Ekoloji aktivisti Bişar İçli: Krizi yaratanlar krizi çözemezler. Krizi Kapitalist Modernite yarattı. Öcalan’ın ortaya attığı demokratik, ekolojik, kadın özgürlükçü paradigma, yani Demokratik Modernite artık hayati bir ihtiyaç
Hüseyin Kalkan
Ekoloji aktivisti Bişar İçli, ekolojik krizin Kapitalist Modernite’nin bir ürünü olduğu, bu nedenle onun tarafından giderilemeyeceğini söylüyor. PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın önerdiği Üçüncü Yol paradigmasının ekolojik krize de cevap olacağını söylüyor. İçli, Çin’de ortaya çıkan koronavirüsün ulusal sınırları tanımadığını, bütün dünyaya yayıldığını, Kapitalist Modernite’nin eleştirisi ile ortaya çıkan 3. yola bu açıdan bakıldığında toplumsal ekolojinin üzerine kurulduğunun görüleceğini ekliyor. Üçüncü Yol tartışmalarında üzerinde çok durulmayan bazı noktaları gündeme getirdiği için İçli’nin yanıtlarını ilgi ile okuyacağını umuyoruz.
- Öcalan’ın Üçüncü Yol paradigması ekolojik bir toplum yaratma için ne gibi imkanlar sunmaktadır?
Öncelikle ilk sorunuza cevap olabilecek bir özet geçmek gerekir, bugün yaşananlar bir kaos aralığının yaşandığını göstermektedir. Ve kaos aralığı diye bahsedilen şey nerden geldi ve bunun için yaratılan bilimden bahsetmek gerekir, en başta Newton fiziğinin çıkışıyla sonrasında Kapitalist Modernite’nin bunu alıp doğa-insan üzerinde akıllıca kullanarak insan ve doğanın nesnelleştirilmesinde çok iyi kullandığını gördük ve bir yerden sonra pozitivist yani olguculuk temelinde ele alınmasıyla Öcalan’ın çokça bahsettiği bilimcilik halini almaya başladı. Sonrasında Einstein tarafından ortaya atılan izafiyet teorisi ve sonrasında Heisenberg’in attığı belirsizlik ve sonunda kuantumun ortaya atılmasıyla bugün bahsettiği kuantum paradigması ile aslında dogmatikleştirilen, sonrasında determinist ve sosyal Darwinizimle taban bulan bilime bir Rönesans getirir nitelikteydi. Çünkü ortaya atılan dalga-parçacık ikilemiyle her şeyin bir olasılığa dayandığı fakat bunun da bir zekâ ve özgürleşme olduğunu gösterdi. Bir elektronun dalga mı parçacık mı diye tartışılmasıyla aslında bugün ortaya atılan zıtların çelişkisine dayalı diyalektik de sorgulanmaya başladı. Kuantum dalga-parçacıktan bahsederken iki varlığı da kabul edip bunlarla beraber aslında enerjinin de varlığıyla bir kaos aralığa denk düşeceğini gösterdi.
Bugün ise Öcalan bu noktada Özgürlük Sosyolojisi savunmasında bilimin yapısallaştırması gerektiğinden bahsetti ve aslında zıtların çelişkisi üzerine olan diyalektik yerine kuantumun ortaya attığı dalga parçacık ikilemine yakın bir öngörüde bulundu. Bu öngörü şuna dayanıyordu, zıt olarak konumlanan iki olgunun ne hep savaştıklarını, ne de hep barışık olduklarını bazen birbirlerini tamamlayabildiklerini söyledi, aslında söylenen ne evet ne hayıra dayanan iki seçenekten bir de başka seçenek olduğunu gösterdi.
- Bu nasıl formülleştirildi?
