Suna Alan
Şair İlhan Sami Çomak, öğrenciyken 1993 yılında gözaltına alındı ve şu anda Türkiye’de siyasi sebeplerle en uzun süre tutuklu olarak cezaevinde tutulan öğrenci sıfatını da taşıyor. 24 yıldır cezaevlerinde kalan Çomak’ın hayatına ve cezaevindeki yaşantısına ışık tutan, Çiğdem Mazlum ve Sertaç Yıldız’ın yaptığı “Gönderen:İlhan Sami Çomak’’ belgeseli Londra’da büyük ilgi ile karşılandı.
En son Yasak Meyve Yayınları’ndan Dicle’nin Günlüğü, Yağmur Dersleri ve Bir Sabah Yürüdüm isimli üç şiir kitabı yayımlanan Çomak, mektup aracılığı ile gazetemizin sorularını yanıtladı.
Bu üç kitap nasıl oluştu?
Şiir yazmak pek çok anlama gönderme yapan bir çabadır. Bunlardan biri sabırdır, biri yenilenmedir. Bu kitapları yazarken hep dürüst bir sabırla oldum. Sabrı, kötülüğe katlanarak, “mutlaka geçer” pasifliğine düşerek karşılayan bir gelenekten gelmiyorum, elbette. Şartlar ne olursa olsun, hukuksuzluğun düzeyine bakmadan yapılacak iyi şeyler var diyen bir öngörünün ürünüdür bu kitaplar. Zulmün katılığına sözün ve umudun ışığıyla karşılık vermek gerekiyordu. Böyle yapmaya çalıştım. Bu sürekli yürümemi, hatta koşmamı gerektirdi. Bilinç ve yaratıcılıkla zamanda yürümek, geçmişe, yaşanılan acılara, çok az olan sevinçli anlara gidip gelmek, yani hareket etmek, tazelenmenin kendisi oluyor. Yenilenme dediğim şey budur.
Şüphesiz ki uzun yılların disiplinli çalışmasıyla oluştu bu eserler. Yazdıkça birikti şiirler. Arada kitap olarak yayımlattıklarım oldu. Ne ki tüm şiirleri yayımlatmak mümkün olmadı hemen. “Dicle’nin Günlüğü” 2004-2005 yılındaki şiirlerden oluşuyor ağırlıklı olarak. “Bir Sabah Yürüdüm” 2008-2009, “Yağmur Dersleri” 2010-12 yıllarında yazılmış şiirlerdendir. Belirttiğim bu yıllarda dört şiir kitabı yayımladım. Yayımlanmak için bugünü bekliyormuş bu şiirler!
Edebiyat çevresi ve yine halk içinde nasıl karşılanıyor şiir kitaplarınız?
Bugüne değin yedi şiir kitabım yayımlandı. Bunun azımsanmayacak bir sayı olduğu ortada. Buna rağmen şiirlerin, yayımlanan kitapların hakkıyla duyulduğu anlamını içermiyor aslında. Genelde belli bir çevreyle kalınıyordu, bu da sesimin istediğim şekliyle duyulmasını engelliyordu. Nihayetinde, bazen aksi iddia edilse de her şair ve yazar okunmak için yazar. Evet, ben de okunsun diye şiir yazdım, yazıyorum.
Yayımlanan son üç kitabım ilk kez bir ilgiyle karşılandı. Baskın şiir mahfilinde zindanda yazmamı öne çıkarmadan, şiirlerin esasına dönük pek çok olumlu değerlendirmelerde bulunuldu. Nitekim bunu doğrulayacak şekilde okurların ilgisi artınca yayınevi ikinci baskı yapma kararı aldı. Kitaplar yakın zamanda yeni baskıyla okurla buluşacak.
Kitaplara dönük değerlendirmede zindanda öne çıkarılmasına değinirdim. Bu bir sorun aslında. Zira şiirin nerde yazıldığı şiiri gölgede bırakabiliyor. Zindanda olmak ile yazılan şiir arasında mutlak bir koşutluk aramak, yola bir yargı ile girmeyi içerdiği şiirin nerede yazıldığı şiire gücünü teslim etmemeyi getiriyor. Pek çok kez içeride nasıl oluyor da böyle şiirler yazılıyor, yönlü hayret bildiren değerlendirmelerle karşılaştım. Bunu, şiirin her şart altında kanıtlanmış yaratıcılığını duyurması bakımından sevinçle karşıladım. Yaratıcılık duvarları çatlatır; mutlaka sızar, özgürce akmak kararlılığını yineler! Ama aslolan şiirin kendisidir, nerde yazıldığı değil.
