Son günlerde Türkiye’de yaşanan gelişmeleri takip etmek giderek zorlaşmaya başladı. Bu baş döndürücü günlerin içinde öne çıkan sistem içi siyasete dair birşeyler demek gerekiyor. AKP iktidarının popülaritesi gittikçe azalırken, bu boşluğu doldurmak adına CHP ve İyi Parti’nin başını çektiği sağ bir muhalefet yaratılmaya çalışılıyor.
CHP, İYİ Parti, DEVA Partisi, Saadet Partisi, Demokrat Parti ve Gelecek Partisi ‘parlamenter sistem’ arayışıyla toplantılar yaparken, yine alışıla gelinmiş tutum olan ‘Erdoğan’ gitsin de ne olursa olsun modunda bir gelecek hayali halklara yedirilmek isteniyor.
Bu 6 partinin temel gündemi olan ‘öncelik Erdoğan’dan kurtulmak’ anlayışına benzer süreçlerin Özal iktidarları için de gündemleştirildiğini unutmamamız gerekiyor. Türkiye’de emekçi halklar 2018 yılına kadar parlamenter sistem sayesinde sanki çok güzel günler geçirmişçesine bugün yeniden kutsanarak gündeme getirilmesinin ardında emekçi halkların çıkarlarını içeren her hangi bir şeyin olmadığını biliyoruz.
AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın çeperine topladığı 3-5 sermaye gurubuna kamusal tüm getirileri bağlarken, muhalif sağın bundan rahatsızlık duymasının nedenleri de bu bağlamdan uzak değil. Muhalif olarak AKP diktatörlüğüne karşı çıkan CHP ve sağ yapılar adalet çağrısında bulunurken, yapılan adalet çağrısı özünde mevcut iktidarın yağmasına yeterince ortak olamayan sermaye çevreleri için. Halkın adalet çığlığı ve talebi ise bu noktada kullanılıyor. Erdoğan ‘Dünya 5’ten büyüktür’ derken dünya emperyalist kapitalist sistemden payının büyütülmesini istiyor ve çeperindeki 3-5 tane sermaye yapısının dünya sömürü mekanizmasına locadan katılma hevesini ortaya koyarken aradığı adalet bundan ibaret.
İşte böyle bir Türkiye’de iklim değişimine yönelik Paris İklim Anlaşması onaylandı. Paris anlaşmasının dünyadaki yaşamın yok oluş sınırındaki durumunu değiştireceğini düşünmek büyük bir hayalperestliği gerektirirken, kapitalist ülkelerden iklim adaleti istemek boş bir heves.
Bu sorunu ortaya çıkaran kapitalizm gerçeğini ‘insan etkinlikleri’ etiketiyle görünmez kılanların politikalarına eklemlenme tehlikesi ise büyüyor. Bu onaydan sonra mücadele yeni başlıyor vurguları yapılırken, neyin mücadelesini vereceğimiz noktasında büyük bir ayrışma ortaya çıkıyor ve çıkacak.
TBMM’de onaylanan anlaşma ile milyonlarca hektar tarım arazisinin güneş panelleriyle doldurulmasını mı? Meraları ve ormanları yıkıma uğratan rüzgar santrallerini mi? Bulunduğu bölgede suları, havayı, tarım arazilerini zehirleyen JES’leri mi? Suları bentler ardında hapseden HES’leri mi? Her türden atığın yakıldığı biyokütle santrallerini mi? Ya da nükleer enerjiyi mi? savunacağız.
Çünkü anlaşma buna hükmediyor! Yani kömür ve diğer fosil yakıtları yakmak yerine alternatif olarak sunulan enerji üretim biçimlerine dönülmesi imzanın ana fikri.
Kapitalist üretim biçimine kökten eleştiri getirerek kapitalizmin değişim değerine karşı kullanım değerini savunan, doğayla sembiyotik ilişki kurmayı zorunluluk olarak gören ve sosyalist alternatif bir yönelimi temel alan ve bunu en üst perdeden dillendiren 3. yola büyük ihtiyaç var. Bunun dışında ehvenişer tercihler halklara ve doğaya her zaman kaybettirmiştir.