Mehmet Özkan Şüküran: Ben görünürlük derken, metin dışındaki bir görünürlüğü kastetmiyorum elbette. Metinden yazara geçen görünürlük sözünü ettiğim
Şairlerle söyleşi dizisi-
Ahmet Güneş
Şiir yazan da okuyan da pek görünmez bazen. Öyle ki biri diğerinin yerine de geçebiliyor. Şiir bir aynadır diye düşünürüm hep, nereden ve nasıl baktığına göre değişiyor. Bir dize yıllar sonra aklına düşer insanın, başka yere götürür. Bir zamanlar şairlere kâhin bile denilmiştir, felsefeye cevap, soru da bulmuştur.
Şiire dair ne varsa şaire ve okura göre yeni anlamlar çıkarabiliriz. Biz de bu söyleşide şairlere sorular sorduk. Bu söyleşi dizisinde şairler şiirden ve şair olmaktan, bir de başka konulardan bahsediyor. Söyleşi dizimizin ilk konuğu Mehmet Özkan Şüküran. Kendisi aynı zamanda 2016 Yaşar Nabi Nayır Şiir Ödülü’nü aldı. Şüküran’ın Gül Rengini ve Aynada Yürüyen Sesler adlı iki kitabı İthaki Yayınları’ndan çıktı. Söz ve cevap kendisinde.
Şu sıralar neler yapıyorsun? Var mı çalıştığın bir kitap?
Şu sıralar çalışmak istediğim bir kitap vardı, onu çalışıyorum. Deneme türünde. İkinci kitap çıktıktan bu yana, şiir yazmaya ara verdim biraz. Elbette bu şiiri tümüyle bir kenara bıraktığım, ona mesafe aldığım anlamına gelmiyor. Taslaklar her zaman oluyor, düşündüğüm yazı konuları, hayata bir türlü geçmeyen roman taslakları, nereden başlayacağını bildiğim şiirler, ne zaman okuyacağımı bilmediğim kitaplar ve saire. Öyle ki şiir dışındaki tüm mesaimde, şiir hep merkezde durdu, onun dışındakiler şiir etrafında örmek istediğim halkalara tekabül ediyor. Edebi yolculuğun hep şiire çıkması, şiir üzerinden çıkması gibi bir şey. Şiirin merkezde olduğu bir alan benim için edebiyat, şimdilik.
Yazarlara, şairlere ve yayınevlerine sık sık sorulur. Biz de geleneği bozmayalım. Şiir okunuyor mu?
Çok sorulduğu için cevabımın da klişenin alanından pek uzaklaşmayacağını düşünüyorum. Herkesin iyi kötü bildiği, bildiği gibi paylaştığı mesele bu biraz. Öyleyse klişenin sınırında kalma riskini göze alarak ama biraz da olsa uzaklaşmak adına söz etmeye gayret edeyim.
Şiir bana kalırsa, okunmayan bir tür değil. Okunmamasının sebepleri burada önemli. Yani bu soruyu niye hep gündemde tuttuğumuz meselesi aslolan. Şiir kitaplarının yaygın bir dolaşım ağı yok da ondan. Talebin bütün kültür endüstrisi tarafından yapay oluşturulduğu günümüzde, büyük yayınevlerinin bu anlamda talep oluşturmaması bunda etkili. Bazı şiir kitaplarının on-on beş bin bandında sattığını görüyoruz. Neden, salt iyi olduğu için mi? Elbette hayır, salt metnin gücüne bağlayamayız bunu. Ciddi bir dolaşım ağı da etkili, reklam araçları, sosyal sermaye gibi. Bu metnin gücünü, kalitesini göz ardı ettiğim manasına gelmiyor. Diğer taraftan şiire ulaşım araçları çoğaldıkça, kolaylaştıkça şiire bir ilginin de oluştuğunu görüyoruz. Söz gelimi, şiirin sosyal medya platformlarında ciddi bir şekilde, kitap satışından kat be kat dinlendiği herkesin malumu. Öte yandan son dönemde İthaki’de Devrim Horlu’nun editörlüğünü yaptığı poetik serisi bence bu anlamda övgüyü hakkediyor. Yine Everest’te Murat Çelik’in editörlüğünde çıkan yeni şiir kitapları da devamının geleceğini haber vermesi açısından önemli. Büyük yayınevlerinin bu tavrı, diğer yayınevlerinin yıllardır çeşitli zorluklarla sürdürdüğü şiir yayıncılığında onları rahatlatacak bir hamle.
Edebiyat söz konusu olunca görünürlük bazen eza bazen de sefa getirir. Sen bu konuda ne düşünüyorsun?
