısı 553 binden 1 milyon 310 bine yükseldiği raporda belirtildi.
Tarım işçileri
Kürt halkını sömürge halk gibi değerlendiren iktidar bölgede işsizliği büyütürken tarım yapılmasını ise çiftçinin burnunun dibindeki barajlardan su vermeyerek ve iktidar tarafından desteklenen DEDAŞ’a mahkum kılıp çiftçiyi susuz ve enerjisiz bıraktı. Türkiye’nin dört bir yanına mevsimlik tarım işçisi olarak giden Kürt yoksullarını kölelik koşullarında ve karın tokluğuna çalıştırılması sağlandı. Bölge bölge dolaştırılan işçiler eski araçlarla balık istifi halinde taşınması sonucu trafik kazalarında yüzlerce işçi adeta cinayete kurban gitti. Çoluk çocuk sağlıksız ortamlarda susuz, elektriksiz çamur içinde çadırlarda yatırılarak büyük bir sefalet yaşatıldı.
Doğal yaşam yıkım yaşadı
Kapitalizmin sınırsız üretim ve tüketim üzerinden sürdürdüğü sömürü mekanizmasıyla, doğal yaşam üzerinde yıkım yaratılırken büyük bir ekolojik kriz ortaya çıktı. Türkiye’de AKP iktidarı yaşamın her alanında sermaye yararını gözeterek dünyada olup biteni çok aşan biçimde doğayı tamamen yağmaya açtı. 18 yıllık iktidarları süresince enerji, maden, inşaat vb. sermaye gruplarını kanatları altına alan AKP, doğa kıyımının önündeki yasal engelleri kaldırdı. Türkiye coğrafyasının tamamına yayılan yağmayla su havzaları susuz bırakılırken, tarım arazileri işgal edildi. Ormanlar ya yakılarak ya da kesilerek maden, enerji ve turizm alanları haline getirildi.
Enerji ihtiyacı yalanı
HES’lerle başlayan ve enerji ihtiyacımız var yalanıyla süslenen süreçte Karadeniz başta olmak üzere yüzlerce HES inşa edildi. Yine Türkiye coğrafyasının tamamında büyük barajlar inşa edilerek sular bentler ardından kontrol aktına alınarak ekosistemin işleyişi darbelendi. Ardından termik santrallerle adeta işgal hareketi başlatan iktidar hem küresel ısınmaya hem de bölgesel ısınma, hava ve toprakların kirlenmesine neden oldu. Tüm dünyanın terk etmeye çalıştığı nükleer santraller için adım atan iktidar Mersin’de Rusya tarafından işletilecek olan santrale yol verdi. Sinop’ta 600 bin ağacın kesilmesine neden olan diğer nükleer santral ise şuan durdurulmuş durumda. Eneri kapasitesinin 1/3’nün kullanılıyor olmasına karşın enerji şirketleri için yeni destekler açıklandı.
Denizler, tarım alanları
Doğalgaz çevrim santralleri ile doğalgaz ithalatını giderek arttıran iktidar, yerli üretim adı altında yine uluslarası enerji tekellerinin eliyle Marmara Denizi ve Karadeniz’de doğalgaz aramaları gerçekleştirirken Diyarbakır ve Trakya’da ise kaya gazı sondajlarını başlattı. Marmara Denizi’ni yok oluşa sürükleyen sondajlar aynı zamanda İstanbul depreminin tetikçisi durumunda ilerlerken bir başka yağma kapısı Zonguldak Ereğlisi açıklarında sürdürülmeye başlandı. Diğer yandan JES’lerin önünü açan AKP Aydın, Denizli, Manisa ve Çanakkale coğrafyasını adeta yok oluşa mahkum etti.
Yağmada sınır kalmadı
Biyokütle enerji sanatrallerine de yol veren iktidar bitkisel atıklardan enerji üretileceğini iddia ederken bu santrallerde dünyanın ve Türkiye’nin her türden zehirli-zehirsiz atıkların yakılmasının önünü açtı. Çimento fabrikalarına atık atma özgürlüğü veren iktidar yaşamın her noktasını zehirlemekten geri durmayacağını gösterdi. RES’lerle dağlık, ormanlık ve meralık alanların işgali sağlanırken ‘temiz enerji’ yalanına da sarılmaktann geri durmadı. Tarım alanları üzerindeki tarlalar işgale açılıp ‘güneş tarlaları’ oluşturularak tarım üretimini bir avuç sermaye çıkarına tercih etti.
Doğa yok ediliyor
Diğer yandan inşaat sermayesine büyük bir yağma alanı açan, halkın yaşam alanlarına ve doğal alanlara TOKİ eliyle çöken iktidar, kamu bütçesini ve deprem vergileriyle toplanan paraları yol-köprü vb. inşaatlarla sermaye kesimlerini besledi. 3. Havalimanına ihtiyaç olmamasına karşın İstanbul’un akciğerleri olan Kuzey Ormanları katledilip, su havzaları yok edilerek çalıştırılamayan bir havalimanı inşa edildi. Bu da yetmedi büyük bir ekolojik yıkım getirecek olan Kanal İstanbul adı altında Marmara ile Karadeniz’i birbirine bağlayan kanal açarak kanal çevresine yeni bir kent projelendirilerek inşaat sermayesi için yeni bir yağma alanı açmaya girişti.
Tarih yağmaya uğradı
Diyarbakır’ın Sur ilçesindeki binlerce yıllık yaşam biçimi ve buna imkan veren mimari özellik yerle bir edilerek bir avuç yağmacıya tarih peşkeş çekildi. 12 yıllık Hasankeyf ‘enerji ihtiyacı’ yalanı ile yıklıp suya gömüldü. İnşa edilen barajla elektrik üretim sulama yapılacağını söyleyen iktidarın doğru söylemediği uygulamalar üzerinden net olarak görüldü. Enerji ihtiyacının yalan olduğu üretilen ve tüketilen enerjiye bakınca anlaşılabilirken, sulama yapılacağı iddiası da boş bir iddiaydı.
Her yer maden alanı
Türkiye coğrafyasının yüzde 55’lik kısmını maden sahası olarak işaretleyen iktidar binlerce maden saha ihaleleri açtı. Altın, gümüş, bakır vb. metalik madenlerle doğal yaşam siyanüre bulanırken ormanlar ise katledildi. Şirketlerin zaten güdük olan doğa koruma kanunlarına dahi taammülsüzlüğünü emir telakki eden iktidar maden yağmasının önündeki tüm yasal engelleri kaldırdı. Teşvik sistemiyle araziler, altyapılar (enerji-yol vb.) ücretsiz kamu eliyle maden şirketleri için inşa edilmeye başlandı. Bu bağlamda en büyük altyapı Karadeniz Yaylaları’nı birbirine bağlama adı altında maden şirketlerine yollar açılarak şirketlerden talep toplanmaya başlandı.
BİTTİ