Bunu da hep şöyle formülleştirdi; Kapitalist Modernite güçleri olmasına karşın, bunun yanında Demokratik Modernite güçlerinin olduğunu ve aslında bir yere kadar varlık bulduklarını, sonrasında ise bir karşıtlıktan ötürü savaşın gelişmesine rağmen yine de iki gücün bitmediğini sadece birbirlerini sınırladıklarını söylemiştir. Bu noktada ortaya atılan tez+anti-tezden sonra ikisinin sonrasından bir sentez haline gelebileceğini göstermiştir. Bununla beraber başta bahsettiğimiz kaos aralığında bir ayrışma, sorunların çatallaşma noktasını belirtmekteyken, bugün yaşanan ekolojik kriz ve yarattığı toplumsal kriz hali bunu anlatmaktadır. Bunların ışığında aslında 3. Yolun ne olduğunu ve Öcalan’ın ne anlatmaya çalıştığını bu minval üzere anlayabiliriz. Aslında iki kutuplu bir dünyanın yaratılmasından tutun, bunların çatıştırılmasına kadar ve bunun gibi pratikler Kapitalist Modernite’nin ortaya attığı bir olguydu. Zira Ortadoğu politikalarında dahi hep bunu gördük.
Doğal toplumdan bugüne ve sonradan Sümer’le ortaya atılan hiyerarşik yapılanma tahakküm sistemi, en başta doğanın talanı için gerekli argümanı sağlamak için doğa üstünde aklı öne çıkarttı ve hakikat parçalanması diye kavramsallaştırdığımız bilimciliğin temellerini oluşturdu. Ve doğal toplumun yani anaerkil klan toplumu altüst edip, insan merkezli bir zihniyetle doğa ve insanın ayrıştırılmasına başlamıştır. Toplumsal ekolojinin felsefesine dayanan Murray Boockhin bu noktada aslında insanı 2. doğa diye tanımladı ve ne kadar ayrıştırılsa da 1. doğa yani içinde bulunduğumuz doğanın bir ardılı olduğumuzu söyleyerek aynen Öcalan’ın tanımladığı bir 3. yoldan sentezin olması gerektiğinden ve 3. doğadan bahsetti. Ve bütün felsefesini de bunun üzerine koydu ve yeni yaşamın bu noktada gelişmesi gerektiğini söyledi. Bu noktada Öcalan’ın son görüşmesinde ortaya çıkan 3. yol, başta da Öcalan’ın ortaya attığı demokratik, ekolojik, kadın özgürlükçü paradigmayı da eklersek aslında 3. yolun tam da bu noktada toplumsal ekolojinin kendisi olduğunu ve yaşanan bu kaos aralığında çözümün adresini göstermektedir. Son olarak koronavirüs öncesinde iklim krizi ve bunların hepsinin aslında Kapitalist Modernite’nin endüstriyalizm ayağının ve ulus-devlet mantığının yarattığı bir ekolojik kriz olduğunu ve sistemsel olduğunu tamamen ortaya koymuştur ve fakat şunu ekleme ihtiyacı hissediyoruz; Korona Çin’den yani Uzakdoğu’dan bu topraklara kadar geldi ve dünyayı şimdi kasıp kavurmaktadır, ayrıca Kapitalist Modernite’nin ortaya attığı ulus-devlet sınırlarını da tanımamaktadır, buradan şunu da görebiliriz aslında; hepimizin doğası birdir, bu noktada bunca talana rağmen doğaya sınırlar koyamazsınız ve yarattığınız etkiden doğan tepkiselliği de hepimiz çekeriz diye bir gerçekle karşı karşıya bıraktı bizi. Bu noktadan bakınca 3. yol aslında toplumsal ekolojinin üzerine kurulmuştur.
- Kapitalist Modernite neden ekolojik sorunlara çözüm olamaz?
