Kadınlar ve çocuklar en çok şiddete maruz kalanlardır. İnsanların hayatta kalması tabiat kaynaklarına bağlıdır. Adalet herkes için birincil değerdir. Acil olarak kadın haklarını koruyan düzenlemeler yapılmalıdır. Tehditleri durdurmak üzere lokalize eylemler yapılmalıdır.
Ekoloji ve feminizm arasındaki bağ aynı zamanda hem duygusal hem de çevresel öğeleri içermektedir ve ekofeminizm bu düalist ilişkinin bir sonucudur.
Ruhsal vizyon çevre vizyonu En önemli değer maneviyattır. -Öncelikli değer tabiat olmalıdır. Dünya ve tüm yaşam formları kutsaldır ve korunmalıdır.- Dünya tüm yaşam türlerinin birbirine bağlı olduğu bir ekosistemdir. İnsanlar dünyada bir komün halinde bulunurlar.- İnsanlık doğayla uyum içinde olmalıdır.
Değişim geçmişi geri kazanmak için yapılmalıdır.-Değişim geleceği inşa etmek için yapılmalıdır. Keşifler Tabiat Ana’yı tanımak ve onunla huzur içinde yaşamak için yapılmalıdır.-Doğa ile uyum içinde yaşanmalıdır.
Feminizm akımı cinsiyet ayrımcılığına karşı doğmuştur. Ekofeminizm akımı ise özelde tabiat ve kadınlar arasında bir bağ kurarak her ikisinin de erkek egemen dünya tarafından sömürüldüğü argümanı üzerine kuruludur.
Ekofeminizm akımı kadın ve ekolojik çevreyi yani doğayı birbiriyle ayrılmaz bir bütün olarak görür ve ekolojik tahribatın ancak feminist bir yöntemle önlenebileceğini savunur. Çevre tahribatının esas sorumlusu erkek egemen dünyanın hırsları ve doymak bilmeyen egolarının beslenmesi çabasından başka bir şey değildir.
Kadın figürü, İslam dini dışında diğer dinlerde evrenin yaratılışından bu yana Havva’nın (Eva) Adem’i (Adam) kandırarak yasak meyveyi yedirmesi kıssası nedeniyle hep ilk günahın simgesi olarak görülmüş, Batı kültüründe eski çağlardan bu yana bu nedenle toplumda kendisine ancak ikincil bir rol bulabilmiştir. Sanayileşme devrimiyle fabrikalarda gece gündüz çalışan bir emekçi olmuş çağımızda ise emekçi olma rolünün yanısıra eğer fiziki cazibe ve yeterliliğe sahipse araba lastiği reklamlarında bile boy gösteren bir mütemmim cüz, bir meta olmuştur. Ekofeminizm bu noktada sadece ekolojik tahribata bir başkaldırı olmamakta diğer bir yönüyle kendisini el değmemiş doğayla özdeşleştirerek, doğanın böyle iflah olmaz şekilde tahrip edilmesiyle kadın ruhunun ilk çağlardan bu yana bu şekilde erkek egemen kültür tarafından örselenmesi arasında paralellik kurmaktadırlar. Velev ki Havva cennetten kovulduktan sonra bile Adem peygamberin hayata uyum sağlaması konusunda destekleyicisi olmuş ve neslin devamı için çalışmıştır.
Ancak bu bütün uygarlıklar için böyle değildir. Özellikle Uzakdoğu inanışlarında tabiat unsurlarının bazıları ve özellikle bereketin sembolü ve hayatın devamının en önemli sembolü olan toprak çoğunlukla dişil bir varlık olarak kabul görmüştür.
Ekosistem kavramının özüne bakıldığında Anadolu’da “Kybele”, Antik Yunan uygarlığında “Gaia”, Amerika yerlilerinin kültüründe “İna”, Uzakdoğu uygarlıklarında “Ying Yang” olarak adlandırılan “dünyanın integral enerjisi”dir ki “ekosistem” bu enerji yasaları ve oluşturduğu sistemi ifade eder ve bu tanımlamalardan Kybele ve İna dişi birer varlığa işaret ederken, Ying Yang ise birbirini tamamlayan erkek ve dişi sembolleri ifade eder. Kadın sosyal hayatta erkek tahakkümü altında eziyet çekse de “tabiat ana” terimi onu yüceltmeye yetmekte, onun tevazusu ve verimliliğini ve merhametini temsil etmektedir. Ekofeminizm hareketi bu noktada yüzyıllardır bir şekilde sömürülen kadınların çıkış noktası olarak tabiatla özdeşim kurmalarının bir sonucudur. Kimi zaman aşırıya varan aktif direnişle anılan ekofeminizm hareketi kimi zaman da doğanın devamlılığını neslin devamı için gerekli gören ve neslin devamının ise doğanın esenliğine bağlı olduğunu gören kadın duyarlılığının tabiata “merhametli bir anne” olarak yansıması olarak da karşımıza çıkar.
