Faşizm ahlaksızdır, hiçbir kural tanımaz, korkudan beslenir. Tek gayesi korku yaymak, korku körüklemektir. Dehşet dengesi yaratarak yol alır ve bunu sıradanlaştırır, normalleştirir. Öyle bir anda da ortaya çıkmaz, biriktire biriktire, alıştıra alıştıra yerleşir toplumun kılcal damarlarına.
Kimi kendine demokratların “Ama bu kadar da olmaz ki, İstanbul’a da kayyım hazırlığı yapılmaz ki, İmamoğlu’na da bu hukuksuzluk yapılmaz ki” şaşkınlığı “E hani bu işler Kürtlerle sınırlı kalacaktı?” afallamasıdır aslında. Ama öyle olmadı, öyle olamazdı, çünkü hiçbir baskıcı rejim sadece bir kesimle sınırlı tutmaz saldırılarını. Öyle sadece muhaliflerden bahsetmiyorum, rejime hizmet edenler bile güvende değildir. Bu baskı düzeninin mermer taşlarını döşeyen Cemaat’e, Kürtlere karşı icat ettiği yöntemlerle yapılanlar bunun kanıtıdır. Tarih bunun örnekleriyle doludur ama en bilinen hikaye bir dönem Nazi destekçisi aynı zamanda kilise yöneticisi olan Martin Niemöller’e atfedilen “Yahudileri götürdüler, sesimi çıkarmadım çünkü ben Yahudi değildim, sosyalistleri götürdüler, sesimi çıkarmadım çünkü ben sosyalist değildim, sendikacıları götürdüler, sesimi çıkarmadım çünkü sendikacı değildim, beni götürdüklerinde sesini çıkaracak kimse kalmamıştı” meşhur hikayesidir.
“Tarih günümüzde gizlidir” derken ne güzel betimlemişti ve estetik bir ifadeyle tarihin ve günümüzün benzerliğini ortaya koymuştu bilge insan. Yıllar önce ABD Başkanı Abraham Lincoln’ün hayatını anlatan Steven Spielberg’in muhteşem bir uyarlamayla beyaz perdeye aktardığı Lincoln filmini izlediğimde, 1865’lerin Amerika’sı değil, günümüz Türkiye’si canlanmıştı gözümde. Orwel’in 1984 kitabını okuduğumda yaşadıklarımızı hatırladığım, Hayvan Çiftliği kitabında günümüz iktidar ilişkilerini gördüğüm gibi. Kendimizi ve yaşadıklarımızı anlatamadığımız kadar çok örnek var tarihten bizi ve günümüzü anlatan.
Bütçe görüşmeleri boyunca Meclis’te Kürtçeye ve farklılıklara gösterilen tepkinin bir benzeri 1865’lerde ABD kongresinde siyahilere gösteriliyordu. Aynı zamanda Pulitzer ödüllü Amerikalı tarihçi Doris Kearns Goodwin’in kaleme aldığı kitaptan uyarlanan Lincoln filminde köleliğin kaldırılmasına yönelik teklifi dehşetle karşılayan ve “4 milyon zenci özgür olduğunda hepimizi kesecek” diyen ve hatta “Ben bundan sonra ne geleceğini merak ediyorum. Herkese eşit vatandaşlık mı, kadınlara oy hakkı mı?” sözleriyle köleliği normalleştiren, özgürlük lafını duyduğunda dehşete düşen dönemin ABD’li senatörü Goerge Yeaman’ın tepkisi hiç yabancı gelmiyor mesela.
Türkiye’de saldırganlık herkesin kapısına dayanmışken, tehdit ve tehlike herkesin kapısını çalmışken bazı kesimlerin tefekkür etmesini, tarihten ders çıkarmıyorsa bile bu ülkede yaşananlardan ders çıkarılmasını bekliyor insan ama nafile. Çünkü ırkçılık kalın bir perde gibi inmiş gözlerine, kapkara duvarlar örmüş ruhlarına ve benliklerini esir almış. Baksanıza bütün bunlar yaşanırken İstanbul’un orta yerinde HDP İstanbul İl Eşbaşkanı Ferhat Encü’ye tokat atılmasına, 80 yaşında bir annenin kollarının hınçla ve kırma gayesiyle bükülmesine alkış tutanlar var. Tıpkı daha önce Yahudilerin alınıp gaz odalarına götürülmesini alkışlayan faşist Almanlar gibi. Üstelik bunların çoğu da muhalefet postuna bürünmüş kimseler. Bazıları bu saldırganlık ve baskı karşısında öylesine coşkuya geldi ki, öylesine kendinden geçti ki daha dün sopasını yediği iktidarın saflarında yer aldı. “Yeter ki Kürd’ün ensesinden sopayı eksik etmeyin” diyerek gidiş gerekçelerini açık açık dile getirdi.
Hâlâ muhalefet saflarında yer alan kendi partisinin İstanbul Belediyesi’ne yönelik kayyım hazırlığına tek bir itirazı olmayan bir büyük faşist bu tür saldırgan dönemlerde adından söz ettiriyor. Hani açık açık yabancı düşmanlığı yapan, mültecilerden daha fazla su faturası alacağını açıklayan belediye başkanı var ya… Mesele Kürtlere yönelik saldırı olunca daha da azgınlaşıyor. Küfür ve hakaret eşliğinde faşizmin tokadını yiyene saldırıyor, 80 yaşındaki tutsak annesinin kolunun kırılma gayretini alkışlıyor. Bütün bu saldırıları da “Ama o polis kardeşlerimizin tepkisi duygusaldır” diyerek masumlaştırmaya çalışıyor. Dönemin başbakanının bütün dünyanın dehşetle izlediği IŞİD canilerini, Kürtleri saldırdıklarında “öfkeli gençler” sözleriyle “anlayış melaikesi” kesildiği bir yerde faşistliği tescilli birinin Kürd’e yönelik saldırganlığı “duygusal tepki” olarak nitelendirmesine şaşırmıyoruz elbette. Ama kahroluyoruz, gelenin gidenin tokadını yiyen, 14 yaşındaki Cüneyt Ertuş’tan 80 yaşındaki Barış Annesi’ne kadar her Kürd’ün bileğini kırmaya yeltenen, Kürd’ün kemiklerini torba ile ailesine teslim eden bu “duygusal ırkçılık” karşısında vicdanın, ahlakın, onurun ayağa kalkmamasına kahroluyoruz.