ayşe düzkan
ali önder öndeş’i 1990’lı yılların sonunda ödp’de tanıdım. parti içi gerilimlerde aynı tarafta durduk, aynı ittifak içindeydik, ortak bir bakış açımız vardı ama farklı düşüncelerimiz de az değildi. birbirimizden bir şeyler öğrendiğimizi de düşünüyorum. pazartesi dergisinin bürosunda yaptığımız bir toplantıda benim masamda oturduğunu, panomdaki afişlere, en çok da kocaman tarkan afişine, beni kırmayacak bir şaşkınlıkla baktığını hatırlıyorum. arkadaşımız ender öndeş’in abisi olduğunu çok sonra öğrendim; sanırım hastalanmasından bir süre önce.
insan bir tanıdığı ağır hasta olunca, fazla vakit kalmadığını biliyor. ama bir yerlerde bir ümit de oluyor. belki bir mucizenin gerçekleşmesi ümidi. işte bu yüzden, insan kaybetmeye ne kadar hazır olsa da, canı yanıyor. ali önder’in ölümünü gece yarısı duyduğumda, içime kızgın bir damla düştü. kim bilir yakınları neler hissetmiştir.
benzer bir yakıcı damla, gezi davasından sonra düştü içime. o mahkemeden, bırakın hukuka uygun, akla yakın bir karar bile çıkmayacağı belliydi ama yine de insanın içinde bir yerde bir mucize beklentisi oluyor demek.
gezi davası dedikleri tiyatroyla esir alınanlar, hepimize gözdağı vermek için tutuluyor. bunun hukukla falan ilgisi tabii ki yok. zaten azıcık siyasi yanı olan herhangi bir davanın hukukla ilintisinin kalmadığı bir dönemdeyiz. o yüzden, “kaçma şüpheleri yokken neden tutuklandılar” doğru bir soru değil, bence. doğru soru, “tutuklanmaları bu kadar muhtemelken neden kaçmadılar?” olmalı. yanlış anlaşılmasın, mahkemede hazır bulunma kararlarını sorgulamak değil derdim. kendim de hüküm giydikten sonra savcılığa teslim olup cezamı yattım. ama “kaçma şüphesinin olmaması” gerçeğinin, denklemin herhangi bir yerinde bulunmadığı bir davadan bahsediyoruz. artık herhangi bir davanın denkleminde yok bu; kaçacağı kesin olanların –nice ışid’li- salındığı, bu topraklardan başka bir yerde yaşamayı düşünmeyen ve bu topraklardaki hayatı yaşanır hale getirmek için hayatını ortaya koyanların esir alındığı bir düzendeyiz epeydir.
gezi’nin politik çerçevesi çok sınırlıydı ve ama o sınırları da belirsiz olan bir program etrafında harekete geçti onca insan. çünkü gezi, siyasal bir programdan çok bir hareket etme biçimiydi. dövüşenler, düşenler oldu, hepsinin kalbimizdeki yeri ayrıdır. dövüşmeyi bilenler hatırladı, bilmeyenler ve bildiğini sananlar öğrendi. düşülebileceğini, düşene nasıl sahip çıkılacağını gördü, bunu hiç bilmeyen binlerce insan. gezi sadece, “faşizme karşı omuz omuza” değildi, sadece “her yer taksim, her yer direniş” ve “bu daha başlangıç” da değildi. aynı zamanda “sık bakalım”dı… taraftar gruplarıydı, lgbti+ hareketti, duran adam’dı. düşenlerin hepsi aleviydi ve bir araştırmaya göre katılanların yüzde 51’i, ve kırmızılı kadın’dan mücella yapıcı’ya bütün simge isimleri kadındı.
şunu da hatırlatmak istiyorum. aslında o direniş gezi’den, istanbul’dan ibaret değildi, türkiye’nin hemen her yeriydi. hatırlayalım; antakya’dan iki şehit var. 31 mayıs akşamı başlamıştı ama haziran ayında gerçekleşmiş, yazın da sönmemişti. ama bir grup insan ve örgüt, “haziran” adına el koyup –evet, el koyup- sonra da ortada bıraktıklarından beri “haziran” adını kullanamaz olduk.
muhalif, devrimci örgütler de gezi’nin parçası, omurgasıydı, onların deneyimi olmasa, birçok mevzi kaybedilirdi; buna şüphem yok. gezi’nin ardından kurulan forumlarda da vardı bu insanlar. tecrübelerinin yararı oldu ama örgütlerinin güçlenmesini, genel hareketlenmeye öncelediklerinde zarar verdiklerini de söylemeden olmaz. o forumlar sönümlense de dağılmadı. örneğin referandumdan önceki “hayır” meclisleri çoğu yerde o ilişkiler üzerine kuruldu. seçimden sonraki sokak eylemleri de onların çağrısıyla gerçekleşti; o çağrıların da gezi’den ilham aldığını söylemek yanlış olmaz. ama türkiye solunun ve muhalefetinin alışkanlıkları, adetleri, taksim dayanışma gibi merkezi bir temsili tercih ediyor.
gezi davasında esir olanlar yalnız değil. bütün muhalif güçlerin yanı sıra, kılıçdaroğlu ve akşener’in dahi sahip çıktığı bir dava yalnız olmaz. ama kılıçdaroğlu da, babacan gibi “müşteki”ler, ümit özdağ gibi karanlık güçler tarafından esir alınmış gibi görünüyor.
yalnız olan hdp, erkek şiddeti davalarından insan hakları davalarına, çevre davalarından siyasi davalara her mahkemede vekilleri, mensupları hazır bulunan hdp. gezi davasında da oradalardı elbet.
gezi, başka bir siyaset öğretti bu topluma; düşeniyle, dövüşeniyle, ilk yardım örgütleyeniyle, hayvanları koruyanıyla, alkışlayanıyla, bayraklısıyla, flamalısıyla. dün 1 mayıs’tı, 31 mayıs çok yakın. hatırlamak ve hatırlatmak için iyi bir fırsat değil mi?