Bugün yaşanan kaosta Kapitalist Modernite’nin bir çözümünün olamayışı şundan gelmektedir; krizin kendisi bizzat yaratanı olmasındandır. Ve fakat bugün sistem karşıtı hareketlerin de tam hazırlıklı olmadığı gerçeğiyle de yüz yüzeyiz ve tam da bu noktada özeleştirisel yaklaşmak gerektiğine inanıyoruz. Çünkü Demokratik Modernite güçlerinin Ortadoğu bazlı ele alırsak, bir yol haritamız, ya da yarattığımız modellerin olması gerekirdi. Fakat yine buna rağmen geç kalmış sayılmayız, bugün sosyal dayanışma ağlarının kurulmasından, komünlerden bahsetmekteyiz ve doğrusu bunlar öncesinde de toplumsal olarak var olan niteliksel özelliklerimizdendir. Bu noktada artık sistem karşıtı hareketlerin başta çevre hareketlerinden, sistem karşıtı hareketlerin bütününe kadar yaşananın sistemsel bir kriz olduğunu görmeli ve bununla beraber çözüm geliştirmek gerektiğidir. Bu anlamda zihniyetin dönüşümü gerekmektedir ve şunu artık görmek gerekir çevreci hareketlerin sadece amacı doğamızın bir alanını korumak olmadığı ve fakat buna rağmen sahiplenmelerinin de hakkını vermek, kutlamak gerekir. Ama bundan sonra yaşanan ekolojik krizlerden, yarattığı toplum krizlere kadar yaşanan sorunsallığın sistemsel olduğunu kabul edip yaratılan Kapitalist Modernite zihniyetinin karşısında konumlanacak Demokratik Modernite güçleriyle yeni bir dünya ve onun yeni bir tasavvuru olacak yaşam için tüm bildiklerimizi ortaya koyup bu durumda bir çıkış gerçekleştirilmesi gerektiğine inanıyoruz. Bu noktada toplumsal ekolojinin dayandığı temellerin ve ilkelerin konulması gerekir, Kapitalist Modernite’nin yarattığı doğa üzerine kurulan tahakkümün sonrasında kadın üzerinde kurumsallaştırıp, pozitivist bilimciliğin yarattığı endüstriyalizm, ulus-devlet mantığının reddinden başlamak gerekir. Bugün yaşanan sorunsallıkla beraber bir kıtlık ve açlık korkusundan bahsedilmektedir. Tam da bu noktada Toplumsal Ekoloji paradigması ile doğaya dönüşün sağlanması gerektiğine, Kapitalist Modernite’nin yarattığı yabancılaşmayı bir kenara bırakıp, artık özümüz olan doğayla buluşmanın yolları aranmalıdır. Özellikle tam da bu noktada hâkim sistemlerin çıkış yapamaz olduğu görülmektedir.
- Bu yıkım Türkiye’de ve Kürt kentlerinde nasıl yaşandı?
Sadece Türkiye’yi ele alırsak 90 süreciyle köylerin boşaltılması, sonrası çatışmalı süreç önce köyleri bitirdi ve köylerde üretici konumda olan çiftçiyi üretemez konuma getirdi, tüketici konumda metropol kentlerde bir yaşama mahkum etti. Sonrası da var tabi, bölgede bir uçtan diğer uca yapılan barajlar, HES’ler ile köyler aynı akıbeti yaşamaktadır. Ayrıca bunlar bölgede yapılırken ülkenin Batısı için de artık durum farklı değil, maden ocaklarından, altın arama faaliyetlerine nükleer santrallere, JES’lere, termik santrallere ve ötesinde acele kamulaştırma, arazi toplulaştırmaları ile küçük çiftçilik bitme noktasına geldi. Sadece bunlarla da sınırlı değil, endüstriyel tarımın çokça teşviki de var, bu noktada yerel tohumlar ile üretimi bıraktırıp hibrit tohum, pestisistler sorunu var bunlarla beraber devleşen ilaç şirketleri, küçük çiftçinin adeta başına bela bir vaziyeti almış durumda. Yine bunun yanında küçük çiftçiliğin bitirilmesi noktasında, verimli topraklar dediğimiz Mezopotamya ve Altın Hilal diye kavramsallaştırılan