Ali Sinemilli
10 Ağustos günü PKK’nin resmî sitesine bir değerlendirme yapan PKK Yürütme Komitesi Üyesi Duran Kalkan ‘Bütün dünyada gerilla devrinin başlayacağını’ söyledi ve ardından ‘Zaman halkların zamanı, zaman gerillanın zamanıdır. Artık düzenli ordularla, baskı ve sömürüye hizmet eden güçlerle ayakta kalmanın, var olmanın çağı geçmiştir’ tespitinde bulundu. Daha bu değerlendirmenin tartışmaları sürerken, Afganistan’dan gelen haberler deyim yerindeyse gündeme bomba gibi düştü ve şimdi neredeyse tek gündem bu oldu.
Açık ki, tıpkı Musul’daki gibi Kabil’de de yüz binleri bulan düzenli ordu çaresizce teslim oldu. Herhangi bir varlık gösteremedi. Halbuki, Musul’da olduğu gibi Kabil’de de ordunun elindeki silahlar karşı gücün elinde yoktu. Daha birkaç hafta önce ABD sözcüleri yaptıkları açıklamalarda yirmi yıldır Afgan ordusunu eğittiklerini ve ordunun kendisine yetecek seviyeye geldiğini söylüyorlardı. Anlaşılan o ki, kendisine yeten ordu tek bir kurşun dahi atmadan teslimiyet bayrağını çekti ve hem kendisini hem de eğitim aldığı gücü bir nevi rezil etti. Elbette, ABD’nin Afganistan’daki pozisyonu ayrı bir değerlendirmenin konusudur ve insanlığa karşı suçlarla doludur. Bizim üzerinde durmak istediğimiz konu düzenli ordular gerçeğidir.
Belli ki, daha önce Irak’ta gördüğümüz sonrasında Suriye’de tanık olduğumuz durumun bir benzerini şimdi Afganistan’da yeniden yaşıyoruz. Düzenli ordular iyi örgütlenmiş, az ya da çok hareketli birlikler -buna gerilla tarzı diyebiliriz- karşısında duramıyorlar. Afganistan örneği bu anlamda tarihsel örneklerin doğrulanması babında milat olma özelliği taşıyor. Bugünden itibaren hiçbir ülkenin düzenli ordusuna güvenerek adım atmayacağını, ülke savunması yapmayacağını söylemek abartı olmaz.
Afganistan örneğinde bir kez daha görüldü ki, kendi davasına inanmayan güçlerin bedel ödemesi, bu uğurda fedakârlık yapması mümkün değildir. Yakın dönem Irak, Suriye deneyimleri bunu çıplak bir biçimde gösterdiği gibi Afganistan örneği bu konudaki düşünceyi tasdikledi. Bu birinci ders oluyor.
İkincisi: Afganistan örneği, savaşın bilinen yol ve yöntemler ile artık yürütülmeyeceğinin ispatı oluyor. Batı Kürdistan’ın Afrin şehrinde, sınırlı bir coğrafyada gerilla taktikleri ile NATO destekli TC’ye karşı iki ay direnen YPG-YPJ’ye rağmen, Afganistan’da -Suriye’nin üç katı büyüklüğünde- ordu tüm ülkede on gün kadar bile direniş gösteremedi.
Üçüncü ve en önemli ders, halk desteğine sahip olmayan güçlerin er ya da geç aşılması oluyor. Şüphesiz, Taliban tüm Afgan halkını temsil etmiyor. Uygulamaları tasvip edilemez. Fakat Taliban’ın bu düzeyde güçlenmesi ve meşru bir güç olarak ortaya çıkmasında merkezi yönetimin payı hafife alınamaz. Dikkat edilirse, geçen bu on günlük sürede Afgan hükümeti ile birlikte olduğunu söyleyen hatırı sayılır bir kitleye tanık olunamamıştır. Elbette, bunun geleceği öngörmeme, korkudan kaynaklı yanları var. Fakat kadınların sınırlı tepkileri dışında gözle görülür bir sesin çıkmaması, merkezi otoritenin halk nezdinde ne kadar zayıf olduğunu göstermektedir.
Hiç kuşku yok ki, Afganistan örneği bir süredir başlayan ve devam eden öz savunma, öz yönetim tartışmalarını alevlendirecektir. Nasıl ki, halktan kopuk ordular halkı savunmaya yetmiyorsa halkın öz iradesine dayanmayan yönetimler de halkın sorunlarına çare olamamaktadır. Rojava devrim deneyimi halka dayanan bir gücün sınırlı imkanlar ile neleri başarabileceğine iyi bir örnek oldu. Sadece bu değil. Bilindiği üzere, TSK yaklaşık dört aydır Güney Kürdistan’a yönelik bir saldırısı başlatmış durumda. TSK’nin eliyle yürütülen bu saldırıda NATO’nun tüm imkanlarının devrede olduğu aşikâr. Fakat aradan geçen zamana rağmen gerilla karşısında hâlâ elle tutulur bir sonucun alınmadığı da herkesin malumu. Sadece gerilla kaynakları değil, Türk Savunma Bakanı da bir süre önce yaşanan savaştaki zorlanmalarını dile getirmiş ve bu açıklamaları itiraf olarak kabul edilmişti. Kuşkusuz örnekler çoğaltılabilir fakat yaşanan durumu anlamaya yetmektedir.
Dikkat edelim! Bir süre öncesine kadar belli çevreler, bilinçli bir biçimde, gerilla mücadelesinin devrinin geçtiğini söyleyip bu yönlü bir tartışma yaratmak istemekteydiler. Şimdi bu yaşananlar en fazla da bu kesimi şaşırtmış görünüyor. Adeta sessizliğe gömülmüş gibiler. Belli ki, kabul etmeseler de onlar da gidişatın nereye doğru evrildiğini görmekteler.
Elbette, gerilla mücadelesinin sonuç alıcılığına dair devrimci demokratik güçlerin bir tartışması yoktur. Tartışma esasen bu mücadele tarzının günümüz koşullarında nasıl bir değişim geçirdiği, neden bu derece önemli hale geldiğine ilişkindir. Ki, verili koşullar mücadelenin giderek bu yöne kaydığını göstermektedir. İşte Afganistan, Suriye, Irak…
O halde şöyle söylemek yanlış olmaz: Düzenli orduların devri kapanıyor. Tarihte hiç olmadığı kadar gerillanın devri başlıyor. Gerilla öne çıkıyor.