Çevre konusunda karamsarlık eşiği aşılarak artık her gün farklı bir felaket senaryosu kurgulanmaya başlandıysa bunda ataerkil toplum anlayışının doğaya karşın kalkınma ve temelleri Bacon’a kadar dayanan tabiatı av insanı bir avcı (chasse de Pan) geleneğinin önemli bir rolü vardır. Ve dünyaya erkekler kadar mahir avcı (!!)
olan kadınlar henüz gelmemiştir.
“Petra Kelly’e göre, gelecek kuşakların şikayet mercileri olarak, yalnızca kadınlar kendi köklerine, doğal ritimlerine, kendi içlerindeki uyum ve barış arayışlarına dönebilirlerken, erkekler, en azından erkeklerin çoğu, sürekli olarak kendi iktidar mücadelelerine, doğayı sömürme çabalarına ve askeri egolarını tatmin eden yolculuklara bağlanmışlardır.”
“Bağışık İnsan Paradigması” (Human Exceptionalism Paradigm) ya da daha açık bir anlatım ile, “insanın dünya üzerindeki tüm diğer varlıklardan köklü bir biçimde farklı ve diğerleri üzerinde egemen olduğu görüşü ekofeminizme uyarlandığında buradaki paradigmanın insanlara değil de sadece erkeklere özgü bir durum olduğu, kadının da tabiattaki diğer varlıklar kadar ötekileştirildiği sonucu çıkarılabilir.”
Başlıca ekofeminiz hareketleri Carolina Merchant, dünya genelinde eko-feminizmin başarıya ulaştığı başlıca hareketleri
1. Chipko Hareketi (Hindistan 1972-1978)
2. Kenya Ulusal Kadın Birliği (1977)
3. Hindistan’ın Nehirleri (Metha Petker 1992) olarak sıralar.
Bunun yanısıra, Mısır’da Marvit Gölü kirlenmesine karşı kadın direnişi, Kenya’da Greenbelt hareketi, Bangladeş’te toksik atıklarla, Ghana’da toprak erozyonuna karşı mücadele ile kadınlar kendilerini doğanın vasisi olarak göstermişlerdir. Yine Peru’da, alternatif atık toplama yöntemleri geliştirirken, Brezilya’da deniz kaplumbağalarını korurken ve İspanya’da organik çiftçilik için lobi yaparken eko-femistlere rastlayabiliriz.
Ayrıca ülkemizde son yıllarda Muğla Kurudere köyü kadınlarının ormanları korumak adına yaptıkları eylemler, Hasankeyf’te tarihi korumak için yapılan eylemler, Rize’nin Fındıklı ilçesinde, Manisa’da ve Erzurum- Tortum’da yapılan HES karşıtı kadın hareketleri doğrudan ekofeminizm çatısı altında değerlendirilmese de kadın-doğa dayanışması ve kadın merhametinin insanoğlunu kapsadığı kadar tabiatı da kapsayacak kadar büyük olduğunu göstermesi açısından oldukça manidardır.
Sonuçlar
Dünyanın ortak sorunu haline gelen çevre kirliliği tehdidi her ne kadar maddi çevrenin kirlenmesiyle eşanlamlı tutulsa da doğal mirasa sadece materyalist ve kâr amaçlı dar bir açıdan yaklaşan manevi kirliliğin ve iflah olmaz bir açgözlülüğün getirdiği sorunlar olarak da görülmedikçe bu konuda gerçek manada çözümler üretilmek istenmesi bir ütopyadan öteye gitmeyecektir.
Yine de bir ümit olması açısından 1970’lerin başlarından bu yana dünya üzerinde çevre sorunlarına ve ekolojik tahribata dikkat çekilmesi konusunda örgütlü örgütsüz birçok çevreci hareket meydana çıkmıştır. Ekofeminizm akımı bu gruplardan biri olmakla birlikte ülkemizde çevre sorunları ve ekoloji yazınında hak ettiği değeri görememiştir. Ancak son birkaç on yıldır Diyarbakır Sur, Batman Hasankeyf, Manisa’dan Antalya’ya birçok ilimizde ve özellikle Diyarbakır Sur, Batman Hasankeyf, Bursa Başköy, Kazdağları ve Fındıklı ve Tortum gibi ilçe ve kasaba ölçekli küçük yerleşim alanlarında çevre sorunları konusunda sivil direniş gösteren kadınlar, tabiat-kadın birlikteliğinin ve kadının doğaya karşı merhametli bir anne gibi yaklaşmasının tipik örneği olarak çevre literatürüne geçmişlerdir.
Artık eskisi gibi doğayla uyumlu günlere ve ekolojik hayata dönmek imkansız gözükse de kadın- erkek fark etmeksizin, ortak aklın bir an önce devreye sokularak çevre sorunları ve ekolojik tahribatın en az seviyeye çekilmesi tüm insanlığın ve gelecek nesillerin var olmaya devam etmesi açısından önem arz etmektedir.