bölgenin sadece tek Amed’i ele alırsak kentleşmenin teşviki ile, iktidar politikalarının kenti büyütme, gelişmiş diye gösterip hastaneleri şehrin uzak noktasına konumlandırıp, kenti oraya taşıyıp ve çevresinde var olan verimli arazileri müteahhitlere peşkeş çekilerek, bunda tarımda artık kâr edemeyen, kendi geçimlik ekonomisini dahi sağlayamayan çiftçileri de ekleyince topraklar birden 10 katlı apartman sitelere dönüşmüş durumda. Bunun yanında son süreçte elektrik, su faturalarının Kürt çiftçisine nefes aldırmadığını, üretemediğini gördük, destekler dahi sadece büyük çiftçileri yani endüstriyel tarım yapanları desteklerken haliyle küçük çiftçilik bitti. Özetle, küçük
çiftçiliğin bitirilmesi, kentleşmenin, alışveriş merkezlerinin öne çıkarılması bu noktada yaşadığımız süreçte, bugün günlük tedbirler ile geçiştirilirken sorunun uzun vadede ele alınmaması nedeniyle yaz aylarında bir gıda krizinin ortaya çıkması işten bile değildir. Bunlardan bahsederken çözümsel yaklaşıp tam da bu süreçte tarıma dönülmeli, geleceğe yönelik politikalar ortaya atılmalıdır. Kısa vadede şehirlerde çalışmaz duruma gelmiş insanlar var, mesela mevsimlik işçi bu sene olmayacak, bu noktada bir politika gerekiyor. Doğrusu sistemsel yaklaşmamız gerektiğini söylüyoruz. Krizin yaratanlar Kapitalist Modernite ve onla birlikte endüstriyalizm ideolojisi, ulus-devlet mantığıdır ve krizin yaratanları bu noktada çözüm kapısı olamazlar. Sistem karşıtı hareketler, halklar sosyal dayanışma ağlarından bahsediyor, aynı şekilde sosyal dayanışma ağları komün mantığı ile köylere dönebilmeli, çiftçilerle bir ortaklaşmaktan öte artık üretimde yer almalıdır.
- Bu bağlamda oluşacak bir ittifakta çevreci ve ekolojist siyasetler/gruplar/hareketler kendini bulur mu?
Demokratik Modernite güçlerinin olabilmesi 3. yolun aslında pratikteki ifadesi olacaktır. Ve başta belirttiğimiz gibi bu yaşanan kaos aralığında çözüm noktası 3. yol olacaktır, yani doğaya dönüş, insan-doğa merkezli iki olgunun birlikteliğinin pratikteki ifadesi olacaktır. Yine bu noktada küçük çiftçilikten bahsederken sorunu, gıda krizine bağladık, bu noktada yaşanan salgından öncesi her gün verilen güncel vaka sayıları, ölümlerin sayısı ortaya atılırken, ithal tohum yani hibrit
tohumlar ile yaşanan ölümlerden, mesela kanserden, kalp-damar tıkanıklığından, yarattığı şeker ve tansiyon gibi hastalıkların aslında salgının yarattığı ölümü tetiklediği bir hakikat iken, kimse bu ölümlerin fazla olmasının, kronik hastalıkların sebeplerinden, gıda krizinden bahsetmemektedir. Bu noktada gıda krizini gerçekten artık gündemleştirebilmek ve yediklerimizin aslında masumane sadece ihtiyaçlarımızı gidermediğini görmek gerekir. Doğrusu bu noktada çiftçilik, tarımdan bahsederken, mesela doğadan uzaklaşan yabancılaşan nesillerimizi görmek gerekir. Ve yine Öcalan’ın bir savunmasından alıntıyla bunca verimli arazinin olduğu yerde “işsizlik” olabilmesini yadırgamış ve ilginç bulduğunu söylemişti. Evet doğamıza dönersek, tüketicilikten üretici konuma geçirebileceğimiz genç ve orta nüfusa sahibiz. Ve aslında bu haliyle yaratılan ihtiyaç fetişizminin insanları kentleri fabrika köşelerinden, megapol kentlerinden, sağlıksız yaşamdan kurtaracağız.
- Bu noktada eko-kentlerde söz edebilir misiniz?
