Türkiye’nin vekalet savaşında adeta ‘amelelik’ işlerini yaptığını söyleyen Yazar Alptekin Dursunoğlu, “Türkiye kendisini bir çukura attı. Şimdi de o çukurdan çıkmaya çalışıyor” dedi.
İdlib meselesinde Suriye’deki tüm güçler son kozlarını ortaya koyuyor. Bir yanda Suriye rejiminin operasyon isteği, diğer yanda ise Türkiye, Rusya ve İran’nın “silahsız bölge” planı. Türkiye, Rusya ve İran’ın “silahsız bölge” planına İdlib’teki radikal İslamcı grupların itirazları da sürüyor.
İdlib ekseninde yaşanan gelişmeleri yazar Alptekin Dursunoğlu değerlendirdi. İlk olarak Tahran Zirvesi’ni hatırlatan Dursunoğlu, Rusya’nın Tahran Zirvesi’nde reddettiği ateşkesi Soçi Anlaşması’nda kabul etmiş olmasının altındaki sebepleri şöyle anlattı: “Rusya, 10 gün sonra kararını değiştirip neden operasyonu askıya aldı? Bunu açıklayıcı bir gelişme olarak Lübnan basınında bir haber yer almıştı. Haberin içeriği şuydu; Türkiye, Rusya’ya ‘ABD’nin desteklediği Suriye Demokratik Güçleri’nin Fırat’ın Doğu’sunda, yönetimleri birleştirerek merkezi bir yönetim kurmaya çalışıyor. Bunu yakında ilan edecekler. Suriye’yi bölmeye yönelik olan bu plan İdlib bahanesiyle hız kazanacak. Siz İdlib’i erteleyin böylece Amerika planı önlenmiş olsun’ diye bir uyarıda bulundu. Yani Türkiye Kürt kantonlarının birleştirilerek merkezi bir hükümete dönüştürülmesi hedefine engel olmak istedi.’ Ve Lübnan basınında çıkan bu haberden 4-5 gün sonra da Soçi Anlaşması oldu.”
‘Tahran’da ateşkes reddedildi’
Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov’un da geçtikleri günlerde yaptığı açıklamanın bunu kanıtlar nitelikte olduğunu aktaran Dursunoğlu, “Lavrov Bosna Dışişleri Bakanı’yla düzenlediği ortak basın toplantısında şunu söyledi: Suriye topraklarında asıl tehdit Amerikan kontrolündeki Fırat’ın Doğusu’ndan geliyor.’ Bunun sonucunda Soçi Anlaşması’nı bir ara adım olarak niteledi. Lavrov’un açıklamasını ve demin bahsettiğim haberi yan yana koyduğunuz zaman kafamda, Tahran Zirvesi’nde ateşkesi reddeden Rusya, 10 gün sonra Soçi’de İdlib Operasyonu’nu bu yüzden askıya alması senaryosu oluştu” dedi.
‘Silahlı gruplar Rusya’ya güvenmiyor’
Soçi Anlaşması sonrası Türkiye’nin daha büyük bir yükümlülüğün altına girdiğin kaydeden Dursunoğlu, İdlib’deki silahlı grupları hatırlatarak, “Türkiye bu grupları 15-20 kilometre geriye çekmeyi ve yine bunların ağır silahlarını da toplamayı taahhüt ediyor. Son günlerde Arap basınında çok yapılan bir haber var. Ama bu haber Türkiye basınına pek yansımıyor. Silahlı grupların içerisinde yer alan ve doğrudan Türkiye’nin desteklediği olan Suriye Ulusal Kurtuluş Cephesi’nin açıklaması haberi. Açıklamada aynen şöyle diyor: ‘Biz Türkiye’nin İdlib’e yönelik operasyonu önlenmesi yönündeki diplomasi çabalarını takdirle karşılıyoruz ama düşman olan Rusya’ya güvenmiyoruz. Bu yüzden ellerimiz tetikte kalmaya devam edecek. Ve biz devrimimizi, silahımızı terk etmeyeceğiz. Topraklarımızı terk etmeyeceğiz.’ Bu Türkiye’nin doğrudan desteklediği silahlı grubun açıklaması.
