Baştan söylemekte beis yok herhalde, iktidar Ortadoğu’da yaşanan sıcak gündemi iç politikaya ve toplum algısına yansıtmaktan geri durmuyor. Bayraklar yarıya indiriliyor, İsrail’e naralar atılıyor. Hamasete dayalı yüksek perdeden yapılan ama uygulamaya geçmeyen açıklamalarla iç gündem perdelenmeye, toplum asıl sorunlarından uzaklaştırılmaya çalışılıyor. Doğrusu bu yöntem toplum nezdinde karşılık da buluyor. Öyle ki sadece toplum değil muhalefet de bu potada eritiliyor.
Bu yöntem yeni değil elbet, yıllardır kullanılıyor. Hatta denilebilir ki; toplum bu tür algı yöntemleriyle yönetildi hep.
Toplumda düşünceleri biçimlendirmeye yönelik tüm korku, kaygı ve fobiler bu algı mühendisliğiyle oluşturuldu. Bu alanda eldeki kitle iletişim araçlarının işlevini de unutmamak gerekir.
Rakiplerine yönelik içinde düşman, hain, terörist sözcüğünün geçmediği bir argüman oluşturmak nasip olmadı iktidar sözcülerine. Kendi görüşünün dışındakiler düşman bellendi.
Algı yönetimlerinde tehdit ya da düşman algısı yaratmak işin olmazsa olmazıdır. Bu konuda ‘iç’ ya da ‘dış’ fark etmez. Hatta iç, dışla bağlantı içinde gösterilse getirisi daha fazladır.
Sorunlar, aksaklıklar olduğunda, işler yolunda gitmediğinde her şey bu ‘düşman’a bağlanır. Bazen bir düşman az gelir, kolonlama usulü çoğaltmak zor bir iş değil. Fazla düşman göz çıkarmaz, dursun kenarda, onun da günü gelir.
***
Irkçılığın duayenlerinden Hüseyin Nihal Atsız, 1941 yılında oğluna vasiyet anlamında yazdığı mektupta şöyle diyordu: “Komünizm bize düşman bir meslektir. Bunu iyi belle. Yahudiler bütün milletlerin gizli düşmanıdır. Ruslar, Çinliler, Acemler, Yunanlılar tarihi
düşmanlarımızdır. Bulgarlar, Almanlar, İtalyanlar, İngilizler, Fransızlar, Araplar, Sırplar, Hırvatlar, İspanyollar, Portekizliler, Romenler yeni düşmanlarımızdır. Japonlar, Afganlılar ve Amerikalılar yarınki düşmanlarımızdır. Ermeniler, Kürtler, Çerkezler, Abazalar, Boşnaklar, Arnavutlar, Pomaklar, Lazlar, Gürcüler, Çeçenler içerdeki düşmanlarımızdır. Bu kadar çok düşmanla çarpışmak için iyi hazırlanmalı. Tanrı yardımcın olsun.”
Dönüp bakıldığında dünden bugüne çok şeyin değişmediğini söylüyor olmak yanlış olmasa gerek.
***
Algı yöntemiyle düşman oluşturmanın idareciye sayısız olanak sağladığı defalarca test edilmiştir. Çünkü bu algıda her musibet bu düşmanlardan kaynaklanmaktadır. Bunun da çaresi idarecilere kayıtsız şartsız destek vermek, onu eleştirmemektir.
Bu desteği vermeyenleri şeytanlaştırmanın yolu da yapay korkular üretmektir. Algıda düşman yaratma idare edenlere büyük olanaklar sağlar her zaman. İşler yolunda gitmediğinde hedef bellidir artık. Her türlü başarısızlığın sebebi bu düşman ve düşmanlar olacaktır söylemde. Bununla mücadele etmenin biricik yolu olarak da iktidarı destekleme ve asla eleştirmemek olarak propaganda edilecektir.
Hani, “Eğer dikkat etmezseniz, medya size zalimi mazlum, mazlumu da zalim olarak gösterebilir” demiş ya Malcolm X. Birçok alanda olduğu gibi; toplumda bu rızayı sağlamak için de böyle bir gücü elinde bulunduran medya devreye girer ve bu sayede bağımlı kümelerin rızası da sağlanır.
Bu yöntemde daha çok duygulara hitap edilir. Propaganda faaliyetlerinde ve konuşmalarda kitlenin duygu dünyasını esas alırlar. Bu sayede rızayla birlikte aidiyet ve itaat devreye girecektir.
***
Bu durumlar yıllar öncesinde birçok siyaset bilimci tarafından ele alınmış ve detaylarıyla ortaya konulmuştur.
Nietzsche’nin tanımladığı anlamda söylersek: “‘pasif nihilizm’e batmış kitleler için, biyolojik varlığın idamesi tek değer haline gelir. Kötülük sıradanlaşır, en vasat ve sığ kaygılarla hareket eden bireyler aracılığıyla bütün toplumsalı kuşattır.”
Böyle bir ahvalde, geriye sistemin basit bir dişlisine dönüşmüş, siyasete ilişkin fikir üretmekten aciz kitleler kalır.
Evet. Eski veri tabanlarımızla, düşünmeden, bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmayı sürdürdüğümüz sürece algı mühendisliklerinin birer piyonu olmaya devam edeceğiz.