Zafer Yörük
AKP burjuvazisinin tabi olduğu ‘şampanya şişesi kanunu’, sonunda Sedat Peker tarafından ifşa edildi. Bu, aslında Türkiyeli inşaatçı sermayeye on yıllardır Türkî cumhuriyetler ve Ortadoğu coğrafyasında uygulanan üç aşamalı bir kanundur. Birinci aşama, şampanya patlatılarak karşılama merasimidir. Kazakistan’dan Azerbaycan’a, Irak’tan Libya’ya kadar büyük heveslerle dışa açılan Türk taşeronlar, gittikleri ülkeye belli miktarda bir sermayeyi de getirirler. Dost ve kardeş olarak karşılanırlar, misafirperverlik ve her türlü kolaylık kendilerinden esirgenmez. Şampanya patlatmış, şişe açılmış, iş insanımız da şişenin ağzından içeriye buyur edilmiştir. Yaptıkları yatırım cüzidir; ama girişimci ruhları engindir: İhaleler alırlar, rüşvet dağıtırlar, yolsuzluklar yaparlar, çalıp çırparlar, yeni ihaleler ve yatırımlarla şampanya şişesinin geniş tabanında servet biriktirerek genişlerler. İkinci aşama, bu nedenle ‘genişleme’ ya da ‘şişenin dibi’ olarak adlandırılır.
Sonunda üçüncü aşama olarak sonuç, ‘çıkış’ ya da daha doğru tabirle çıkamayış günü gelir. Biriken serveti ülke dışına çıkarma zarureti kaçınılmaz olarak hâsıl olmuştur. Fakat şişenin dibinde genişleyen iş insanının geri çıkması için yeniden incelmesi de şarttır. İşte o ana kadar bütün yolları açan, pürüzleri kaldıran, bürokratik ve yasal engebeleri itinayla düzleyen ‘dost ve kardeş’ ülkenin ceberut yüzü aniden ortaya çıkar. Türk iş insanı bir kenara çekilerek kendisine bir teklifte bulunulur: Buraya gelirken yanında getirdiğin sermayenin biraz fazlasını yanına alarak ülkeyi terk edebilirsin; kabul etmezsen bugüne kadar yaptığın yolsuzluk ve usulsüzlükler nedeniyle tutuklu olarak yargılanırsın. Kabul eden iş insanı, onca yıl çevirdiği dolaplara, yaptığı dalkavukluklara, kurduğu sofralara, gönderdiği hediyelere, yedirdiği rüşvetlere okkalı bir lanet okuyarak canını dışarıya zor atacaktır. Kabul etmeyenler önce hapsedilecek ve hesaplarına, nakit birikimlerine, mal varlıklarına da el konulmasının ardından sınır dışı edilecekler, canlarını kurtardıklarına şükredeceklerdir. Kıssadan hisse: Şişeden çıkmak için incelmek de yetmez çünkü bir de şişenin ağzına tıkanmış şampanya tıpasını yeniden patlatmaları için yetkililere yalvar yakar olmak şarttır.
Sezgin Baran Korkmaz’ın başına gelenlere bakıldığında bundan da fazlasının yaşandığı, ABD’den çaldığı 150 milyon dolarla girdiği ülkeden İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun cebine koyduğu pasaport ve 6 milyon dolar parayla çıkabildiği görülecektir. Tabii canını kurtarmış olduğu da söylenemez. Önce Avusturya’da durduruldu sonra da ABD’de hapse atıldı. Zavallı Robin Hood, oysa kimlere ne lahmacunlar ısmarlamıştı.
Öncesinde, tabii ayakkabı kutularıyla devlet erkânını boğazlarına kadar rüşvete batıran Reza Zarrab vardı. Belki SBK da onun gibi ABD’ye gidince bir süre yatıp at çiftliği sahibi olma hayali kurmuştu ama işi daha zor çünkü ilk ve büyük ‘günah’ Amerikan devletine karşı işlenmiş. Meselenin o kadarına akıl ermez.
Bunlar istisnai vakalar. Kaide ise şöyle: Erdoğan iktidarının sona yaklaşmakta olduğunu idrak eden Saray taşeronları, servetlerinin içine hızla düşmekte olduğu tehlikeyi hissettikçe çareyi geleceğin iktidarına yanaşmakta buluyorlar. Öte yandan Erdoğan rejiminin, çökülecek sermaye, talan edilecek kamu varlığı, sömürülecek kaynak bırakmadığı ülkede, gözünü bu taşeron çetesinin anormal servetine dikmiş olduğu anlaşılıyor. Kaynak kıtlığı, iktidarın bileşenleri arasındaki farklılıkların dalaşma ve çatışmaya doğru hızla evrilmesi sonucunu da doğuruyor. Demir-çelik baronu Erol Evcil’in hapsedilmesi belli ki şampanya şişesinin ağzının yeniden tıkandığının sinyaliydi.
