Bugün 33 gencin can verdiği Suruç Katliamı’nın 5. yıldönümü. Katliamdan yaralı kurtulan Çağla Seven ile konuştuk: IŞİD tarihe nasıl gömüldüyse Türkiye’de kirli işbirliği içinde olduğu kişiler de tarihin çöplüğünde hak ettikleri alacaklar
Yadigar Aygün/İstanbul
Türkiye’nin çeşitli yerlerinden bir araya gelen yaklaşık 300 genç Kobanêli çocuklara oyuncak götürmek üzere Urfa’nın Suruç ilçesine geldi. Gençler burada bir açıklama yaparak Rojava’ya geçmek istiyordu. Bunun için ilçede bulunan Amara Kültür Merkezi’nin bahçesinde toplandılar. Saatler 11:50’yi gösterdiğinde kalabalığın tam ortasında bir patlama meydana geldi. Patlama sonucunda 33 genç hayatını kaybetti.
Suruç kaymakamı Abdullah Çiftçi, intihar bombacısının bir kadın olduğunun belirlendiğini söyledi. Ancak bir sonraki gün yapılan DNA testleri sonucunda intihar bombacısının IŞİD’li 20 yaşındaki Adıyaman Üniversitesi Makine Mühendisliği öğrencisi Şeyh Abdurrahman Alagöz olduğu tespit edildi. Saldırıda kimliği tespit edilemeyen ancak kadın olduğu belirlenen ikinci bir şüpheli daha ortaya çıktı. Saldırıdan sonra intihar bombacısı olan Şeyh Abdurrahman Alagöz’ün, abisi ile birlikte “terör nitelikli kayıp” olarak kaydının olduğu, babasının 2 ay önce İl Emniyet Müdürlüğüne iki oğlu için ihbarda bulunduğu belirlendi. Dönemin HDP Milletvekili Ayhan Bilgen, intihar bombacısı Abdurrahman Alagöz’ün polis tarafından önce gözaltına alınıp sonra serbest bırakıldığı yönünde bazı iddialar bulunduğunu kaydetti. Failin abisi Yunus Emre Alagöz ise, yakalanması için emniyet güçlerinin “teyakkuza geçtiği” belirtilmesine rağmen 3 ay sonra 10 Ekim’de Ankara’da göbeğinde gerçekleşen ve 100 kişinin ölümüne yol açan bir başka katliamın intihar bombacısı oldu.
33 kişi paramparça olarak öldü
Katliamın 5. yılında “Düş yolcuları” içerisinde yer alan ve patlama sırasında Amara Kültür Merkezi’nde bulunan Çağla Seven, o gün yaşananları anlattı. O dönemde 2013 Reyhanlı ve 5 Haziran 2015’de Diyarbakır’da HDP mitingine yönelik saldırılar ile 7 Haziran seçimleri sonrasında yaşananların tehlikeli bir sürece girildiğinin işareti olarak değerlendirdiklerini belirten Seven şunları anlattı: “’400 vekil verin bu iş huzurla çözülsün’ söylemleriyle gidilen 7 Haziran 2015 seçimlerinde HDP’nin yükselişi ile tek başına iktidar olma şansını yitiren ve ‘Millet kaosu seçti’ şeklinde yorumlama cüreti tek adam iktidarının ne denli krize girdiğini gözler önüne seriyordu. 5 Haziran’da Amed’de HDP mitinginde patlatılan bombayla pimi çekilen süreç 20 Temmuz’da Suruç’la devam etti. Bizler Türkiye’nin dört bir yanından bir araya gelerek savaşın mağduru insanlarla dayanışma iradesi göstermiş, 20 Temmuz sabahı Amara’nın bahçesinde toplanmıştık. Kampanya öncesi resmi makamlarla görüşmeler yapılmıştı. Habersiz bir sabah çıkıp gelmiş değiliz. Yolda defalarca araçlarımız durdurulup arandı. Ancak sonradan ortaya çıktı ki; bizim araçlarımız üzerlerimiz defalarca aranırken, istihbari bilgiye rağmen canlı bomba tüm gün kentte dolaşıp, emniyetin önünden elini kolunu sallayarak geçip aramıza girip kendini patlatabildi. O gün orada 33 kişi paramparça olarak öldü. Bunların kaçı hızlı erken ve doğru tıbbi müdahale ile kurtarılabilirdi. Yaralı kurtulan bizlerin kayıpları daha az olabilirdi. Üzerinde durulması gereken bir mesele. Çünkü katliamın hemen ardından bize yardıma gelenlere gaz bombaları atıldı ve sokak kapatılarak ambulansların girişine izin verilmedi. Bir de tabi motosikletli şüphelinin Kültür Merkezi’ne sokulup sakalının kesilmesi var ki akıllara zarar. Ben o gün orada çok ciddi yaralanmış, çok ciddi tıbbi desteklerle yaşatılmış biriyim. Vücudumdan onlarca bilye çıkarıldı bu çokça yazıldı ama hala vücudunda bilyelerle yaşayan yaralılar var. 1 ay yoğun bakım olmak üzere uzun süre hastanede tedavi gördüm. 30’un üzerinde ameliyat oldum. Geri dönüşümsüz bedensel hasarlarıma katkısı olmayacak düzeltme ve iyileştirme ameliyatlarım, psikiyatrik de olmak üzere tıbbi tedavilerim hala sürüyor.”
