Kavramlar, kelimeler ve kuramların düalist bir yanı vardır. Hakikati ortaya çıkarıp özgürlük alanı yarata bileceği gibi, hakikati gizlemenin, inkar etmenin, üstünü örtmenin araçları durumunada gelebilirler. Eğitim kavramına bu gerçeklikle bakmakta fayda vardır. Toplumsallığın devamı ve sürekliliği için önemli olduğu kadar, devletçi sistemlerin varlığı, devamı ve geleceği için de o kadar önemlidir.
Genel anlamda eğitim kavramı; bireyde meydana gelecek istendik,kalıcı davranış değişikliği oluşturmak olarak tanımlanır.
Tanımlamak aynı zamanda bir kimlik oluşturmak, zihniyet dünyasını belirtmektir. “Kalıcı davranış değişikliği” şeklindeki bir tanımlama son derece sakıncalı, hakikati ters yüz eden bir zihin dünyasının kodlarını taşımaktadır. Neye göre davranış değişikliği? Kim için, nasıl bir davranış değişikliği? Bu tanımlama da bireyin özgürlüğünden ziyade, mekaniklestiren, makineleştiren, istenen davranışı öğreten, iktidar eksenli bir inşa sürecini barındırır.
Eğitim toplumun özüyle ilgili bir durumdur. Bu hakikatten bakıldığında bireye, doğaya ve topluma karşı bir sorumluluk bilinci de gerektirir. Bu bilinç, kemalet, bilgelik doğal toplumdan günümüze kadar gelen, topluma özgürlük alanı açan bir gerçekliği ifede eder. Eğitim özgürlük alanı yaratıyorsa, toplumsal ahlaklada ilişkilidir, çünkü toplumsal ahlâk ancak ve ancak özgürlükle mümkündür. Eğer eğitim sistemi özgürlük alanı yaratmıyorsa, toplumsal ahlâk görünür olmuyordur, bunun sonucunda toplumsal vicdanda görünür olmuyordur.
Eğitimin düalist bir yanı varsa, eğitici de (öğretmen) bulunduğu toplumsal formun, zihin dünyasının davranışlarını göstermez mi? İlkokuldayken Kürtçe konuştu diye öğrenciye şiddet uygulayan bir öğretmeni nasıl değerlendirmeliyiz? Bu davranış kime hizmet ediyor, yapılan iş kutsal mıdır? Veya zorunlu din dersine mâruz kalan bir alevi öğrencinin yaşadıkları hangi toplumsal ahlâk ve vicdanla açıklanır. Eğer toplumun kollektif vicdanı olan ahlâk yaşamın tüm alanlarında karşılık bulmazsa eğitim tarihsel hakikatinden uzaklaşır, öğretmenlik mesleğinin kutsallığı tartışılır duruma gelir.
Kişilik şekillenmesinde çocukluk dönemi belirleyicidir. Çocukluk döneminde edinilen bilgi, beceri, kültür, sanat, etik estetik değerler gençlik dönemine temel teşkil eder. Hangi toplumsal formda yaşarsak yaşayalım “Yedisinde ne isek yetmişinde de oyuz.” Ana kadının kemaleti ve bilgeliği ile oluşan şekillenme, kimlik kazanma yaşamda belirleyicidir. Bu tarihsel hakikat bilindiği için bütün ideolojiler işe eğitim ve çocukla başlarlar.
Doğal toplumda ana kadın kemaleti “Kadın mürşid-i kamilullahtır” hakikatinde gizlidir. Doğal toplum formunda ana kadın merkezli öğrenme süreci, devletli toplumda parçalanmaya başlar. Bu parçalanmış kişilikleri inşa etme sürecini Dersim soykırımından sonra somut olarak görmekteyiz.
Cumhuriyet modernitesinin zihni olan ulus devlet anlayışı özelde Dersim’i genel olarak tüm ötekilerin varlığını, kimliğini, doğasını, maddi manevî değerlerini, binlerce yıla dayanan kültürlerini kitlesel olarak çarmıha gerdi. Bu çarmıha germe süreci aynı zihin dünyasına hizmet eden öğretmenlerce yapıldı, Sıdıka Avar bu misyonerliği yapan öğretmenlerden sadece bir tanesidir. Dersim 38 Tertelesi’nde ailelerinden alınan kız çocuklarını Elazığ Kız Enstitüsü’nde eğitmiş, 20 yıl yatılıda çalışmıştır. Cumhuriyetin yeni neslini eğitecek model öğretmen Sıdıka Avar’dır. Cumhuriyetin kurucuları Elazığ Kız Olgunlaşma Enstitüsü’ne yaptıkları bir ziyatette Dersimli bir kız öğrencinin Türkçe konuşması ve İnönü’nün elini öpmesi İnönü’yi heyecanlandırmış yerinden kalkarak “işte eser bu” demesine sebeb olmuştur. Yine Sıdıka Avar anılarında anne babaları katliama uğrayan kız çocuklarını Atatürk’e tanıştırırken Atatürk’ün dilinde şöyle diyor: “Bu yaralı küçük gönüller sevgi ve şevkatle tedavi edilmeli, Türklükle kaynaştırılmalıydı.” Onun için bu dağ köylerine Türkçe ‘Ana’ ile sokulmalıdır. Doğal toplumdaki ana kadın bilgeliği, devletli toplumda kadın-aile ilişkisinde asimilasyonun aracı olmuştur.