“Aşk bahtiyarı ömrümmüş meğer / Öbür hayat ve sesi ıslığın, zahid”
*
Kayıplarımızın ardından yazmak zordur. İnsanın en büyük çaresizliği ölüm karşısındaki çaresizliktir herhalde. Önce inanmak istemez insan. Kabullenme zor gelir insana ama elinizden de hiçbir şey gelmez. Zor da olsa bu gerçeği kabul etmekten başka yapabileceğiniz hiçbir şey yoktur.
Bir şairi, bir dostu, bir güzel insanı kaybettik. Kaç zamandır cebelleştiği kanser illetine yenik düştü Mehmet Çetin.
Acılardan, hapislerden, işkencelerden geçmiş bir ömür gelir bir cümlede son bulur: ‘Mehmet Çetin’i kaybettik.’
Hastalığı henüz azmadan birkaç kez konuşmuştuk telefonda. Moralini yüksek tutmaya çalışsa da hastalık ilerliyordu. Bir süre sonra konuşamaz duruma geldi.
Arkadaşları, dostları tarafından telefon üzerinden oluşturulan ortak bir bilgi paylaşımı sayesinde hastalığının gidişatı konusunda haberdar oluyorduk… Son döneminde hastanede yoğun bakımda uyutulmuştu. Bir daha da uyanmadı. Başından itibaren hastalığıyla ilgilenen ve bilgi paylaşan arkadaşlardan Namık Kuyumcu arkadaş son mesajında, “Sözün bittiği yerdeyiz, Mehmet’i kaybettik” diyordu. Donakaldım ve bir süre tekrarlayıp durdum: Ah Kekê …
*
Amansız bir hastalıkla boğuştuğunu bildiği halde kabullenemiyor insan… Ah Kekê…
Ezilenden, emekten, özgürlükten yanaydı. Ortak dostumuz Vecdi Erbay’la yaptığı bir söyleşide: “Baştan beri tarafım. Taraf olmanın şiirini, öyküsünü, yazısını yazmaya çalışageldim hep… Dünyada en çok konuşulan dilin kekemece olduğunu düşünüyorum. Çünkü insanlar dillerine, düşlerine, gelecek imgelerine yabancılaştırıldılar. Böylesi bir yıkıcılık var. Dilsiz, aşksız, geleceksiz bırakılan insanın dil durumu tam bir kekemelik.”
Tüm zorluklara karşı direndi. Eğilmedi ve bükülmedi: “Uyandığımda yalnızlıktı yanı başımda / Eyvah dediğimdi sana anlatamadığım / Gelip gülümseyişin, günaydın deyişin / Sabahtır kırık dal sabahtır yıkık duvar / Eğilmeyişin, tutsak yalnızı öpmeyişin”
*
Mehmet Çetin 1 Kasım 1955’de Dersim Ovacık’ta doğdu. İlkokul, ortaokul ve lise eğitiminden sonra, Bursa İktisadi ve İdari İlimler Akademisi İşletme Bölümü’nde öğrenimi görürken, politik faaliyetleri gerekçesiyle 1981 yılında İstanbul’da tutuklandı. 8 yılı aşkın bir süre hapis yattı. Değişik cezaevlerinde kaldı. O dönemde şiir, öykü ve düzyazı çalışmalarına ağırlık verdi. İlk iki kitabı henüz cezaevindeyken yayımlandı. Çıktıktan sonra yurt dışına Hollanda’ya gitti, yaşamını orda sürdürdü..
Mehmet, 1991 yılında kurulan ve yüz elliyi aşkın şiir/düzyazı kitabı yayımlayan Piya Şiir Kitaplığı ve Zed Yayın’ın kurucu editörlerinden olup, Kunduz Düşleri adlı şiir dergisi ile Ütopiya Mevsimlik Hayat Bilgisi Kitabı’nın editörlüğünü yaptı.
İlk iki kitabı cezaevindeyken yayımlandı. 1980 sonrası Türkçe şiirde yeni bir etik/estetik kuruluşu deneyen şiir eğiliminin katılımcılarından oldu. Şiirleri Hollandaca, Fransızca, İtalyanca, Rusça, Almanca ve İngilizceye çevrildi ve değişik dergilerde yayımlandı. Yazdığı bazı oyunlar Amsterdam’da sahnelendi. Türkçe ve Zazaca yazdığı birçok şiiri bestelendi. Birağızdan adlı eseriyle Enver Gökçe Şiir Ödülü’ne, Asmin (1991) adlı hikâyesiyle 1989 Güneş Gazetesi Hikâye Ödülü’ne layık görüldü.
*
Kollektif olanı, ortaklaşmayı ve paylaşmayı severdi. Başkalarının kederi Onun kederi, dünyanın, her canlının derdi Onun derdiydi:
“Ki insan boğazlanır insanlık adına / foklar ağaçlar sular ve balıklar da / Aşklar boğazlanır ol dünya aşkına / kuruyan dere yatağı yaz sıkıntısı… Bahar gelir yaz açar ölürüm sonra / Büyür o yeryüzü kekemen hatrına.”
Mehmet bizi bırakıp gitti. Kitaplar, anılar ve bir iç çekiş kaldı geride. Vasiyeti üzerine, bugün Dersim-Ovacık’ta toprağa vereceğiz.
“Taşta telaşta ateşte sınanmış sen ey” Gülü gül ile tartan kardeşlik, düş yoldaşım, Mehmedim.
Güle güle Kekê.