Türkiye doğrudan desteklediği gruba bile söz geçiremiyorsa Soçi Anlaşması’ndaki taahhüdünü nasıl yerine getirmek zorunda kalacak? Yapabileceği tek şey askeri güç kullanmak. Ama Türkiye’nin böyle bir kapasitesi Suriye’de var mı, bu bir soru işareti. İkinci bir husus da şu: Sen Rusya’nın İdlib’de operasyon, çatışma olmasın istiyordun. Peki o zaman 15-20 kilometrelik alanda bu silahlı gruplara söz de geçiremediğine göre bunlarla savaşacaksın. Yani Suriye ordusunun ve istediklerini yapmayı düşündüğü şeyi sen üslenmiş oluyorsun. Şu anki fotoğraf bu. Ancak bu fotoğraf ne ölçüde gerçekleşir son derece şüpheli. Peki gerçekleşmezse ne olur? Olacağı şu, Rusya Soçi Anlaşması sayesinde Amerika’nın kimyasal silah bahanesiyle saldırı tehditlerini boşa çıkardı. O gerilimi düşürmüş oldu ve böylece bütün bir uluslararası topluma, ‘Biz fırsatı verdik ama Türkiye de bunu yapamıyor bundan sonra çare yok. Dolayısıyla rafa kaldırılan dosya tekrar raftan indirilebilir” şeklinde konuştu.
‘Türkiye bu savaşta amelelik işlerini yaptı’
İdlib dosyasının Türkiye için çok büyük bir kayıp olduğunun altını çizen Dursunoğlu, 2011’de girilen Suriye savaşını Türkiye’nin kaybettiğini söyledi. Kaybettiği savaşın faturasını ağır ödeyeceğini ifade eden Dursunoğlu, “Amerika bu savaşı kaybettiğinde sadece prestij kaybeder, çünkü sadece liderlik etti, koordinasyonluk yaptı. Suudiler ve Körfez ülkeleri ise sadece para kaybeder çünkü onlar sadece para harcadı. Ama Türkiye deyim yerindeyse bu vekalet savaşında ‘amelelik’ işlerini yaptı. Dolayısıyla da hesap ödenmeye geldiğinde Türkiye’nin ödeyeceği bedel ağır olacak. Bir çukura kendisini attı şimdi o çukurdan çıkmaya çalışıyor” dedi.
‘Suriye’nin geleceği ortaklıktadır’
Son olarak İdlib’le beraber ve sonrasında gelişecek Kürtlerin Suriye’deki durumuna da değinen Dursunoğlu, Kürtler için 2011 öncesi Suriye’ye dönüş diye bir şeyin asla söz konusu olmadığını kaydetti. Dursunoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü: “Bunu Şam da artık kabul etmiş durumda. Şimdiye kadar da hiçbir zaman da Kürtleri ‘terör örgütü’ diye ilan etmedi. Kürtlerin kendisi de zaten bir bağımsız devletin olmayacağını, bunun gerçekçi olmadığını kabul ediyorlar. PYD yetkililerinden de kabul etmediklerini duyabilirsiniz. Yarın öbür gün ABD başta olmak üzere tüm güçler sahadan çekilecek. Suriye’nin geleceği, kaderi Kürtlerle, Araplarla, Şam’ın ortaklığındadır. Bunun için de çok uygun bir zemin vardı. Nitekim hatırlarsanız kısa bir süre önce SDG yetkilileri Şam ile müzakereler yapıyorlardı. Bu müzakerelerin geliştirilmesi yönünde hiçbir engel yok. İki tarafın da görüşü şöyle: Suriye tarafı üniter yapı dışında bir yapının tartışılamayacağını ancak idari yerel yönetim yasalarında değişikliklerle Kürtlerin siyasi, etnik, kültürel taleplerinin karşılanacağını söylüyor. Kürtlerin, demokratik federasyon talepleri şu an için söz konusu. Şimdi bunlar ne ölçüde sahada yakınlaştırılır, nerede buluşulur, bu ancak müzakere masasıyla ortaya çıkabilir. Sorun bu diyaloğun sürdürülebiliyor olması. Ama gözüken o ki Amerika diyaloğun sürmesini istemiyor. Ve sorunun kendisini kısa vadeli hedefleri açısında belki savaşla çatışma ile noktalanmasını istiyor.”
MA / Bilal Seçkin