Şiiriniz hakkında neler söylemek istersiniz?
Kişinin kendi hakkında konuşması ne denli zorsa benim de yazdığım şiiri tanımlamam aynı derecede zor aslında. Yazdığım şiir beni tanımlıyor ve tamamlıyor. Sözün taziyikinden güç alan, dışarıda kalan tüm hayata nefes nefese koşma çabasıyla hızlı bir şiir. Bazen unutmak için çabalayan ama karamsarlığa meyletmeyen, acıyı yüceltmeyen, mağduriyeti öne çıkarmayan görgülü bir şiir. Görüntülerle düşünen, şiirimi de esas olarak görmek üzerinden kurma çabasındadır şiirim. Ritim duygusunu yitirmeden hayatın sesini duymak isteyen bir şiir. Beklentinin geriliminden hatıraların benlik oluşturan gücünden el alan şiir. İhtimallere, tıpkı hayat gibi ihtimallere açık, kesinliğe değil belirsizliğe yakın duran bir şiir. Akla değil şaşkınlığa, bilgiye değil sezgiye meyleden bir şiir… Aslında bir şiirde görmek istediklerimi sıralamış oluyorum biraz da. Benim şiirim bu yazdıklarımın ne kadarını başarıyla içeriyor hiç bilmiyorum inan. Pek de iyi bir seviyede olmadığımı düşünüyorum. Bundandır ki durmadan yazıyorum. Belki bir gün iyi şiire ulaşırım, kimbilir.
Öte yandan şiirimin beni hem olgunlaştırdığını, hem de iyiliğin, sevginin ve haklılığın direnciyle donattığını söylemek isterim. Yazarken bir dünya yaratırsınız. Şiiriniz, o dünyada olmasını istediği şeyleri çağırır. Şiir, kestirilmezliğiyle her zaman şairin aklından bir adım öndedir. Ben şiirler yazdım evet, ama şiir de durmadan yontuyor beni. Aklım ve bilincim onunla daha güzel! Bundan eminim.
Hepten politize bir coğrafyada sanat ve edebiyat hakkettiği ilgiyi/özeni görüyor mu?
Yazık ki böyle söylemek mümkün değil. Sanat ve edebiyat hak ettiğinden çok uzak. Her şeyden önce sanat ve edebiyat iki yönlü bir yaratımdır. Sanatçının; şair veya müzisyenin eser vermesi ancak okuyucu, dinleyici vb. ile tamamlandığında başarıya ulaşır. Yaratıcı çaba mutlaka takdir edilmeyi bekler, gerektirir. Oysa çoğu zaman sanatsal yaratımın hafıza oluşturucu, günü geleceğe taşırma özelliğini dıştalayan, tutumlar baskını görüş olabiliyor. Acıları, kayıpları istatistiklere dökmek en basit olanı! Ne ki belleğe güvenemeyiz. Hafızamız bize ihanet edebilir. Bir sanat eseri ise yaratıcı gücüyle her zaman gerçeğin temsiliyle acımızın, kayıplarımızın yanında sadakatle duracaktır. Bunu bilmeliyiz ve gücüyle her zaman gerçeğin temsiliyle acımızın, kayıplarımızın yanında sadakatle duracaktır. Bunu bilmeliyiz ve günün koşturması içinde bazen dönüp bakmamız gereken bir “hoş alan” olarak görmemeliyiz sanatı.
Sanat ve edebiyat ne söylerse söylesin son tahlilde bir ideolojiye, dünya görüşüne gönderme yapar. Burda şairin, yazarın bilinçli çabasının ötesinde bir durum söz konusudur. Bu böyledir diye edebi ve sanatsal söylemi politik jargonun dar kalıbına sığdırmak, daha başından başarısız olmayı getirir. Sanatın dili daha özgür, daha farklı olmak durumundadır. Özgün bir sanatsal dil yakalandıkça güzel ve başarılı eserler yaratılabilir ancak. Doğru yerde olmak, ileri bir dünya görüşüne sahip olmak ile başarılı bir edebi eser arasında kanıtlanmış mutlak bir bağ yoktur. Zira sanat insana ulaştırırken hep kendince yürür, farklı bir kategori olduğunu mutlaka duyurur.
Siz şiirlerinizi yazarken nelerden besleniyorsunuz?
Şiir yazarken nelerden beslendiğim sorusu hem çok rahat cevap verebilinecek hem de aynı zamanda kesin bir cevabı olmayan bir soru. Yazılan şiire bakıp bir cevap vermek elbette mümkün. Ancak şiirin yazıldığı o belirsiz aralıkta hiçbir şair taşanları seçemez.
