15 Kasım Dünya Hapisteki Yazarlar Günü vesiylesiyle ömrünün 30 yılını cezaevinde geçirden Burhan Babaoğlu ile konuştuk:Dört duvar arasında beton ile sınırlıyız. Yazdığımız, dert edindiğimiz olay ve olgular toplumun ta kendisi, o zaman yani bizim yaptığımız, tanıdığımız coğrafyada, bildiğimiz mekanda ele aldığımız konunun zaman ve mekan boyutunun içerisinde koşulları düşünerek kurgulamaktır
Selman Çiçek/Amed
Dünya Zindandaki Yazarlar Günü vesilesi ile ömrünün 30 yılını hukuksuz bir biçimde zindanda geçiren ve 25 Mart 2022 yılından Balıkesir Kepsutlu Cezaevi’nden tahliye edilen Burhan Babaoğlu ile bir araya geldik.
Babaoğlu ile tüm hukuksuz baskılara rağmen zindanların “direnerek üretenler, üreterek direnenler’’ şiarıyla hareket ettikleri üretimlerini konuştuk.
1992 yılında tutuklanan Babaoğlu, dönemin Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde (DGM) yargılandı ve müebbet hapis cezası verildi. 30 yıl içinde sırasıyla Elazığ, Amed, Bartın, Kandıra, İskenderun, Kırıkkale ve en son 6 yıldır Balıkesir Kepsut cezaevlerinde kaldı.
Babaoğlu cezaevindeyken Özgür Gündem gazetesi muhabiri olan kardeşi Nazım Babaoğlu, bir haber için çıktıktan sonra kaçırıldı ve o tarihten sonra kendisinden haber alınamadı. Babaoğlu, İHD hasta tutuklular listesinde yer alıyordu. Balıkesir Kepsut L Tipi Kapalı Cezaevi’nde tutulan Babaoğlu, bu süreçte tedavisi engellendiği için bir gözünü kaybetti. Ayrıca omuriliğinde tümör tespit edilen Babaoğlu, 23 Ekim 2017 tarihinde ameliyat edildi. 30 yıl cezaevinde tutulan Babaoğlu’nun kaleme aldığı Mahkum Koğuşu, Zindan Aşkla Yatılır ve Karanfilleri Taze Kalır adlı üç kitabı yayınlandı.
- Yazımla ve edebiyatla tanışma süreciniz nasıl oldu?
Yazı konusunda bana bir şeyler yapabilme fikrini veren biraz lisede edebiyat hocamdı. Yazdığım kompozisyonları beğeniyordu. Yazı konusunda bana kararlığı aşılayan zindan koşullarındaki “yaşamı daha verimli nasıl kılabilirim” fikri olmuştur. Düzenli okumalarımı yazınsal ürüne dökme fikri her zaman bende canlıydı. Özellikle F Tipi cezaevine geçtikten sonra bunu hayata geçirme şansı yakaladım. Fakat insan bir aşamaya geçtikten sonra bir ikinci aşamaya ulaşıyor. Bu aşama da nasıl yazmalıyım meselesi idi. Daha nitelikli sorunlarımıza cevap olabilen türden bir yazım nasıl olabilir konusunda yıllarca kuramsal çalıştım. Ve bana bu konuda perspektif sunan, tarihi günümüz koşullarında arayan, güncele sığınıp dar kalıplar içerisinde hapsolmaktansa tarihi günümüz koşullarında kültürel birikimlerimiz içinde arayan bir arayış oldu. Bunu edebiyata nasıl yansıtabilirim? Birçok edebiyat kuramı, günümüzde revaçta olan kimi roman ve yazım türleri vardır. Hiçbirinde yeterli bir cevabı bulamamıştım. Bulduğum cevap; tarihsel şimdi görüşü olmuştur. Bunu nasıl gerçekleştirebilirim noktasında ise mekan çözümlemesi belli bir oranda yardımcı olmuştur. Yaşadığımız coğrafya çok zengin birikim, kültür ve mirasa sahiptir. Ve biz bu mirasın çocuklarıyız. Fakat bunun farkındalığını fazla yaşayamıyoruz, göremiyoruz. Genel anlamda bir güncele sığınma, hapsolma durumu var ve bunu aşabilmenin çözümlerini de ele aldığım çalışmalarla yansıtmaya çalıştım. Bunları yapabildim, başarabildim mi bu biraz daha okuyucuya kalacak.
