Faşizm adını kapitalist modernite olarak değiştirmeye doğru yol aldığından beridir, devletler ‘düşmanlarına’ karşı cinsiyetçiliği daha çok kullanmaya başladı. Hele de Ortadoğu- Avrupa arasında içerden-dışardan düşman seçmek AKPMHP devleti için daha da ucube olur. Toplamında devlet; içerden düşman yaratıp dışarıdan düşman kazanmasını bilmektir.
Buna göre kapitalist modernite devletinin ihtiyaçları gereği kadın düşmanlığı en geçerli siyasettir. Devlet, öncelikle düşman gördüğü toplumun yarısı olan kadının emeğine el koyup değersizleştirir, aşağılar, küçük görür, yardıma muhtaç hale getirir sonra da kadın üzerinden siyaset yapar. Savaşları durduran kadın öyle bir iradesiz tanıtılır ki, kadını bahane ederek savaşı başlatmanın gerekçesi yapar. Bu politikaları kadın üzerinde uygulamayı artık başaramadığında yani kadın; saraylara asker doğurmadığında, onların yolsuzluğuna, devlet sırlarının örtülü ödeneğine, şatafat yaşamlarına, ret ve inkârlarına hizmet etmediğinde düşman olur. Hemen kürtaj yasaklanır, kadın kazanımları, vicdani ret ve savaş karşıtlığı suç sayılır.
Ve getirdiği nokta; kadını düşmanlaştırma siyasetiyle iradesiz kılan erkek egemen devlet, kadın üzerinden ‘düşman’ vurma politikası yaratır. Colemêrg yolunda aracın patlaması sonucu hayatını kaybeden Nurcan Karakaya’nın haber yapılırken vurgulananlar; ‘…asker eşi ve bebeği can verdi…’, ‘ …astsubay eşini ziyaretten dönen Nurcan Karakaya ile 11 aylık bebeğine tören…’, ‘…eşine sürpriz yapmak…’, ‘…idam…’ Bu kez erkeğin astsubay olduğunu hep vurguladılar, ama eşinin ne iş yaptığını, hayallerini unuttular(!) Kadın ve bebeğe mi üzülüyorlar yoksa astsubay, asker eşi ve çocuğu olduğuna mı, çocuk ve kadını kullanarak idamı mı getirmek istiyorlar, başka bir şey mi var (?)
Devlet düşmanlaştırarak iradesini kırdıklarıyla düşmanlaştırdıklarını vurduğunda öyle bir algı yaratır ki, yolda çukur var mı yok mu, varsa nedeni, yoksa başka ne olabileceği, asker gözetiminde bir yola nasıl girilir, kim yol verir soruları unutulur gider. ‘Düşmanla’ ilgili bilgileri düşmanı yaratan bilir, acımasızlık ve saldırgan ölçüsünü de o koyar, devletin verdiği bilgilerden şüphe etmeyi ihanet sayar.
Bu tehdit ve etkiyle arkasından kınama, lanetlenme yarışı başlar. Kim kimden daha çok sert lanetledi, kim kimden önce yaptı, kim geç kaldı haberleri havuz medyasından akar, asıl olan çoktan kaybolmuştur. Ezilen cins, sınıf, kimlik psikolojisiyle siyaset yapmanın kimseye bir faydası olmadığı da unutulur. Dünya deneyimlerinde barışın en yakın olduğu dönemler çatışmaların en şiddetli olduğu zamanlardır. Amerika-Vietnam savaşında çatışmada kısmi felç olan tekerlekli sandalyedeki bir Amerikalı asker, şiddetli savaş ortamında barış mücadelesi başlatarak savaşı sona erdirir. (‘Doğum günü 4 Temmuz’ filmi)
Çatışmaları sonlandırmanın tam da zamanı, ölümler, acılar üzerinden kendini var etmek, acıları kıyaslamak, kendini iktidara ispatlama çabası tarih boyunca insanlığa karşı işlenen savaş suçlarını derinleştirmiştir.
Son olarak kadın üzerinden bu siyaseti yapmak kadına değer vermek değildir. Kadını iradesiz, çaresiz, küçük görme siyasetinin ürünüdür.