Koronavirüs salgınından yararlanmak isteyen kapitalizmin kirli yüzü gizlenemez boyutta. Halk sağlığına dair yapacakları tek şey salgında sermayenin nasıl daha çok kâr edeceği dışında bir plan ve programlarının olmayacağını çok net görebiliyoruz. Dünya üzerinde ekosistemler, habitatlar ve biyoçeşitlilik günden güne azalırken, Kovid-19’un kitlesel salgın hastalıkların giderek artacağına işaret ediyor.
Kovid-19 gibi yeni virüslerin ortaya çıkarak kendisine barınabileceği ortamlar, kapitalizmin ekosisteme yönelik saldırılarıyla birlikte artıyor. Binlerce hayvan ve bitki türünü barındıran tropikal ormanlar yok edilirken bu ormanlarda yaşayan ve dünyanın büyük çoğunluğunun henüz tanışmadığı virüsler her yere yayılarak kendilerine yeni konaklar alanları ararken, insanlar bu virüslerin yeni konak alanları haline dönüşüyor.
Veba gibi milyonlarca insanı öldüren birçok virüs yaban hayvanlarının yaşamlarına ve yaşam alanlarına saldırılar sonucu hayvandan insana bulaştı. Ebola, Sars, kuş gribi ve Kovid-19 gibi hayvan kökenli salgın hastalıkların gelecekte daha da artacağı bilim insanlarınca dillendiriliyor. Afrika’da ortaya çıkan ve hayvanlardan insana geçtiği belirlenen Zika ve Batı Nil virüsü de benzer virüslerin mutasyona uğrayarak hızla yayılabildiğini gösteriyor.
Tüm bu salgınlara karşı bilim insanları yayılış hızına yetişemese de çözümler üretebiliyor. Ancak bu çözümler Almanya’da Türkiye kökenli iki bilim insanının Kovid-19’a karşı geliştirdiği Freizer aşısı gibi ilaç tekellerinin kontrolünde geliştirilmesi ilacın insan yararı için değil ilaç tekellerinin daha çok kâr elde etmesi için üretildiği gerçeği ile yüz yüzeyiz. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sermayeye çalışan Şehir Hastaneleri için, “Şehir hastanelerinin inşallah müşterisi artacak” sözleri sağlığa bakışı ortaya koyan içerikte.
Koronavirüs salgını bir biçimde bertaraf edilecektir, fakat yeni virüslerle de mutlaka karşılaşacağız. Salgınla ilgili önemli bir paradoks yaşanması ise tehdidin çok daha büyük olduğunu gösteriyor. Kapitalizmin neden olduğu salgınlar dışında çok daha can yakıcı biçimde gelişen ekolojik kriz ve buna bağlı olarak her geçen gün büyüyen küresel ısınma, seller, fırtınalar ve tarım arazileri ile ormanların yok edilmesi, biyoçeşitliliğin giderek azalması çok daha büyük bir tehdit. Salgın yüzbinlerce insanı hastanelerde yaşam savaşı vermesine yol açarken, büyük bir işsizlik ve kıtlık ise artık kapımızın önünde.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın geçtiğimiz günlerde Eskişehir Eti Maden İşletmeleri Lityum Karbonat Üretim Tesisleri’nin açılış töreninde ekolojik krize yol açan kapitalist işletmelerin yağmasına karşı çıkanları hedef göstererek ‘vandallık ve provokatörlük’ ile suçlaması dikkat çekicidir. Hükümetin bu tutumu, ekoloji mücadelesi yürütenlere yönelik baskının artacağına işaret ediyor. Doğa yağmasının bu kadar büyüdüğü bir dönemde doğayı savunanları vandallık ve provokatörlükle suçlanmasının halk nezdinde bir karşılığının olma ihtimali bize göre sıfır.
Davos’ta her yıl Ocak ayı içinde bir araya gelen kapitalist devletler ile dünya büyük sermayesi tam 1 yıl önce 50’nci toplantısını yapmıştı. Her Davos toplantısının en önemli gündem maddelerinde halkların ve doğanın en kolay ve en ucuz yolla nasıl sömürüye tabi tutulacağı ele alınıyor. Bu bağlamda öngördükleri en önemli riskler ise, “Avrupa, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da siyasi ve ekonomik dönüşümü doğru idare etmek, korumacı politikaların ve kamulaştırma hamlelerinin, bölgesel ekonomik entegrasyon ve Asya, Afrika ile Amerika’da çok taraflı ekonomik işbirliğinin zedelenmesini engellemek ve kritik önemdeki doğal kaynak arzına “istikrarlı ve makul bir maliyetle erişebilmek” olarak sıralanıyor.
Davos’ta son yıllarda ele alınan bir diğer konu ise Endüstri 4.0 uygulamasına hızla geçmek. Bu uygulamanın hayata geçirilmesinde Kovid-19 salgını çok iyi bir zemin yaratıyor olması ‘ilginç’ bir tesadüf. Endüstri 4.0 ile esnek çalışma hedefi salgınla hayata geçiriliyor. Buna ek olarak 5G teknolojisinin de kurulması gerekiyor. Bazı ülkeler (Belçika gibi) 5G teknolojisine izin vermiyor. Türkiye’de ise geçtiğimiz temmuz ayında testler başladı. Şirketler, iktidar aldığı son bir kararlarla 5G baz istasyonlarının kurulacağı kamusal alanlar için para ödemeyecek. Geçtiğimiz günlerde sevgili Fikret Başkaya’nın yazdığı bir yazıda yoksullukla mücadele edilmez, mücadele zenginlere ve zenginlere karşı olur bağlamındaki sözleri emekçi halkların mücadele odağına işaret ediyor. Bilimsel gelişmelerden insanlık adına memnuniyet duyarız ancak sermayenin kontrolünde olmaması koşuluyla. Bu nedenle hem salgınlara hem de ekosistemin yıkımına karşı mücadele yürüteceğimiz kesimin ‘zengin sınıflar’ olduğunu ve devleti de bu sınıfların yönettiğini bilmeliyiz.