- Yazım sürecinde zindanda olmanın verdiği zorluklar nelerdir?
En temel zorluk gerekli gördüğümüz kaynaklara ulaşamama sorunudur. Yani bir mekan çözümlemesi yapacaksak ve bu mekanı toplumsal sorunlarını işleyecek ve belli çözümlere bağlayacaksak mutlaka o mekanın tüm ayrıntılarına, tarihi birikimlerine hakim olmamız gerekir. İşte bu anlamda yeterince araştırma yaptığımızı söyleyemeyiz. Var olan imkanları sonuna kadar değerlendirme var, onun dışında bir şeyimiz yoktu. İkinci engel ise; yazdığımızın, yazacaklarımızın garantisi yoktur. Yani bir arama sırasında ya da diyelim ki bir baskın sırasında her an yazdıklarımız toplanabilir. Yani inceleme adı altında kaybedilebilir. Böyle olaylar çok oldu. Bu nedenle yazdıklarımızın bir kopyasını çıkartarak, gizleyerek korumaya çalıştık. Yazdıklarımı mutlaka dışarı çıkararak garanti altına almaya çalıştım. Yaşamı verimli kılmak, bir şeyler yapabildiğimizi gösterebilmek olsa da eni sonunda yazdıklarımızın okuyucuya ulaşabilmesi, kitap olarak bize geri dönebilmesi bu da ayrıca bir sorundu. Tabi içeride binlerce arkadaş var. Bunlar içerisinde yüzlerce arkadaş var, yazım çalışmaları ile ilgilidir. Ve onların da yazdıklarını kitaplaştırma sorunları var. Maddi, dışarı çıkartma sorunları vardır. Bir diğer sorun ise; hangi perspektiften yazdığınızla ilgili. Yani okuduğum kadarıyla zindanda yazılmış eserler büyük oranda perspektifini bulmuş eserlerdir.
- Dört duvar arasında mekan olgusunu edebiyatınızda nasıl aştınız?
Yazan kişinin ilk başta derdi, meramı ve mesajı olmalı. Eğer yazan kişinin böylesi bir derdi yoksa ve halen yazıyorsa sizi aldatıyor, oyalıyor demektir. Şimdi yazarı kamçılayan derdidir. Derdi büyütür, derinleştirirsen içerisinde fırtınaları kopartan bir dünya yaratır. Haliyle böyle bir fırtınan oluşabilmesi için çok da uğraşmasına gerek yok. Yaşamda zaten biz bu fırtınanın içerisindeyiz. Bunu duyumsayabilmesi, bunu ruhuna yedirebilmesi ve yoğunca yaşayabilmesi yeter ölçüdür. Ama tabi ki daha başka gerekler de var. Dört duvar arasında beton ile sınırlıyız. Yazdığımız, dert edindiğimiz olay ve olgular toplumun ta kendisi, o zaman yani bizim yaptığımız, tanıdığımız coğrafyada, bildiğimiz mekanda ele aldığımız konunun zaman ve mekan boyutunun içerisinde koşulları düşünerek kurgulamaktır. Tabi bu kurgu itibari ile bir temaya bağlıdır. Bir fikre bağlıdır. Bu fikir bize çıkış yolunu gösterebiliyor. Ve sonradan kurgu kendini evirerek yazıya dönüşebiliyor.
- Kürt edebiyatına zindanda yazılan eserlerin katkısı nedir? Zindan edebiyatı kavramı yanlış bir kavramı mı?
