Ege Denizi’nde 2015 yılından bu yana aralarında kadın ve çocukların da olduğu 2 bin 500 civarında ölüm vakası gerçekleşti
Muğla’nın Bodrum ilçesinde uzun süredir mültecilerle ilgili ceza davalarına bakan avukat Azad Öztürk, Mezopotamya Ajansı’ndan Esra Solin Dal’a Ege bölgesin’de yaşanan mlteci krizine dair değerlendirmelerde bulundu Öztürk, 2015 yılından bu yana Ege Denizi’nde aralarında kadın ve çocuklarında olduğu 2 bin 500 civarında ölüm vakasının gerçekleştiğini kaydetti
Kolluk kuvvetleri işin içinde
Son bir yıla 300’e yakın mülteci ölümünün yaşandığının bilgisini paylaşan Öztürk, son üç ay içerisinde ise yaklaşık 900 mültecinin yakalandığını söyledi. Mültecilerin tehlikeli yolculuğunu hazırlayan, sunan organizasyona da değinen Öztürk, şöyle devam etti: “Dosyalar içerisinde, mülteci başı adı verilen kişiler, yolcu başına 3-5 Euro alıyor. Tabii bunun taksici ve ilişkileri koordine edenler dışında dosyalarda birçok kolluk görevlisinin olduğu ortaya çıktı. Bu dosyalar incelendiğinde ise gizlilik kararı verilerek kamuoyundan gizleniyor. Bu bölge için adeta bir rant kapısı haline getirildi. Bu hem mülteci kaçakçıları tarafından hem de bu süreci kötü kullanan kolluk kuvvetleri tarafından. Bunun içerisinde sahil güvenlik personelleri, jandarma personelleri var. Ama daha çok sahilde görev yapan kolluk kuvvetleri ve organize şubede birçok şahıs tespit edilmiş durumda. Kiminin iddianameleri hazırlanmış durumda kiminin sonuçlanmış. Sonuç olarak da caydırıcı cezalar olmadığı da maddi bir gerçektir.”
‘Kaderine terk edilyor’
Hükümetin almış olduğu kararlar ve Avrupa Birliği‘ne üye olmuş devletlerin almış olduğu tutum neticesinde Türkiye’de mülteci geçişlerinin engellendiğini anımsatan Öztürk, buna rağmen hala güvensiz ve kaçak yollardan gitmeye kalkan mülteci sayısının hayli fazla olduğunu ifade etti. Bodrum, mültecilerin transit geçişi bölgesi haline geldiğini sözlerine ekleyen Öztürk, şunları dile getirdi: “Çünkü coğrafik olarak baktığımızda Yunanistan’a yakınlığı deniz ulaşımının daha rahat ve yakın olması sebebiyle göçmen kaçakçılarının en rağbet gören yerlerinden bir tanesidir. Türkiye’nin yaşamış olduğu belli illerde ellerinde mülteci kaçakçıların ilişki kurduğu kişiler, genellikle yolcu başı denilen kişilerin yanı sıra ilişki ağı içerisinde oldukları yerleşimlerini sağlayan otelciler, onlara teknenin sahibiyle ilişki kuran taksiciler ve bu taksicilerinde bıraktığı tekne mahalli sahil kesimine bırakılıyor. Orada yolcu başları ‘düzensiz göçmen’ diye nitelendirilen şahıslara bırakılıyor. On metrelik bir tekenin içine yaklaşık 40 kişi bindirilerek yolculardan birine bir rota veriliyor. Amiyane tabirle ‘dümeni dümdüz tut karşıya geçeceksiniz’ denilerek, yolculara kaderlerine terk ediliyor” dedi.
‘Ticari bir rant meselesi’
Türk Ceza Kanunu’n 179’un maddesinde düzenlenen göçmen kaçakçılığının suçu 3 yıldan 8 yıla kadar cezalar olduğunu belirten Öztürk, şöyle devam etti: “Yaptırımlarının çok ciddi olmayışından kaynaklı yolcu başı dediğimiz kişiler ve devamında bunlara transit ticaret ilişkisi sağlayan şahıslar yakalandıklarında yaklaşık 6 aylık bir tutukluluk sürecinden sonra ilk duruşmadan sonra tahliye ediliyor. Verilen kararlar maksimum her ne kadar 8 yıl olsa da ortalama 2 veya 3 buçuk yıl arası ceza alıyor. Zaten infaz kanunlarının getirmiş olduğu hükümler doğrultusunda da 2 yıl 3 buçuk yıl arasındaki şahısların tutukluluk süresinin ele alındığında bu süreçte herhangi bir şekilde ciddi bir yaptırım olmamakta. Tüm bunlar rantın devam etmesine neden olurken aynı zamanda giden mültecilerin de yaşamını tehlikesinin devam etmesi demektir.”
‘Gözaltına alınan mülteciler farklı sıkıntılar yaşıyor’
Gözaltına alınan mültecilerin ayrıca sıkıntılar yaşadığını anlatan Öztürk, sözlerini şöyle tamamladı: “Tutuklanan kişilerin Türkiye’de irtibata olduğu kişiler olmamasından kaynaklı, iletişime geçecek bir kişi maalesef olmuyor. Gözaltı, tutukluluk ve mahkeme süreci yaklaşık 6-7 devam etmekte. Bu sürede başka bir kişiyle görüşmesi mümkün olmuyor. Çünkü görüşeceği kişinin numarası veya iletişim bilgilerini bilmesi gerekiyor. Bu gibi usul şartları var. Ama şartlarda yabancı uyruklu kişiler için pek mümkün olmuyor. Buda haberleşme hürriyetine bir ihlal oluşturuyor. Kendisinin hayat, sağlık ve psikolojik anlamda akıbeti hakkında ailesine bir bilgi vermesi mümkün olmuyor. Bu sebeple ciddi anlamda bir drama da sebep oluyor.”