Timsah gözyaşlarının döküldüğü 5 Haziran Dünya Çevre günü 51. kez kutlanıyor! Amed Ekoloji Derneği aktivisti Leyla Çit, çevre günü etkinlikleriyle gerçek sorumluların gizlendiğini söyledi
İsveç’in Stockholm kentinde 1972 yılında düzenlenen Birleşmiş Milletler (BM) Çevre Konferansı’ndan günümüze kadar geçen 51 yıldır kutlanan Dünya Çevre Günü, 1972’den günümüze tüm canlı yaşam üzerinde süren yıkımı büyüten bir süreç yaşandı. Her yıl 5 Haziran Dünya Çevre Günü olarak kutlanırken, kapitalizmin amansız sömürü karşısında her yıl geçen yılı aratıyor. Günümüzde ise doğal yaşamı sağlayan kaynakların gün geçtikçe tükendiği, çevre kirliliğinin had safhaya ulaştığı görülüyor. Dünya Sağlık Örgütü’ne (DSÖ) göre her yıl hava kirliliği nedeniyle 7 milyon insan hayatını kaybederken, tüm dünyada yaşam yok olma tehdidi ile karşı karşıya. Kurdistan ve Türkiye coğrafyasında ağaç katliamından orman yangınlarına, barajlardan enerji santrallerine kadar rant politikaları ile doğada kalıcı tahribatlar oluşturuluyor.
Gerçek sorumlular gizleniyor
Amed’de Ekoloji Derneği aktivisti Leyla Çit, dünyada ve ülkede doğaya yönelik saldırgan politikalar ve çözüm önerileri üzerine JINNEWS’ekonuştu. İklim krizinin söylenilenin ötesinde bambaşka nedenleri olduğunu vurgulayan Leyla Çit, “Birleşmiş Milletler tarafından ilan edilen Dünya Çevre Günü gerçek sorumluları gizleyen bir yerde duruyor. Ekolojiye toplumsal ekoloji perspektifiyle yaklaşan; buna çevreci hareket gibi değil, daha çok toplum, özgürlük, kadın doğası bakışlı bir paradigmaya ihtiyaç var. İklim krizinin nedenleri içinde bu yıl plastik madde kullanımına odaklanıldı. Oysa bizler biliyoruz ki iklim krizinin bireysel nedenlerden ziyade sermaye, hiyerarşik yapılar, kapitalist devlet modeli, yönetim biçimleri gibi derin ve büyük yıkımlara yol açan nedenleri vardır” dedi.
Göstermelik çevrecilik
Leyla Çit, Kürt illerinde halkın iradesi gasp edilerek belediyelere kayyumlar atanmasından sonra doğal yaşama müdahale edildiğinin altını çizdi. Leyla Çit, “İnsanlar için doğanın önemi ve faydasından ziyade kayyımlar için önemli olan daha çok rant politikasıdır. Kayyım politikalarına paralel yürütülen savaş politikaları var. Dünya Çevre Günü kutlayan ülkeler yeşil devlet projeleriyle yeşilcilik anlayışını duyururken, hiçbir zaman savaşta kullanılan kimyasala karşı bir tutum izlenmiyor. Çünkü bunun sorumluları onlar. Yürütücüleri olarak göstermelik çevrecilik anlayışıyla halktan gerçek sorumluları gizlenerek, doğadaki tahribatın günden güne felakete yol açmasına neden oluyor” ifadelerini kullandı.
Şirnex’te ormanlar yağmalandı
Sermaye, şirket ve egemen aklın doğayı her yerde hedef aldığını ve toplumların bu politikayı fark etmesi gerektiğini söyleyen Leyla Çit, “Karadeniz’de köyünü koruma mücadelesini veren kadınla Rojava’da özgürlük mücadelesi veren kadının bir anlamda varlık mücadelesi aynıdır. Bu fark edildiğinde toplumlar büyük gerçeği görmüş olacak. Köyü için mücadele eden Karadenizli, Egeli ve Kurdistanlıların aslında doğayla bütünlüklü ilişkisi mevcut. Ayrıca rant politikaları Kurdistan’da daha özel bir politika ile yürütülüyor. Buna Cudi ile Şırnak örneği verilebilir. Şırnak’ta aylar boyunca bir kentin ağaçları hiçbir gerekçe gösterilmeden kesildi. Önceden ormanları yakan zihniyet bu defa ‘Neden yakalım? Keselim, biz tekrar bu odunları satıp bundan da para kazanalım’ düşüncesi uygulamaya kondu. Türkiye’nin her yerinde talan politikaları uygulanırken, Kürt coğrafyasında ise talan ve yağmanın hiçbir sınırı yok” şeklinde konuştu.
Gezi, toplumsal ekolojik direnişti
Çit, ekolojik dengenin korunması ve talanın engellenmesi için neler yapılması gerektiğine dikkat çekerek, şunları söyledi: “İnsanın insana tahakkümüyle birlikte doğaya tahakküm de başladı. Bu ilişkiler düzelmedikçe ne ekolojik denge ne de ekolojik barış sağlanabilir. Bizler yaşam alanlarımızda tekrar doğayla bütünlüklü bir ilişki içinde olmadığımız sürece diğer türler de yok olmayla karşı karşıya kalacak. Buna bir örnek vermek gerekirse Gezi direnişi toplumsal ekolojinin bir örneğidir. Bir ağaçtan başlayan ve bir ağaç için verilen mücadele topluma yapılan baskılara karşı bir direnişe dönüştü. Aslında doğanın özgürlüğü, toplumun özgürlüğüyle iç içedir ya da bir kadının özgürlüğü, bir ağacın, bir hayvanın özgürlüğü bir bütünen ekolojinin bir parçasıdır. Gezi’deki ruh gibi bütünlüklü ve birlikte mücadele ile ekoloji mücadelesi toplumsallaşarak, halkla birlikte daha da büyütülmelidir.”
EKOLOJİ SERVİSİ