Zindan edebiyatı kavramsallaştırması genel anlamda doğru değildir. Nedeni de, kategorize edilen bir durum ortaya çıkar. Kürt edebiyatı çatısı altında değerlendirmesi doğrudur. Çünkü zindanda yazılan edebiyat gerek Kürt sorunu çerçevesinde olsun gerekse kültürel coğrafya içerisinde sorunlarımızı izah etmeye çalışıyor. Karakteri, yapısı, özellikleri ile evrensel edebi sistem içerisinde yedirmeye çalışıyor. Edebiyatın ne kuralları varsa onu Kürdi özellikler içerisinde ifade etmeye çalışıyor. Zindan sadece farklı bir mekanı işaret ediyor. Zindan edebiyatı dediğimizde bir kol, akım olarak teması zindan olan bir duruşu sergilemiyor. Bunun aksine dışarıyı işaret ediyor. O dar sınırlar içerisinde insan elden geldiğince ufkunu genişletmeye çalışıyor. Mekan sınırları ne denli dar olursa olsun düşünce ufukları sınırsız olandır. Zindanda olmanın ilginçliği şurada: Düşünerek verimli bir üretimin önünü açıyor. Mesela dışarıda yazarlar kendilerini fildişi kulesine hapsederler. Yalnızlaşmayı seçerler. Neden yalnızlaşırlar, çünkü dış etkenlerden koparak iç yoğunlaşmayı derinleştirmek için. Zindanın böyle bir avantajı da vardı. Koşullar insanı zorluyor, sınırlandırıyor. Sınırlılıklar içerisinde sorunlar yaratılmaya çalışılıyor. Bu sistemli şekilde uygulanıyor. Bu şekilde insanlar teslim alınmaya çalışılıyor. Fakat yazı bahsettiğim bu avantajdan dolayı koşulları tersine çevirebiliyor. Direnmenin bir odağı haline geliyor. Dört duvara karşı dayanma, onun baskı sistemlerine karşı da direnmenin kaynağı haline geliyor.
- Yazdığınız kitapların yazım süreci nasıl oldu?
Yayınlanmış iki öykü, bir şiir olmak üzere üç tane kitabım var. Bunlardan bahsedersek; Mahkum Koğuşu isimli öykü kitabımda zindan içerisinde özgün koşulları olan bir hastane mahkum koğuşunda olup bitenleri çarpıcı bir şekilde anlatmaya çalıştım. Diğer öyküde ise yer yer zindan, yer yer Kürt sorununu bağrında taşıyan öykülerle birleştirmeye çalıştım. Ama asıl uğraş alanım, bana yazma görüşünü kazandıran tarihsel şimdi perspektifini içermeye çalıştığım romanlarım oldu. Bunlarla şu an uğraşıyorum. Dört tane roman yazdım. Bunun en kapsamlısı Karacadağ isimli romanımdır. Burada vermek istediğim sorun ve çözümü bir cümleyle şöyle özetleyebilirim: sistem içerisinde kurtuluşun olamayacağını göstermeye çalıştım. Fakat bu klasik tezli roman anlamında değil. Özellikle reel sosyalist anlamında değil. 78-80 yılları arasında Siverek’teki toplumsal mücadele konusunda dürüst kalmaya çalışan bir insan karakteri üzerinde dürüstlüğün ne denli trajediler yaratabileceğini göstermeye çalıştım. Ve o insan sistem içerisinde dayanmaya çalışıyor.
- Yazdıklarınızda öz benliğinizle ilgili ne gibi katkılar yaptınız?
Temelde öz-benliğimi anlatan, bu karakter beni anlatıyor diyebileceğim bir şey yok. Fakat yaşadıklarımızdan, başımızdan geçenleri edebiyata dönüştürebildiğime inanıyorum. Mahkum Koğuşu büyük oranda gözlemlediğim ve başımdan geçen olayları anlatıyor. Üç ay mahkum koğuşunda kalmıştım. Her türlü insan vardı. Her türden insanın her türlü dertleri de vardı. Orada yaşayanların sadece sağlık sorunları değil dertleri de vardı. Bu dertlerle baş edebilmek için anlatırlardı. Anlatılanları edebiyata çevirdim.
- Dışarıda olmanın hisleri nelerdir? Dışarısının yazınsal hikayenize etkisi ne olacak?
30 yılın psikolojisini üstümüzden atmak kolay değil. O süreçteyim. Kısmen atlattım. Adapte olmaya çalışıyorum. Beni yine yaşamı araştıran, adapte etmeye çalışan bu yazım çalışmaları oldu. İçeride yazmanın temel dinamiğini iç görüde görmüştüm. Fakat, bugün şimdi ufkun çok geniş olduğu bir yerdeyim. Tek başına iç görürün de yetersiz olabileceğini görebiliyorum. Fakat, Diyarbakır gibi geniş bir kültürel sahada yazabilmek demek taşlarının sırrına bizzat erişebilmeyi de gerektiriyor. Çalışmayı, gözlemlemeyi, araştırmayı ve herkesin gördüklerinden ziyade görülmeyenleri görebilmeyi gerektiriyor.