Tonlarca taşı bir yere yığmanın ve sonra bu biçimsiz tonlarca yığını bir düzen içinde üst üste dizmenin ne demek olduğunu anlıyor. Yatkın değil, fazladan güç gerektiren bu iş için yetersiz hatta. Bir duvarcı olabilmek için geçmişte bir duvar örmüş olmak gerek her şeyden önce. Yine de bir yerden başlamalı, o da öyle yapıyor. Ona eşlik edebilecek mahvedici bir duygu, zihnini ağılayacak baştan çıkarıcı hiçbir görkemli düşünce bulunmuyor bu yüzyıldan. Zaten şu ağır taşları kaldırması için ihtiyaç duyabileceği şeyler de değil bunlar. Yontulmamış kütleleri sürüklemek ve bunlardan işe yarar bir duvar örmek! Bunun, piramitlere dev bloklar taşıyan kölelerin dayanıklılığını, onları dizerek sonsuzluğun anıtlarına dönüştürecek eski duvar ustalarının becerikliliğini ve ustalığını gerektirmediğini biliyor. İddialı bir şey değil, işe yarasın, kayan toprağı tutsun, dağınıklıktan bir düzen, yıkıntılardan bir bütün oluştursun yeter.
Kalbinin gürleyen atışlarını, taşıdığı ağırlığın altında birbirine geçen kemiklerin çatırtısını duymak, sürükleyici bir şiiri, kışkırtıcı bir düşünceyi duymaktan daha iyi geliyor. Taşların çıplaklığında, toprağın kokusunda, sessizliğin renklerinde, yorgunluğun seslerinde onarıcı bir şeyler var. Anlamlı, dingin, iyi yürekli bir esinti, kaba ve biçimsiz olanın derinliklerinden çarpıyor. Gerilen kasları kilitlenen düşüncelerini çözüyor, gevşetiyor. Kimsenin kimseye bir şey anlatması gibi kimsenin kimseden bir şey öğrenmesi gerekmiyor burada. Yitip gitmiş ve bunun değerini anlıyor gibi. Hile geçmiyor, gösteriş içtenlik kılığında dolaşmıyor bu ıssızlıkta. Kaybolmuş olana, kaybolmuş haliyle katlanılır. “Yolunu yitirmişe meçhulün yön göstermesi ne gülünç olurdu”, bunu düşünüyor. Her şeyin kendiliğindenliği, taşınabilir bir şey. En ağır faaliyette hafifleyen, yürektir. Duvarcı biliyor, duvarcı anlıyor, duvarcı bildikleriyle anladıklarını unutuyor ve garip bir şekilde terk eden huzurun geri dönüp sımsıkı sardığını hissediyor. Öncelikleri, beklentileri, duyguları, duygusuzlukları değişiyor, istediği tek şey olduğu yerde olduğuyla kalıyor: Yerini tutacak düzgün bir taş bulmak. O an için bu ona bir fizik kanununu keşfetmekten, bir felsefi ilkeyi geliştirmekten, bir kimya formülünü bulmaktan, bir toplumsal yasayı anlamaktan daha değerli görünüyor.
Zemini güçlendirmek, yığılı taşları bir düzene koymak, karmaşık olanı basit bir ilkeyle yeniden kurmak ruhunu güçlendiriyor, aşırı yükten yıpranmış zihnini düzenliyor, onu yaratan görüşle doğal tutkusunu yeniden birleştiriyor. Bir köşe taşının ağırlığı altında iki büklüm ilerlerken tinsel doğayla fiziksel doğanın devinim ve yer çekimi olayının aynı yasaya bağlı bir gizil hükümle geliştiğini seziyor. Yontulmamış bir taşın ağırlığına katlanmanın acılarını dindirebileceğini, ama yinelenen bir yalana katlanmanın insanı öldürebileceğini öğreniyor aynı anda. Bütün düşünceleri sindirmek isteyen kafanın yüreği çoraklaştıran susuzluğunu duymuyor, tüm endişe verici kaygılarının kendiliğinden biçimsiz kütle yığınları arasında yitip gittiğini görmek hafifletiyor. Tinsel olandan fiziksel olana gerilemek alçaltmıyor. Aksine bu yabanıl uğraş yüceltiyor ve tutkuyla aklın, kişisel onurla toplumsal bilincin, duygusal sıcaklıkla biçim kesinliğinin gerilim dolu bir birlik yarattığı o alacakaranlık çağlara sürükleyerek tutarsızlıklarına son verdiğini görüyor.
Ömrünü düşünmekle geçirenin yorgunluğundan farklı, bütün gün taşları dizenin yorgunluğu. Bu ölgün çöküntüde diriltici, canlandırıcı bir şey var. Gün gecede eridiğinde yorgun duvarcı, ne onu avutacak bir dosta ne de yaşamına renk verecek bir düşmana rastlamamış olmaktan memnun. Bir duvar örmek, bir şey meydana getirmek, daldığı boş ve güzel konuşmaya soğuk ve parlak bir yankı beklemeden en hayat dolu olanı söylemekti işte. Goethe’nin seksen yılda öğrendiğini bir dakikada kavrıyor: Ne söz, ne anlam, yalnızca eylem! Yaşama hem tat hem de iyilik katan tüm ruh incelikleri, bütün duygu utangaçlıkları uyku kılığında üstüne çökerken bir gece kuşu kanat çırpar, duvardaki saat vurur, lambalar kırılır, gürültüler işitilir, rüzgar kapıları döver, fırtına bütün öfkesiyle patlar. Ürkütmüyor, onu yaradılışın ilk bir müziği gibi kucaklıyor bütün bu sesler.