Şiir hayatın kendisinden beslenmek durumundadır. Ama elbette bu, şairin gördüğü veya bize bildirmek istediği bir hayat olacaktır. Biz şairin “gerçeklerini” okuruz şiirde. Gerçeğin onda nasıl anlam bulduğu şiir diliyle canlanır. Eğilip bükülen, “tahrip” edilen zihinsel bir süreçtir söz konusu olan. İmge dediğimiz şey tam da budur aslında… Şair kişi nerden veya nasıl besleniyorsa şiiri de az çok onu söyleyecektir. Ben anılardan, dışarıda geçirdiğim 21 yıllık hayatımın bana bıraktıklarından, 44 yıllık geçmişimin deneyimlerinden, bilinç denen keskin tanımdan, sezgi denen müphem kavramdan, zekam ve yeteneğimin verdiği işleklikle çıkıyorum şiir yoluna. Yazmak bir sonuçtur, yetenek gerektirir. Ama yetenek, disiplinli bir çalışma ve okuyarak sürekli beslenme olmadan ateşe dönüşmeyen bir kıvılcım mesabesinde kalacaktır. Bu sebeple anıları, geçmişi ve bilincimi canlı tutmak için okuyarak kendimi tazelemek, yazarak kalemimi sıcak tutmak zorundayım. Şiir ilhamla değil çalışarak yazılır! Okuduğum güzel bir şiir, dinlediğim etkileyici bir müzik, geçmişin akla gelen çok önemsiz bir hatırası pekala şiire kapı aralayabiliyor.
Kendinize yakın gördüğünüz kalemler kimlerdir?
Ben aslında pek çok şairi kendime yakın görür, pay çıkarırım. Etkilenmeye, bu etkiyi dönüştürerek kendi şiirine ulaşmaya çalışan biriyim. “Şiir geçmişe yapılan atıflarla ilerler” diyor Behçet Necatigil. Bu “geçmişin” toplam bir şiir aklına gönderme yaptığını söylemek geçmişten, geçmişin birikiminden yararlanıyor. Bunu bilerek kendi, sözü ve soluğumu gür şekilde katmak değerli olanıdır. “Panta gegramenna- Her şey yazıldı!” denir. Evet, ama her şey yeniden yeniden yaşanıyor. Biz yazılmayanın peşindeyiz! Başka şairlerden, şiirlerden el almak hassas bir güç paylaşımının ötesinde yaratıcılığın karşı konulmaz davetidir. Madem bu hayat yetmiyor, yetmeyecek bize, öyleyse yazarak yepyeni bir hayat kurmalıyız!
Ben İkinci Yeni’yi onun söylem zenginliği ve üstünlüğünü hep kendime, şiirime yakın görmüşümdür. İlhan Berk, Edip Cansever, Ece Ayhan, Cemal Süreya, biraz Metin Eloğlu, yazdıkları yol gösterici olmuşlardır şiirime. Elbette “kan bağım” bunlarla sınırlı değil ama ana damarı işaret etmesi bakımından açıklayıcı olacaktır bu isimler.
Türkiye’de yazılan şiirleri nasıl değerlendiriyorsunuz? Sadece şiirlerinizle mi göreceğiz sizi yoksa öykü, roman da yazmayı düşünüyor musunuz?
Türkiye’de yazılan şiiri, bunca yıllık mahpusluğun getirdiği sınırlamalardan dolayı bütünen değerlendirmem mümkün değil. Objektiflikten uzak olma ihtimali barındıracaktır. Takip edebildiğim kadarıyla şunu söyleyebilirim: Günümüzde şiirin, tüm yakınmalara rağmen olumlu, giderek seviye kazanan bir seyirde olduğunu düşünüyorum. Okuduğumda güzelliğiyle bana, hislerim ve aklıma bir şeyler katan pek çok yeni şair var. Hakeza yaşı ve şiiriyle tekamül etmiş, şiir bilinciyle yol gösteren eskilerden şairlerin varlığı umut verici. Bazı dönemlerde şiir için karamsar değerlendirmelerde bulunulur, eskisi gibi şiir yazılmadığı, kitapların pek okunup satılmadığı söylenir. Ben bunu “ah nerde o eski bayramlar!” muhabbetine benzetirim. Hayat değişiyor, değişecek. Ama hep varolacak, hep okunacaktır! Zira şiir edebiyatın kök hücresidir.