Ayrıca kentleşmeleri unutmamak gerekir ve bu konuda çokça bahsedilen eko-kentlerden bahsetmek gerekir. Kapitalizm öncesi doğal toplumlardan konuşmak gerekir, doğal toplumda klan yaşamında toplulukların komün mantığı ile yaşamını göz önüne alırsak, sadece var olan ihtiyaçlar ve yetebilirlik üzerine barınma politikaları vardı. Köy yaşamındaki tek göz odalar insan yaşamında barınma ihtiyacını karşılayabiliyordu. Bugün kentleşme sorunundan bahsedilirken bu konuda ilgili çevreler yatay ve dikey mimariyi tartışmaktadır. Oysa ki ihtiyaç olup olmaması noktasından bakmamız gerekir, çünkü son süreçte inşa edilen siteler, apartmanlar dahi daireleri elden çıkamamaktadır ve ihtiyaç fazlası olduğu ortaya çıkmış durumdadır. Bu konuda Murray Boockhin ihtiyaç fetişizminin yarattığı körlükten bahsetmektedir. Bizzat güncelde de yaşanan budur ve devamında Murray Boockhin ezilenlerin ihtiyaçlarını hakim sistemler belirler demektedir. Bugün Kapitalist Modernite; tv reklamlarından, sosyal medyasına, billboardlara kadar insanları cezp edecek yalanlarla, kafa karışıklığından ve kentlere sıkışmış yaşamın insanlarını ev almaya ya da yemek üzerine, fastfoodlara, alışverişe yani tamamen tüketime teşvik etmektedir. Fabrikalara sıkışmış insan yaşamlarından bahsetmek gerekir, insanlara hep bunlar sizin ihtiyacınız diyerek önce aç bıraktığı insanlara, sanal bir dünyanın refahından bahsetmektedir. Ve sadece buradan bile bakarsak özelde Türkiye’de ve dünyada yaşananları ortaya koyabiliriz, yaratılan ihtiyaç fetişizminin köleliği evet belki modern kölelik diye kavramsallaştırılan köleliği görebiliriz. Ve sadece ekonomi üzerinden sorgulayabileceğimiz bir kapitalist sistemden öte vahşilik ötesi bir sistem olarak Kapitalist Modernite’nin artık anlaşılması gerekir ve buna karşılık da artık verilmesi gereken bir pratik cevap olması gerekmektedir. Çünkü derinsel baktığımız zaman yarattığı iklim krizinden, gıda krizine, salgına, modern kölelik ötesi yaşamına, teknolojisiyle, tüketici konumuna getirilen toplumla, kendi çarkına vida yaptığı bireylerine ve yarattığı doğa talanına, kadının yok edilmesine kadar çok geniş bir sistem olarak artık çözümlenmesi ve karşısında 3.yol diyeceğimiz ve daha da geniş bir sistemleşmesi gereken Demokratik Modernite’nin çözüm olduğunu savunabilmemiz, ortaya koymamız gerekmektedir. Ayrıca bu noktada Ortadoğu’dan dünyaya yani evrensel çerçeveden bakınca kadın mücadelesi ve ekoloji mücadelesi öne çıkmaktadır, ortaklaşmaktadır. Bu konuda ortaklaşmalarının dayandığı temelin de iyi anlaşılması gerekir, bu konuda uygarlık sisteminin doğa-ana talanı, yok edilişiyle birlikte aynı politikayla kadına yönelmektedir ve tüm sistemini bunun üzerine kurduğu kurumlaşmalar, yönetim sistemlerinden, ekonomisine kadar hepsiyle bunu ortaya koymaktadır. Bu noktada son olarak artık 3. yol elzemdir, artık yaşanan sorunsallıklar sonucu da rolünü oynama fırsatını da sunmaktadır. Ekoloji mücadelelerinden, kadın mücadelesine ve bütünüyle sistem karşıtı hareketlerin birlikteliğiyle yeni bir dünya hayalini kurabileceğimizi görebilmeliyiz ve artık yeni şeyler söyleyebilmeli, yeni yaşamı pratikte kurabilmeliyiz. Bundan sonrası da komünleşmeler, sosyal dayanışma ağlarıyla, sonrasında artık kurumlaşma sağlayacak sürece cevap olacak kooperatifleşmelerden, eko-kentlere kadar istenilen yaşamın ütopya olmadığını, ortaya çıkarılması gereken hakikat olduğunu kanıtlamak gerekir.
YARIN: GAZETECİ NECMETTİN SALAZ