Katliamlar devam etti
Suruç katliamından hemen ardından Ceylanpınar’da iki polisin şüpheli bir şekilde öldürülmesinin barış ihtimalini sonlandırmaya bahane edildiğini belirten Seven, bundan sonra da katliamların devam ettiğini söyledi. Türkiye’nin bir anda şiddet sarmalının içinde girdiğine dikkat çeken Seven şu hatırlatmalarda bulundu: “Ben yoğun bakımdan hasta odasına çıkarıldığımda korkunç bir manzaranın ortasındaydık. Dondurucuda saklanan çocuk cesetleri, sokağa çıkma yasakları, günlerce sokakta kalan Taybet İnan, Tahir Elçi’nin dört ayaklı minarenin altında herkesin gözü önünde katledilişi, Dilek Doğan’ın evinde polis tarafından öldürülmesi, ölü bedeni askeri aracın ardında yerde sürüklenen Hacı Lokman Birlik, bodrumlarda tüm yardım çığlıklarına rağmen öldürülen insanlar, bunların hepsini hep birlikte görüntüsüyle sesiyle izledik, sonrasında bunları haberleştiren kanallar da birer birer susturuldu. Televizyonlar, radyolar, dernekler kapatıldı. Ardı ardına 10 Ekim Ankara Katliamı, Atatürk Havalimanı, Reina, Sultanahmet, İstiklal Caddesi’nde, Antep’te patlayan bombalarla tüm topluma ama öncelikle muhaliflere yönelik şiddet hız kesmeden devam etti. Sokağa çıkma yasakları ve tarumar edilen şehirlerle girilen 1 Kasım seçimi ve iktidarın muradına kaos ve şiddet ortamında varabilmesiyle eli güçlendi. Ve ‘Allah’ın lütfu’ olarak gördükleri 15 Temmuz ve sonrası OHAL zulmüyle kendinden olmayana yönelik tırnak içinde temizlik süreci başlatıldı. Ama gücü elinde bulunduran erkin, her zaman yaptığı gibi önce ve öncelikle darbeyle ilişkisi olmayan ama bu yönetim, bu iktidar ve bu antidemokratik ortamla derdi olan muhalifler ve savaş ortamına hayır deyip devlete yaşam hakkını her koşulda koruma görevinin kendisinde olduğunu hatırlatan akademisyenler yerlerinden edildi. Toplum, devlet kurumları, hatta gündelik yaşam; şiddet, kaos, bomba, OHAL, KHK ve karşı çıkarsan ya terörist ya FETÖCÜ olursun baskısıyla kontrol altına alındı ve hizaya çekildi. İstenen şekilde dizayn edilmeye çalışıldı. Bu süreçte yüzlerce insan yaşamını yitirdi ve yaralandı.”
Hayatım değişti
Çağla Seven, Suruç katliamından sonra hayatının değiştiğini ve yaşadığı zorlukları ise şu sözlerle anlattı: “Hayatım 20 Temmuz sonrası ortadan kırılırcasına değişti. Bedenim, zihnim, halim, günüm, rutinim, her şeyim, seçmediğim ve çok acılı çok travmatik bir biçimde bir anda başkalaştırıldı. Bunu kabullenmek de buna alışmak da çok zor. Hele böylesi hakikat ve adalet mücadelesinin korkunç zor olduğu faillerin sistematik bir şekilde gizlendiği bir hukuk sürecinde sana ne olduğu neden olduğunu açıklayamadığın sonraki tamir sürecinin işlemediği bir ortamda iyileşmek de travmayı zihinde işleyip kısmen geride bırakabilmek de devam edebilmek de güçleşiyor. Benim için de biraz öyle oldu, bacağım kesilmekten döndü -evet bu iyi bir şey- ama kaslarımı kaybettim. Bacağımda damar, sinir hasarları ve kozmetik olarak kabul edilemeyecek bir görüntü mevcut. Eskisi gibi hareket edemiyorum, dizlerimi bükmekte zorlanıyorum. Ortez kullanarak yürüyebiliyorum. Bu bile başlı başına hayatınızı öyle değiştirip zorlaştıran bir şey. Ayakkabı seçimi bile çok zor. Düşünün eskiden çok sevdiğim ayakkabı alışverişi şu anda sonunda ağladığım ve yapmaktan kaçındığım bir şeye dönüşebiliyor. Ve elbette travmanın kişisel olarak bende yarattığı ruhsal sorunların yanında orada ölenlerin acısı ve geride kalanların acısına, yaşamlarının onarılmaz biçimde ne denli derinden sarsıldığına tanıklık etmek baş etmesi çok güç bir yaşam pratiği ortaya çıkarıyor.”
