Doğan Kılıçkaya
Ekoloji hareketlerinin gerçekleştirdiği konferansın açığa çıkardığı büyük coşku ve geleceğe dönük daha da umut verici sonuçları elbette çok tartışılacaktır. Tartışmak ve sürekli gündemde de tutmak gerekiyor. Çünkü sonuçta bu işten ekoloji hareketleri sorumlu olsa da toplumda öyle anlaşılmış bir toplumsal ekoloji bilinci yok. Bu bilinç yaygınlaşıp özümseninceye kadar da elbette tartışılacaktır. Onun için daha baştan belirtelim ki, ekoloji hareketleri bir konferansla süreci tamamlamış olamazlar. Konferansın da açığa çıkardığı sonuçlar bakımından düzenli, istikrarlı ve kararlı bir biçimde tartışmak gerekmektedir.
Elbette tartışmanın da bir yol ve yöntemi vardır. Ama esas yöntemi de konferansa katılım yapan ve bu konuda çok güçlü tanımlama ve belirlemelerde bulunan analar göstermiştir. Hiç de cafcaflı sözler aramadan kendi doğal, akışkan dilleriyle bunu gerçekleştirmişlerdir. Bunu söylerken entelektüel bilgiyi yadsıdığımız veya küçümsediğimiz anlaşılmamalıdır. Söylemek istediğimiz halk gerçekliğimizi doğru anlamak ve onun anlayacağı dille ona gitmektir. Öğrenme ve öğretmenin en basit yolu budur.
Nitekim konferansa katılan akademik ünvana sahip birçok kişi de anaların o sade ve yalın dillerinden büyük bir hoşnutluk almışlardır. Zaten konferansın dışına yansıyan moral ve motivasyonda da bu hoşnutluk kendisini muazzam yansıtmış, toplumda geleceğe dönük çok güçlü bir umut yaratmıştır.
Konferansa damgasını vuran anaların rolü kadar büyük bir istekle vurgusu yapılan ekoloji hareketinin örgütlülük düzeyindeki parçalılığı aşma iradesi de umudu büyüten faktörlerden olmuştur.
Bu bakımdan mevcut Ekoloji Hareketi veya hareketleri ile gerçekten doğa dostu bütün kurum ve organlara çok büyük sorumluluklar yüklemiştir. Onun için konferansın açığa çıkardığı bu büyük irade birliğini hızla örgütlemek gibi ağır sorumlulukla karşı karşıyayız. Ki, ahlaki politik toplum olmanın da gerekleri buradan geçmektedir. Toplumun açığa çıkardığı temel ölçü ve değerlere aykırı tutum alan hiçbir kurum ya da birey toplumla buluşmayı gerçekleştiremez. Ekoloji kavramı da en genel anlamda toplum ve doğa bütünselliğini amaçladığı için ekoloji hareketlerinin bunu sadece bir görev olarak değil yaşam ilkesi olarak içselleştirip özümsemesi gerekmektedir. Öyle olmadığı zaman yaşamın hızlı değişken gündemleri de insanı alıp kendi akışında sürükler. Ekolojik yaşamın ilkeselliği de bunun için gereklidir. Toplumsal ekoloji sorunu diğer toplumsal sorunlardan daha çok kendini dayatmaktadır.
Yani hiçbir toplumsal sorun, toplumun ekoloji sorunu kadar kendisini dayatmamaktadır. Ekoloji her an her dakika SOS işareti vermektedir. Hatta ekoloji sorununun diğer toplumsal sorunlar kadar farklı farklı sınıf ve katmanları etkilediği gibi ekoloji sorunu hiçbir ayrım yapmaksızın toplumun tümünü etkisi altına almaktadır. Zengininden yoksuluna kadar tüm toplumsal kesimler ekoloji sorunundan etkilenmektedir. Herkes için temiz hava ve temiz su gereklidir.
Dolayısıyla sorunun tanımlanması kadar etkilediği toplumsal çevre ve katmanların hepsini bir arada tutmak da temel bir sorundur. Onun için de başta sorunun kaynağını doğru tanımlamak çözümün de büyük ortağını açığa çıkarır ve çözümü de kolaylaştırır.
Tüm doğayı sermayenin ve kârın kaynağı olarak gören zihniyet ekolojik felaketin de kaynağı olduğundan geri kalan tüm toplumsal kesimleri aynı ilkesel yaşam içerisinde örgütlemek gerekmektedir. Onun için ekoloji hareketini salt homojen bir sınıfın veya katmanın sorunu olarak örgütlemeye kalkarsak sorunun çözümüne hizmet etmiş olamayız. Reel sosyalizm bunu yaptı ve başaramadı. Ekolojist ve feminist hareketleri “burjuva liberal akımlar” olarak tanımlayıp kendisinden uzak tuttu. Ama kendisi burjuvalaşmaktan kurtulamadı.
Kaskatı örgütlendirilmiş bir bürokratik yapı olarak kendilerini geliştirdikleri için reel sosyalizm çözülmek zorunda kaldı. Bu tarihsel tecrübenin bize kazandırdıklarıyla doğru bir örgütlenme anlayışı geliştirirsek sorunun çözümüne de katkı sunmuş oluruz.
Bu bağlamda konferansın geliştirdiği tartışmalardan Ekoloji Hareketleri Konferderalizmi en doğru ve en güçlü seçenek olmaktadır. Yani her yerelden doğru meclisler oluşturarak, meclisleri yerellerin temel karar ve uygulama gücü kılarak mahalle ve köyden ilçeye, ilçeden il ve bölgeye göre kademe kademe kendisini yatay bir örgütlülüğe kavuşturmak zorundadır.
Aslında toplumlarımız bu örgütlenme modeline yabancı da değildir. Yeter ki tarihin derinliklerinde kalmış olan toplumsal kültürümüzü açığa çıkarmayı başaralım. Bu başarılınca göreceğiz ki, toplum tarihsel olarak da muazzam bir Konfederal örgütlenme modeline sahiptir. En yalın haliyle imece kültürü bile böyle bir toplumsal örgütlenme modelidir.
Konferansın seçim ön gününe gelmesinden hareketle, Ekoloji Hareketleri Konferansı’nın açığa çıkardığı bu hayati derecedeki sorunumuzu seçim gündemlerinin hay huyuna kurban etmeden, hatta kendi örgütlenme modelimizi geliştirirken bile kendi seçme kriterlerimizi de örgütlemiş oluruz. Bu da bir tartışma ve toplumsal olarak kendini var etme biçimidir. Başkalarının gündemine takılıp giden değil, kendi gündemimizle başka gündemleri de bütünleştirerek işlersek konferans kararlarına anlam kazandırmış oluruz.