Görünürlüğü inkâr etmeyelim, herkes metni yayımlayarak bir şekilde görünürlüğü arzuluyor. Her şeyde olduğu gibi bu da ciddi bir sabrı gerekli kılıyor. Bence iyi metnin görünürlük kazanması ya da yazarın yazınsal hayattaki ısrarı bir şekilde karşılık buluyor sonraki süreçte. Okur da sürdürülebilirliği talep ediyor yazardan. Ben görünürlük derken, metin dışındaki bir görünürlüğü kastetmiyorum elbette. Metinden yazara geçen görünürlük sözünü ettiğim. Bir an şunu düşünelim eza ve sefa kısmını daha iyi oturtmak için. Yirmili yaşların, hayatın en üretken ve önemli sayılabilecek bir dönemi olduğunu biliyoruz. Edebiyata gönül indiren biri için bu aynı zamanda çağın talep ettiği pek çok şeyden geri kalmak demek. Mesela üniversite tercihi yapacaksınız ve edebiyata ulaşmak yolunda bir tercih yaparsınız. İş hayatına atılırsınız, edebiyata ayıracak vakit doğrultusunda bir kariyer planı öncelersiniz gibi. Hayatın en verimli yıllarını edebiyat uğraşıyla geçirdiniz ve hayattaki bütün seçimlerinizi edebiyat doğrultusunda kullandınız, diyelim. Altmışlarınıza geldiğinizde en azından geriye baktığınızda bir şeylerin, seçimlerinizin sizi bir yere getirdiğini görmek, geriye kulak kesildiğinizde sesinizden bir yankıyı duymak isterseniz. Bunun olmaması, hiç mümkün olmayışı ne kadar acı getiren bir şeydir, tahmin bile edemiyorum. Öte yandan, seçimlerinizin gittikçe sizin tatmin ettiğini, bir işe yaradığını, tüm sıkıntılarınıza iyi geldiğini, iyi kötü bir okur cemaatinizin oluştuğunu görmek sefadır bence. Bir de şöyle bir görünürlük kısmı var tabii. Bilge Karasu okuru gibi bir cemaatin olması mı, yoksa Yaşar Kemal okuru gibi bir cemaat mi? İşte bu ikisi arasındaki fark, o tercihlerle, hizalanma şeklinizle de ilişkili biraz.
Şiirlerin hakkında gelen ve seni etkileyen bir yorum sorsam? Gülünç de olabilir, övücü de, yaralayıcı da. Sen seç.
Kitap hakkında çıkan her yazı çok kıymetli oldu benim için, sadece yazı da değil her türlü geri dönüş. Ama şunu hatırlıyorum, ilk kitabım çıktığında onu birilerine okutmak isteyen bir tanıdığım, kendisi edebiyat okuru değildir, şunu söylüyordu: “Mehmet Özkan’ın kitapları var, şairdir. Şu kitap çok önemli. İçinde önemli bilgiler var. Her yerde olmayan bilgiler. Mutlaka al. İçinde tarih var, memleket var, bunu okuyan çok bilgili olur. Yani çok iyi”. Onu kekeme bırakan bu hal üzerinde düşündüm. Sonra aklıma Yaşar Kemal’in bir röportajında geçen bir cümle geldi, Anadolu’nun hangi köyüne giderseniz gidin, illaki bir evden İnce Memed çıkar, onunla karşılaşırsınız, diyordu. Bunu neden örnek verdim, şundan: Edebiyatın gündelik hayatın bir noktasına karşılık gelmesi, gelebilmesi önemli. Tanıdığımın şiir okuyamaması, onun hakkında yorum yaparken dilsiz kalması, aslında şiirin ona değmediğinin bir göstergesi. Öte yandan, Yaşar Kemal’in İnce Memed’ini okur olmayan da okuyabiliyor. Edebiyat takip etmeyen, okuma pratiği pek olmayan da. O köye hitap etmek çünkü ciddi bir maharet istiyor. Bir tercihi gerekli kılıyor. Onu kekeme bırakmamayı dilerdim özetle.
Bu söyleşiyi okuyanlara hangi şairleri önerirsin?
Şiirdense son zamanlarda okuduğum ve beğendiğim bir iki kitabı önereyim. Jean-Louis Fournier’nin kitaplarını; Aharon Apelfeld’in Ruhun Kuytusunda kitabını severek okumuştum.
Son olarak ne söylemek istersin?
Edebiyatta ısrar etmek önemli bence. Bir sese kulak vermeden, illaki sesinizi duyacak bir kulak aramadan, menzilinize doğru yürümekte ısrar etmek, bence tüm mesele bu. Edebi olana dair ısrarı hep sürdürmek dileğiyle.
Kimdir?
Mehmet Özkan Şüküran, 1994’te Bingöl Karlıova’da doğdu. Maliye ve İletişim bölümlerinde lisans okudu. Galatasaray Üniversitesi İletişim Anabilim Dalında yüksek lisans yaptı. Marmara Üniversitesi’nde aynı alanda doktora yapıyor.
Şiirleri, yazıları ve söyleşileri Varlık, Evrensel Kültür, Yeni E, Yokuş Yola, Duvar, K24, Evrensel gibi çeşitli dergi ve gazetelerde yayımlandı. Gül Rengini isimli dosyası 2016 Yaşar Nabi Nayır Şiir Ödülü’ne değer görüldü ve aynı yıl Varlık Yayınları tarafından yayımlandı. Aynada Yürüyen Sesler ise 2020 yılında İthaki Yayınları tarafından yayımlandı. İstanbul’da yaşıyor.
YARIN: Ceren Avşar