Yeni dünya düzeninin şifreleri ise ‘serbest piyasa ekonomisi’, ‘sınırların değiştirilemezliği’, ‘mikro milliyetçiliklerin yükselmesi’ ve ‘kültürlerarası savaş’ şablonlarıyla açıklanıyor. Bu anlayış ulus devletleri kendi sınırları içinde toplumsal bir sterillik sağlama saplantısına götürüyor
Ülkelerin güvenlik kaygısıyla sınırlarına duvar örmeleri eski çağlardan beri bilinen bir uygulama. Bu uygulamanın sembolleşmiş yapısı Çin Seddi’dir. Çinliler, ülkelerine yönelik barbar akınlarını engellemek üzere dünyanın en uzun duvarını ördüler. Uzaydan görülebilen en büyük mimari uygulama olarak Çin Seddi halen turistlerin ilgiyle ziyaret ettikleri bir yapı.
İnsanlık 20. yüzyıla gelindiğinde, bu tür tedbirleri tarihin uzak geçmişlerinde kalmış bir uygulama olarak değerlendiriyordu.
Özellikle bütün zamanların en yıkıcı, en çok insan yaşamına mal olmuş kırımı olan 2. Dünya Savaşı sonrasında, BM’nin kurulmasının ardından ‘Bir daha asla’ inancı yaygın bir kabul görmekteydi. Polonya işgaliyle savaşın başlatıcısı durumundaki Almanya, uğradığı ağır bozgunun yaralarını sarmaya uğraşırken, modern zamanların çağdışı uygulaması olarak Berlin duvarının inşası bir utanç abidesi olarak görülmüştü.
Eski çağlarda barbar saldırılarından, fetih ve istilalardan korunmak için başvurulan duvar engeli, Berlin duvarıyla ilk kez sivil ve silahsız insanları baskı altında tutma işlevini üstlenmişti. Stalinist bir aklın esir aldığı Doğu Almanya, halkının Batıya iltica etmesini engellemek üzere 20. yüzyılın ikinci yarısında, sanal da olsa bir demokrasi söyleminin egemen olduğu çağda, ‘duvar’ tedbirine başvurmuştu. Yanılgının pekişmesi için Sovyetler Birliği’nin dağılmasını beklemek gerekti. Nitekim 1990’lı yıllara gelindiğinde sadece Sovyetlerin değil, Avrupa anakarasında Yugoslavya birliğinin, Çek ve Slovak ortaklığının da dağılmasına tanıklık ettik. Son örnek bu ayrışmayı kavgasız gerçekleştirmeyi başarmış olsa da, Sovyetler Birliği’nin dağılması başta Çeçenya olmak üzere Güney Kafkasya’da, Gürcistan’da ve daha pek çok yerde yeni savaşlara yol açtı. Bu savaş hali Ukrayna örneğinde gördüğümüz gibi halen devam etmekte. Abhazya, Güney Osetya veya Dağlık Karabağ çözüme ulaşmış çatışma alanları olmaktan çok, yeni patlamalara gebe volkanları çağrıştırıyorlar.
Balkan yarımadasında yaşanan yapı sökümü de benzer sonuçlara yol açmıştı. Avrupa’nın orta yerinde bir kez daha halklar kıyasıya birbirlerini boğazladılar.
Bu vahşet görüntülerinin arka planında ise küresel sermaye yeni dünya düzeninin yapı taşlarını örmekle meşguldü. Sovyetler Birliği’nin kurucu sloganlarından olan “Bütün işçiler; birleşin” çağrısı karşılık bulmamışken neoliberal kapitalizmin tüm dünyayı hem üretim hem de tüketim alanı olarak denetimine aldığı ‘Globalizm’ siyaseti hayata geçirilmişti bile.
Yeni dünya düzeninin şifreleri ise ‘serbest piyasa ekonomisi’, ‘sınırların değiştirilemezliği’, ‘mikro milliyetçiliklerin yükselmesi’ ve ‘kültürlerarası savaş’ şablonlarıyla açıklanıyor.
Bu anlayış ulus devletleri kendi sınırları içinde toplumsal bir sterillik sağlama saplantısına götürüyor. Çağdaş sınır duvarlarının ana fikri ‘yabancı’ olarak değerlendirilenlerin ülkeye sızmasını önleme çabası.
Günümüzde duvar çözümünü ilk uygulamaya koyan İsrail devleti oldu. Ardından ABD’nin dengesiz başkanı Trump, Meksika sınırına duvar örmeye girişti. Bu akıma Türkiye de güney ve doğu sınırlarını duvarlarla geçilmez kılma çabasıyla katıldı. Son olarak Polonya parlamentosu da Belarus sınırına duvar örülmesine dair öneriyi oyçokluğu ile onadı.
Büyük paradoks ise, insanların mülteci haline gelmesinin bizatihi iltica edilmek istenen ülkelerin uyguladığı yayılmacı ve emperyalist politikalarının sonucu olması.
Duvarın tarihteki ve günümüzdeki işlevi tamamen farklı. Eskiden saldırı ve istilaları önlemeye yarayan araç, şimdilerde saldırgan ülkelerin mağdur ettiği çaresiz insanların yaşama tutunma çabalarını engellemeyi amaçlıyor.