‘Sorumluları açığa çıkarılmalı’
Seven, yaşanan birçok katliamın hâlâ aydınlatılmadığına dikkat çekti. Katliamın planlı ve devlet gözetiminde gerçekleştiğinin altını çizen Seven, dava sürecinde yaşanan hukuksuzlukları anlattı. Hesaplaşma süreçleri olması gerektiği gibi yapılmayan, yüzleşilmeyen olayların, katliamların bir sonraki olaylara ve katliamlara zemin oluşturduğunu belirten Seven olay sonrası yapılan soruşturmanın yetersizliğine dikkat çekerek şunları belirtti. “Suruç katliamının görünen failinin kardeşi aradan 3 ay bile geçmeden 10 Ekim katliamını gerçekleştirerek 104 insanın ölümüne sebep oldu. Bunun önlenebilirliğini anlatmanın gereği var mı bu noktadan sonra? Bir katliam yaşanıyor ki; öncesinde kendi ailesinin emniyete verdiği beyanlar, bilgiler, şüpheler var. Telefon kayıtları var. Siz katliamı gerçekleştiren kişinin ailesini bile tam olarak soruşturmuyorsunuz. Burada en başta davaya konan gizlilik kararının ve avukatların dosyaya ulaşma ve taleplerini dillendirme, soruşturmayı izleyebilmesinin önüne geçilmesinin dosyanın tabiri caizse toplumdan kaçırılmasının ne denli vahim sonuçları olduğunu hep birlikte gördük. Gizlilik kararı bu bilinçle alınmış bir karardır ve sonraki katliamların tüm sorumluluğu bu kararı alanlardadır. Elbette ki; 10 Ekim de sonraki tüm katliamlar da sadece Suruç katliamının etkin bir şekilde soruşturulmasıyla kolaylıkla önlenebilirdi. Hepsi göz göre göre yaşanmış olaylardır ve dönemin iktidarı, İçişleri bakanı, emniyet görevlileri sorumludur. Suruç ilçe emniyet müdürüne taksitle verilen 7 bin 500 TL cezayla geçiştirilecek bir sorumluluk değildir bu. Siyasi çekişme içine girince defterleri açmaktan söz eden Davutoğlu dönemle ilgili sorulan soruya ‘İslam’da günah çıkarmak yoktur’ diye cevap vermiş. Günahları olduğunu kabul etmiş böylelikle. Bizler de günah çıkarmasını değil hesap vermesini istiyoruz. Kendisi İŞID gibi tecavüzcü, yağmacı kafa kesen bir çetenin üyelerinden ‘Birkaç öfkeli genç’ olarak bahsedilmiş, şüpheli canlı bomba listesinden ‘Eylem yapmadan yakalayamayız’ diyebilmiştir. Oysa ki bu ülkede şiddetle hiçbir ilişkisi olmamış, düşünceleri, siyasi görüşü, meslek pratiği hatta Twitter paylaşımı yüzünden içeride tutulan binlerce insan var. Davutoğlu’nun 7 Haziran-1 Kasım arasında yaşananları siyasi manevra olarak ağzında gevelemesini değil, mahkemede tanık olarak dinlenerek siyasi sorumluluğunu yerine getirmesini istiyoruz. Bu talebimiz de mevcut. Amed, Suruç, 10 Ekim Ankara katliamı olmuş ve ülke kan gölüne çevrilmiş iken güya emniyetin kırmızı bültenle aradığı İŞİD militanı İlhami Bali ile MİT’in Ankara da 5 yıldızlı bir otelde görüştüğü bilgisi basına belgeleriyle yansıdı. Mecliste CHP Milletvekili Ali Şeker tarafından soru önergesiyle bu iddialar soruldu. Bu ilişkiler ortaya dökülmeden ve hakikat ayrıntılarıyla ortaya çıkmadan sorumlular yargılanmadan sorumluluğu kimse hiç bir şekilde üzerinden atamaz.”
Mücadele edeceğiz
Adalet mücadelesine devam edeceklerini belirten Çağla Seven, “Uzun soluklu bir adalet mücadelesine girdiğimizin, çok yorulduğumuzun ve yorulacağımızın, hatta hırpalanacağımızın hepimiz farkındayız ama toplumsal şiddetin bir tarafı olanlar ya da olmak zorunda bırakılanlar bilir ki iyileşmenin bir yolu da çocuğunun fotoğrafıyla köşeye çekilmek ya da her şeye küsüp kendini kapatmak değil. Sokakta, adliyede, meydanlarda bulabildiğimiz her kanalla yaşadıklarımızı, sonrasını, bize yapılan büyük haksızlığı, bizden çalınanları, katliam sonrası süreçte bize karşı sürdürülen şiddeti tekrar tekrar anlatmak gerekiyor. Sistematik olarak üzerini örtmeye çalışanlara karşı adalet talebimizden de anmalarımızdan da vazgeçmeyeceğiz. IŞİD tarihe nasıl gömüldüyse Türkiye’de kirli iş birliği içinde olduğu kişiler de en tepeden itibaren tarihin çöplüğünde yerlerini hak ettikleri şekilde alacaklar” dedi.