İşte Erdoğan’ın aşığı Ethem Sancak tövbe edip yeniden ulusolcu olmaya bu şartlar altında mecbur kaldı. Peker’e göre Sancak, Vatan Partisi’ne bağışta bulunacağı birkaç milyon dolar karşılığında, servetini Doğu Perinçek’in yaygaracı savunma kalkanıyla koruma altına almış bulunuyor. Geçtiğimiz hafta Mehmet Ağar’ın da Perinçek’in cebine üç beş milyon dolar koymuş olduğu anlaşılıyor. Vatan Partisi saflarında istiklal harbine katılacak kadar düşkün hallerde.
Bu görünür vakaların ardında birkaç yıldır devam edegelen bir sermaye ve servet transferi süreci bulunuyor. Uzanlardan FETÖ’ye sermayeye çökme alanında Ermeni Soykırımı sonuçlarını da aşarak rekorlar kıran AKP’nin ihtiyaç hasıl olduğunda kendi taşeron sermayedarlarına da çökmekten imtina etmesi için hiçbir sebep yok. Bu nedenle, AKP’li iş çevrelerinin ülke dışına banka transferleri yetmediğinde çuvallar, konteynerler, TIR’lar dolusu servet kaçırmakta olduğu, Londra başta olmak üzere Avrupa kentlerinde ve ABD’de inanılmaz bir süratle taşınmaz mülk satın almakta oldukları gözleniyor. Bu sermaye kaçışı, son günlerde bedensel egzodus olarak da tezahür etmeye başladı. Son olarak, ağustosun ilk günü bir süperyat Marmaris’ten demir alarak Ege’ye doğru açıldı. İçinde, SBK’nın servetinin 45 milyon dolarlık kısmına Süleyman Soylu marifetiyle çökmüş olduğu bilinen ‘karanlıklar lordu’ İnan Kıraç bulunuyor. Yol üzerinde bir Yunan adasına uğrayıp Levent Göktaş adlı ‘derin’ katili de tekneye aldıktan sonra İtalya limanlarına doğru yelken açtığı belirtiliyor. Dönüşü olmayan bir yolculuk olabilir.
Servetlerini ve canlarını kaçırmayı başaramayanlar için, geleceğin iktidarıyla pazarlık yollarını araştırmaktan başka çare kalmamış bulunuyor. Ulusolculuk, burada da felsefi ve siyasi bir geçiş uğrağı olma umudu sunuyor. Ne de olsa sağ kanattan İyi Parti, sol cenahtan CHP, hamurları ve siyasi refleksleri itibarıyla hem milliyetçi hem de ulusalcı alternatifler. ‘Dönüşlerin efendisi’ Doğu Perinçek’in kolları ve kanatları altında toplu bir biat manevrası, opsiyonlar arasında en rasyonel görünenlerden biri.
Ulusol ve şampanya ilişkisine gelince… En son Demet Akalın paparazzisinin hepimize hatırlattığı üzere şampanya gazinolarda, pavyonlarda patlatılır. Ayrıca İstanbul’un içkili, eğlenceli, seçkin ve gösterişli gazinolarında assolistliğin ömrü uzun değildir. Her dönemin assolistleri, sahne hayatında ziyadesiyle yıpranıp gözden düştüklerinde bir ‘geri dönüşüm’ sürecine girerler. Bu sürecin en bilinen durağı taşra pavyonlarıdır. En bilineni de Bursa pavyonları. Vatan Partisi, gazino sahnesi misali kışla ve karargâhlarda saltanatları bitip emekliliği gelen generallerin yazıldığı parti olması hasebiyle zaten Bursa pavyonlarını çağrıştırıyordu. Şimdi servetini koruma derdine düşmüş dolandırıcı iş insanlarının ve ‘derin’lerden su yüzüne vurmuş namlı katillerin sığınağı haline gelmiş bulunuyor. Dikkatli bakıldığında, bu amorf bulamacın hepsini altında buluşturan çatının alamet-i farikasının, bu yeni ‘kutsal ittifak’ın ortak paydasının ırkçılık ve Kürt halkına olan yeminli düşmanlık hemen görülecektir. O taşra pavyonunun dar bütçeli şampanyası da işte ulusolculuk kadar oluyor. Demet Akalın’a patlatacak olsan maazallah kafandan aşağıya boca eder.