Aramızdaki zalimler ve zulme sessiz kalanlar, diye başlasak söze. Çeperimiz daraldıkça ufkumuz ve umutlarımız yelkenleri mi indirir. Sorular dipsiz kuyu gibi, vazgeçiyoruz. Yeniden başlamak için mazeretler, affedilmeye medet duymayan cevaplar, utanç duyulmayacak kararlar baş başa bırakır bizi. Biz dediğim koca bir serap gibi görünüyor bazen. Biz var mıydı, var olacak mıydı diye kıpkısa bir nidâ.
Ve sen sus, diye bağıran herkes ne büyük bir sessizlik. Bölünmüş rüyalar, unutulmayan kâbuslarla yeni bir güne ıstıraplı göz açmalar. Bir nedeni var ama nerede, neden ve kimden saklandığı belirsiz. Onu ve onları ararken kaybettiklerimizi bir daha yitiriyoruz. Gelgitlerin, savrulmaların, yıkımların, ama yine de kayada biten çiçeğin, dört duvar arasında yeşermeyi beceren bitkinin bildiğine şaşırıyoruz. Nereden baksak bize bir şey söylüyor, nereye varsak bir şeyler duyuyoruz. Görene kör, duyana sağır, bilene deli muamelesi çekmeyi ihmal etmiyoruz. Âh biz, dur durak bilmeden inatla âh biz.
Toplanıp bir şeyleri dile getirsek sanki herkes diyeceklerimize ırak. Hayır bu bir sürgün değil. Yan yana gelip yanı başımızdakinden süratle uzaklaşmak. Adı yok, kitabı okunmadı, hiç mi hiç gösterilmedi. Evet, evet, en çok da burada mezarımız; gösterilmeyen her şey boşlukta yüzen bir hiç.
İnatla yerini değiştirdiğimiz cevaplar bizi kovalarken ne güzel bir sessizlik. Huzur, huşu, dudağı büzülmüş şipşak gösterişler. Maruzatlar, rezerve edilmiş zamanlar, yakınları uzak eden varsayımlar. İnsandan insana ne çok mesafe var; kelimeler, adresler, araçlar, susmalar, itibarlar, gırla gelen her şeye yetişmenin şapşallığı. Vazgeçmek, umutları bağlandığı kördüğümden çözüp boşluklara salmak. Belki de yaşamak başlıyor orada.
Sınırlara sıfır vaziyette her şeyi ihlal etmeye ramak kala, bir uçurumun ta başında rüzgarı dinlemek, dalgaların gelip ayaklarımıza serilmesine bakmak, çok eskiden yürünmüş bir yoldan izler bulmak. Büyük resim bu, çekilmemiş fotoğraf karesi de diyebiliriz. Zaten kimsenin vakti yoktu; eskilerden çekip alınmış, bir şiir zannedilen kocaman bir sitem kaldı bize. Öyle ki bizi de delip geçti ve çağın yangınından haber veren bir ulak oldu da kimseler işitmedi. Varsa duyan, bir sır gibi saklayıp hepimizi esir aldı.
Zaman geçiyor, her şeyi yerinde mıhlamış gibi. Hava şartları mesela, kar, boran, fırtına, hortum gelse titretmiyor gerçekleri. O gerçekler ki hayallerimize şemsiye olmuş, bırakmıyor görelim gökyüzündeki gökkuşağını. Biri bağırıyor ama deli denildiği için umursanmıyor. Yine de diyor; Hayat bu kadar gerçek değil ve bu kadar gerçek dünyaya bela!
Anlaşılmayan incelikler, sıradanlaşmış kabalıklar, meziyet sanılan küstahlıklar, tek tek değil birdenbire geliyor ve acısı ile suçu görülmüyor. İşte susmak, işte susmayı teşvik etmek burada bir zemin. Yürüyoruz üstünde, ezberle; donuk ve solgun yüzümüzdeki maskelerle.
Haftanın kitap önerisi: Miguel de Cervantes Saavedra, La Mancha’lı Yaratıcı Asilzade Don Quijote / Çeviren: Roza Hakmen, Yapı Kredi Yayınları