Şiirle başladım ve kararlı şekilde yürüyoruz. Şiir kendimi ifade etme biçimim. Şu an yetiyor bana. Şayet bir gün yetmezse belki öykü veya roman yazımına yönelebilirim. Elbette bir gün oturup “roman yazayım” demem. Bunun iradi bir yönelimden çok olgunlaşarak bana emretmesi gerektir.
Yaşadığınız 20 yılı aşkın haksızlık ve mağduriyet adınızın uluslararası camiada bilinmesine yol açtı. Şiirlerinizin tercümesi ya da uluslararası kamuoyu ile paylaşılması gibi süreç var mı?
24 yıllık mahpusluğumla, yaşadığım hukuksuzluklarla gündeme geldim yazık ki. Bu şekilde tanınır olmak elbette hiç de tercih edilir değil. Hukuksuzluğun sona erdiği, sadece şiirimle bilinir olduğum bir özgürlük alanında bulunmak harika bir fikir! Ama bu şartlarda bir hayal olmanın ötesine geçmeyecektir. Dosyam şu an Yargıtay’da ve sonuç değişmeyecektir. Öngörülen 30 yıllık ceza için 7 yıl daha buralardayım. Ama şiirle birlikte! Ne diyordu Beckett: “Hep denedin hep yenildin, olsun, gene dene, gene yenil daha iyi yenil!” Özgürlük mutlaka gelecektir. Ben dürüstlüğüm ve şiirimle burada olacağım, dimdik. Ta ki sizlere ulaşana kadar.
Şiirlerimin tercümesine ilişkin çalışmalar var, evet. Kimi şiirlerin tercüme edilerek İngiltere’deki dergilerde yayımlanması girişimlerinden haberdarım. Hakeza şiirlerimden bir seçme şeklinde kitap olarak İngilizceye çevrilme projesi olduğunu biliyorum ve bu girişimleri oldukça heyecan verici buluyorum. Mahpus olduğum için dahil olamamak tuhaf şekilde yükümü daha da artırıyor. Şiirlerimin Fransızca, Almanca ve İspanyolca’ya çevrildiğini duymak ise benim için güç katan güzel bir sürpriz olacaktır!
Ben çok güzel beklerim
Yeni şiir dosyalarınız var mı? Yeni şiir kitaplarınız ile buluşabilecek mi okur?
Öncelikle mevcut üç kitabımın ikinci baskısının yapıldığını belirtmek isterim. Bunun yanı sıra biri Kürtçe olmak üzere elimde şu an dört dosya var. Zindanın ataletine, tekrarın karamsarlığına teslim olmamak için sürekli şekilde “içimdeki narı dürtüyor”um şiirle. Gömleğim ve gönlüm dürtülen nardan lekelense de bilincim ve zekam bana direnç katarak ışıyor. Şiir, onun yaratıcılığı, pekâlâ kötülüğe karşı bir direnme yöntemi olabilir! Yeni şiir kitapları her zaman mümkün. Ama üç şiir kitabım birlikte yayımlandı. Şimdi bu kitapların sesini duyurmak, bana dönen yankıyı demleyip beklemek gerekecektir. Ben çok güzel beklerim! Bunu yıllardır ustalık derecesinde yaptığımı kimse inkar edemez! Bu kitapları da beklerken yazdım. Yenileri de gelecektir. Siz de bekleyin beni ve şiirimi! Son olarak sözü J.L. Borges’e bırakmak isterim: “Şiir kitabı çıkarmak, kuyuya bir gül atıp yankısını beklemek gibidir.” Siz bir şey duydunuz mu? Duyduğunuz gül olsun!
İlhan Sami Çomak kimdir?
1973 yılında Bingöl, Karlıova’da doğan Çomak ilk, orta ve lise öğrenimini Bingöl’de tamamladıktan sonra, İstanbul Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Coğrafya Bölümü’ne 1992 yılında kaydını yaptırdı. 21 yaşında bir öğrenciyken polis tarafından gözaltına alındı. “Bölücü faaliyette bulunma” gerekçesiyle çıkarıldığı mahkemede tutuklanarak, müebbet hapis cezasına çarptırıldı. AİHM 2006 yılında “İlhan Çomak’ın adil yargılanmadığına” hükmederken, Türkiye’yi de tazminata mahkum etti ve Çomak’ın yeniden yargılanmasına karar verdi. Karardan 8 yıl sonra, İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi 16 Ocak 2014’te yeniden yargılanma talebini haklı buldu ancak 20 yıldır cezaevindeki İlhan Çomak’ın tutuksuz yargılanma talebini reddetti.