Belirsizlikle istişare insanı her bir kapının önünde yalınayak bırakır. Gittikçe aşınan kabuk yarayı yeniden kanatırmış. Başından beri her şeyin zamanla yarışı, yavaşlıkla intikam inadı olup bir yavaşlığı ısmarladı. Herkes kendi adımında izci oldu, yollar buldu ve bulamayıp çağırdığı çığın altında kaldı. Pusu kurmak bir pusula oldu artık.
Sert bir hüsran yaşanırdı ara sıra. Çok zamandır uğramaktan kaçınıp kaybolma histerisiyle geceyi gündüze kardeş eden bir acı, kabuk bağladı. Yeniden yenilenip kendini yenileyene yollar kurdu, olmadı buldu. Bir de baktı, yollar yarı yolda bıraktı. Yetinmeyen acı, yürüdüğü yolları yardı, çıkmazlar birer kapı olup çalındı.
Akıp giden bir şelaleye bakıp ıslanmayı ıskaladığımızı saklıyoruz. Toprağa ve kayalara çarpıp duran hız, başkasına ters bir güzergâh oluyor. Doğa olayları dünyaya olay bırakmıyor. İnsan kavgasız çekiliyor, sınırlı acıların emanetçisi oluyor ve dünyaya böyle davranıyor. Herkes böyle böyle savruldukça yerini aşındırıyor ve şaşırıyor.
İnsan kendi yenilmişliğinin dünyasında bir gün beklenmedik bir anda kendi kıyısına varıyor. Oraya atılmak mı, dolaştığı yerin gerçekliği mi; her biri birer şüphe mayını. Adım atmak ve dönmek arasında patlayıp insanı uzaklaştıran geçmiş, aslında geçmemiş çünkü geçememiş ve geçilmez yolların seyyahı olmuş. Devran dönüyor, dert yerini beğenmiyor.
Umudun bir haysiyeti vardı eski zamanlarda. İnsan kaybolunca ilk hatırladığı yere gider, olmadı hatırlandığı yere gider ama hep gider. Zaten bir yerden sonra hayat gitmekten ve dönmekten vazgeçemiyor. Yaşamak nasıldı, nereden gelip nereye götürdü evhamı, birbirini tutmayan yalanlarla kendini kovalar. Kutsal kitaplar değil, sokaklardan güneşin gördüğü her yere, yıldızların kendini gösterdiği diğer yerlere kadar, sürer zamanlar.
Tenha bir sokakta ya da bir şehirde hayıflanmayı hatırlarız. Kaybettiklerimizi sıfırdan düşünüp her birinden tek tek özürler diler, ayıplardan geçer, kayıplara gideriz. Dünyanın ahvali kadimdir ve kaypaktır. Yaşayan, yaşamak istediklerini yaşayamayan, yanılan, yanlışlara bulanan ve yanlışlardan dönen; herkes bu dönen dünyanın kermesinde. Bir soru duyulmak ister; ahlar ve vahlar kimden gelip kime gidendir?
İnzivasına çekildikten sonra her şeyden vazgeçen hayatlar var, hayalleri dolaşıyor. Hatırlanmayanların aynası var burada, herkese bakacak kadar da dertli. Tecrübe lazım, kurşuna dizmek gerek, yerini ve göğünü karıştırmak elzem. Bilinmeyen ile bilmeyenin yerini ayrı ayrı tesadüflerin sınavına tabi ede ede hüsranın cebrine şahit olduk.
Terk edilen ve teşhir edilen zuhur ediyor aynı anın orta yerinde. Hayat bir provokasyondur, gerçeği korkutur. Gelecek gelmekten kaçar. İhtimaller ihlallerin engelinde her şeye pişman. Başlarken ve biterken her şey ve herkes birbirine benzer. Günü gelince gündem olamayan, gününe göre anımsanan bir hengamede her şeyimize sarkaçlar gerekiyor.
Ertelenen ne varsa hepsi miras ya da lanet olarak kalıyor, hayalet ya da gölge gibi. Karnaval diye yazılacak bir armağan, keder diye okunacak bir yas düşecek peşimize. İnsanız ve bunlara müstahakız diye bir teşebbüse tereddütsüz ayaklanıyoruz. Nihayetinde herkes yerinde ya kalacak ya da gömülecek. Anılar ve anıtlar birbirini kovalayıp yeniden güçler ve zaferler devşirir. Bir daha mı, asla.
Haftanın kitap önerisi: Deniz Faruk Zeren, Tam Ağlayacaktım Arkadaşlar Dokundu / Dipnot Yayınları