Sayıları 41 olarak açıklandı. Bartın Amasra’da onlarca can diri diri yandı, boğuldu. Onca ailenin yaşama sevinci, umudu, birlikteliği ölen canlarla birlikte sönüverdi. Maden cinayetinin ardından canımız yanıyor. Bu katliamları önleyememenin acısı çörekleniyor ruhumuza. Siyasi iktidar, madeni işleten şirket, onlara her türlü izansızlığı yapabilirsiniz diye onay veren bakanlıklar, idareler, bu sistemin çarkını sermaye tarafına döndüren Devlet sorumlu, onca hayatın sermaye ve güç uğruna yok oluşundan. Bağırmak üstlerine çullanmak hesap sormak istiyor insan her defasında. İçinizin acısını hafifletmiyor öfke bu acıları yaşamanın sonu gelmiyor.
İSİG İşçi Sağlığı İş Güvenliği Meclisinin sosyal medyada, çalışırken ölen işçilerle ilgili her paylaşımı bu gerçekliğe sizi taşıyor, hepimizi oraya işçilerin yaşamlarını yitirdiği yere bırakıveriyor, debeleniyorsunuz Yaygınlaştırmayı içinize sindiremiyorsunuz. Acınızı ve sorumluluğunuzu hafifletmiyor, yeterince bir şey yapamama her seferinde daha çok vuruyor bizlere.
Daha ne kadar yeterince yapamayacağız. Daha ne kadar süreci yaşama evirmenin politik mücadele hattında tutum almak yerine, sistemi alaşağı edici gücü açığa çıkartmadan sadece kınayan, canı yanan, işçi sınıfının yanındayız demenin ötesine geçmeyen yerde duracağız.
Soma Faciasında patlamadan birkaç saat sonra Soma’ya sabahın erken saatlerinde ulaşan Bizleri gerçekler karşılamıştı. Yaşanan facianın nedeni biliyorduk oysa…
Kömür işletmesinin karşı yakasında tarlalarda ekinlerin aydınlığı ile selamlıyordu gelenleri, yolun diğer yanı, maden tarafı ise siyah paramparça olmuş artık toprak olmayan bir bölgenin karanlığıydı. Ekinler karanlığa inat direniyordu, bu karşılaşma; yolun karşı tarafında madenden çıkarılmayı bekleyen, karbon monoksitle zehirlenmiş, patlamaya yanmış bedenlerin düne kadar tarlasını ektiğinin, oksijen soluduğunun, geçimlik yaşamını sürdürdüğünün deliliydi. Yaşanmış bu özgürlük; şirketin, ona her türlü imkanı açan, desteği sunan siyasi iktidarın Soma’yı kapitalizmin kıskacına sokmadan öncesiydi.
Madende ölmenin kaza ve fıtrat olduğunu iddia eden sistemin yürütücülerine, siyasi iktidarın kapitalizmin saldırılarına inat direniyordu yolun karşı tarafı.
Yakınını bekleyen bir eş – biz her gün vedalaşırdık, bu katliamın bir gün kapımızı çalacağını biliyorduk -derken razı oluşa nasıl sürüklendiklerini de aktarıyordu. Bu razı oluş yalvarmaya da dönüyordu – Ne olur madeni kapatın demeyin, söz verdiler ölenlerin yakınlarını öncelikle işe alacaklar- diye. Sabahın 5 inde henüz göçük altında olan işçilerin akıbeti belli olmadan saatler önce, halka ölenleri yakınları için ne kadar tazminat ödeneceği bilgisi “yetkililer”ce bildirilmişti.
Henüz göçükten işçiler çıkarılmadan önce sabahın ilk ışıklarında Soma’dan dışarıya doğru konvoy gibi giden cenaze araçlarının kimleri nereye taşıdığını hiç öğrenemedik. 301 sayısı, onca canın yakınları ile birlikte bedel ödediği facianın raporlarına geçti. Bu facianın sorumlularının devlet tarafından nasıl aklandığını hepimiz canımız yana yana izledik.
Katledilen canlardan geriye çocuklar, tazminat evli olanların eşine ödendiği için eşinin ailesinin yanında yaşamaya mahkum olan gencecik kadınlar, gözü yaşlı anneler, babalar, acılar yoksulluk kaldı.
Bartın’da katliamdan birkaç gün sonra, genç bir kadın -bebeğim daha bir aylık 21. Yy. da uzaya gidenler varken kocamı birkaç yüz metre derinden günlerce çıkaramadılar – diyordu konuştuğu bir basın emekçisine, eşinin yanan bedenine sarılamadığın, onunla vedalaşamadığını söylerken.
Soma Faciasını gün yüzüne çıkaran hukukçular tutuklandı. Katliamı yapan şirketin yetkilileri aklandı, aynı şirket, tıpkı kendileri gibi katliamlarla yoluna devam şirketler gibi, bakanlıktan yeni katliam projeleri için renkli tanıtım dosyaları ile başvurmaya devam etti, onaylarını alarak yollarına devam etti.
Dün Soma’da bugün Bartın’da yaşananlar aynı. Biz bu acıları yaşamaya devam ediyoruz. Ermenek te, Siirt Şirvan’da canları yitirdiğimizde de acımız aynıydı. Artık yaşamak istemiyoruz. Üzülmek öfkelenmek yetmiyor, faciaların yaşandığı yerlerde neden bu iktidara oy veriyorlar diye üstten sorulan ötekileştiren sorular bu acıların yaşanmasını önleyemiyor. Bizler bu yaşadıklarımız nedenini biliyoruz, Kapitalist sistemin projelerinin yaşama yansısının tüm alanlarda yeni krizlerin altında yok olarak yaşıyoruz. İSİG verilerinde 2022 yılında dokuz ayda 1359 işçi yaşamını yitirmiş, bunu % 23 ü çocuk, %20 si ezilme göçük altında kalanlar, %15 si düşme. İSİG katliamları sayıdan çıkartmak için yaşamını yitiren işçilerin yaşını, geldiği yeri, nerede katledildiğini ve ismini de yansıtıyor raporlarına. Bu dağılım siyasi iktidarın, yürütücülüğünü üstlendiği davletin politikaları olarak yansıyor yaşama. Sistemin bir bütün olarak yürüttüğü eril, tekçi, kapitalist yönetimi ile cinayetlerin nasıl arttığını, olağanlaştırıldığını, katliamların her geçen gün nasıl yaygınlaştığını gösteriyor.
Yok olurken hayatlar, ölen iş yapamaz hale gelenler, beraberindeki ailelerin yok oluşu, yoksulluğa ve yeni katliamlara mahkum edilişi artıyor.
Tarım alanlarının, yaşan alanlarının şirketlerin kullanımına sokulmasına karşı yürütülen mücadeleler, işçi sınıfının iş cinayetlerine mahkum edilmesini, emeğin sömürülmesini ve ekolojik yıkımı önlemenin ortak politik mücadelesi olarak sürmesinin önemini yaşanan her katliamda canımız yana yana sadece kavramak istemiyoruz.
Bu politik gerçeklik karşımızda var olurken, bu gidişi dönüştürecek gücümüzü yaşama geçirmeliyiz. Sistemin bize dayattıklarına mecbur değiliz. Politik gücümüz, emeğin, kadının, ezilen halkların verdiği mücadeleleri ekoloji mücadelesi ile buluşturabiliriz.