1890’ların Canudos savaşını kocaman ve çok sürükleyici koca bir roman haline getiren Vargas Llosa, Brezilya tarihinin en ilginç bölümünü anlatıyor
M. Ender Öndeş
“Tuğla gibi kitap” diye bir deyim vardır ya hani, ben severim o tür kitapları aslında ama metropol kentlerin günlük hayatına uygun değildirler pek. Hem onca işin gücün arasında mevzudan kopmadan okuması zordur, hem de taşımak bir beladır, ne çantaya sığar ne bir şeye. O yüzden ben, şakayla karışık, bu tür kitapları “Silivri kitapları” olarak tasnif ederim. Şaka da değil hakikaten, öyle üç-dört kitap ayırmışlığım var. Vedat Türkali’nin ‘Güven’i mesela, Howard Zinn’in ‘Amerika Birleşik Devletleri Halklarının Tarihi’ ve manasız bir inat uğruna yıllardır okumamakta ısrar ettiğim ‘Tutunamayanlar’ öyledir.
Mario Vargas Llosa’nın “Dünya Sonu Savaşı” da aslında tam Silivri’lik ama esti bir rüzgâr, 856 sayfayı (yazıyla sekiz yüz elli altı!) sürüne sürüne okudum bitirdim.
Llosa’nin siyasal tuhaflıklarının tabii ki farkındayım. Nerede bir sağcı lider ya da diktatör görse destekleyip, sonra da “hele bir sor ki niye yaptım” tarzında mıy mıy etmek adamda neredeyse bir huy olmuş. Ama büyük yazar olduğu da kesin. Yalnızca bu kitaptan ötürü değil, diğer yazdıkları da bunun tanığı. Yani 856 sayfalık bir yapıtta, Brezilya tarihinin en ilginç olaylarından birini, onlarca karakteri işin içine katarak (liste tutmanız gerekebilir okurken) muazzam bir coğrafya bilgisiyle anlatmak ve bunu yaparken okurun mevzudan hiç kopmamasını sağlayacak kadar ‘sürükleyicilik’ ortaya koymak öyle çok basit bir iş değil.
Canudos’un müritleri
Sadece Brezilya değil, bütün kıta tarihinin en önemli vakalarından biri olan Canudos Savaşı’nı anlatıyor Llosa. İflah olmaz bir Google bağımlısı olarak tabii ki dönüp oralara da baktım kitabı okurken. 1896-1897 yılları arasında gerçekleşen ‘ayaklanma’ gerçekten de ilginç. Bizim sevgili yurdumuzun klişeleri üzerinden bakılırsa eğer, tam bir ‘şeriatçı’ kalkışma olduğu söylenebilir. Aslında bir ayaklanma da değil. Bir tür çileci ‘vaiz’ olarak tanımlanabilecek (ve aslında başlı başına bir yazı konusu olması gereken) Antônio Conselheiro’un çevresinde toplanarak Canudos kasabasına yerleşen, ülkenin her tarafından yalınayak gelen binlerce müritlerle gitgide kalabalıklaşan bir tür ‘kafasına göre takılan bölge’ hikâyesi bu. Yani, ayaklanıp bir yere saldırdıkları filan yok. O günlerde ilan edilen ve aslında yoksullar için “monarşinin laciverdi” anlamına gelen cumhuriyete ve (resmi nikâh gibi) laik uygulamalara karşılar, İsa’nın yolundan gidiyorlar, vs. vs…
Neredeyse komünal yaşam
Bir yanından bakılınca koca Brezilya coğrafyasında bir risk filan da oluşturmuyorlar pek. Ancak, (bunu sadece Llosa anlatmıyor, tarihçiler de aktarıyor) cemaat, kendi kendini tecrit etmiş bir topluluk olarak, zamanla neredeyse (neredeyse!) bir komünal yaşam inşa ediyor Canudos’ta. Paranın, sınıfsal hiyerarşinin olmadığı, bütün erzakların ve yaşam malzemelerinin topluluk depolarında toplanıp yemekhaneler ve dağıtım noktaları yoluyla eşit bölüşüldüğü, hatta alışılmış olanın tersine, kıdemli ve rütbeli olanların daha az yemek yeyip daha kötü giyindiği ve -vücuduna dikenli tel sarmak gibi- ‘çileci’ tutumlar gösterdiği garip bir ‘İsa kardeşliği’ dünyası bu. Bir ayaklanma halinde olmadıkları halde devlet tarafından hedef alınmalarının sebebi de, bu komünal yaşamları ve mürit sayısındaki hızlı artış gibi görünüyor.
Dahası, Llosa, mümkün olduğunca adil olmaya çalışıyor anlatırken, mümkün olduğunca devlet cenahının karakterlerini de yorumluyor ama doğrusu bu haliyle Canudos ahalisi, üstüne üniforma giydirilmiş haydut ve tecavüzcülerden oluşan Brezilya ordusuyla kıyaslanamayacak bir ahlaki üstünlük seviyesinde duruyor ve bu durum, Canudos’a her gün yeni ‘hacı’ kafilelerinin katılmasına neden oluyor.
Kanlı hesaplaşma
Toplam dört askeri sefer yapılıyor Canudos’a. İlk ikisi “canım bunlar bir avuç çapulcu, hallederiz” kabilinden işler ve bozguna uğruyor ordu. Bu arada Canudos da deneyim kazanıyor, çoğu tövbe edip ‘İsa’nın yoluna dönmüş’ eski eşkıya reislerinden oluşan çok yetenekli askeri komutanlar, muhteşem ekonomi ve tedarik zinciri planlayıcıları yetiştiriyor. Üçüncü sefere Brezilya’nın en prestijli generali geliyor ordusuyla ama o da yeniliyor, kendisi de ölüyor hatta.
Dördüncüsü, artık on binlerce askerden ve toplardan filan oluşan, bir sürü generalin ve bizzat Savunma Bakanı’nın yönettiği bir ordu. Sonuçta o büyük ordu bile savaşta neredeyse yarısını kaybediyor ve aslında Canudos, açlık ve hastalıklar yüzünden çok zayıfladığı için yeniliyor. Ve sonuç tabii ki, çocuklar dahil yaklaşık 30 bin kişinin, yani bütün kasaba nüfusunun imha edildiği müthiş bir katliam oluyor. Llosa, bütün bu süreçleri, bazen Canudos cephesindeki karakterler üzerinden, bazen de ordu, toprak baronları, gazeteciler gibi diğer cepheden anlatıyor ve zaten metni roman haline getiren de bu oluyor.
Sonuç olarak, Dünya Sonu Savaşı, başlamak için cesaret, bitirmek için ise sabır isteyen bir kitap. Ama kesinlikle iyi bir roman. İsteyen dışarıda okusun, isteyen içeride, ben ona karışmam. Ama bir tüyo verebilirim bu konuda. Şimdi cezaevlerinde ayda üç adet kitap veriyorlar ya hani, misal bu üç kitabın biri Dünya Sonu Savaşı olsa, aslında altı kitap filan almış oluyorsunuz hücreye ve böylece cezaevi yönetimini kazıklıyorsunuz!
Neyse, kötü fikir. Hücre, cezaevi filan, hoş değil yani… Siz bi başka yer bulun mümkünse okumak için.
KÜNYE
Dünya Sonu Savaşı
Mario Vargas Llosa
Çeviri: Süleyman Doğru
Can Yayınları