Zordur bazen bir dilden başka bir dile kelimeleri esas anlamlarıyla çevirebilmek. Kelimelerin yolculuğu da insanın kadim anlam arayışının serüveni gibidir. Bu meşakkatli serencamdan dolayı bazen onları olduğu gibi bırakmak gerekir; lakin izahat, tasvir ve tarifleme yaparak, metafor ve alegorilerle anlatım gücünü güçlendirebilir, esası aktarabiliriz belki de. Başka bir dile aktarılırken özünden, ruhundan ve mahiyetinden çok şey yitiren sözcükler var. Habermas’ın “iletişimin imkansızlığı”ndan öte bir şey bu.
Bu kelimelere her dilden birçok örnek verilebilir. Bunlardan biri de şüphesiz Almanca’daki ‘Weltschmerz’ kelimesidir. Edebiyat ve düşün dünyasında, tıpkı felsefedeki “Geist” kelimesi gibi anlamı çok derin olan bir kelimedir ve hüznün ve acının olağanüstü bir tarifini imlediğini söylemek mümkün. İki kelimenin bileşiminden meydana gelen Weltschmerz’in çevirisi ancak belki şu şekilde yapılabilir: Welt, “dünya”, Schmerz ise “ağrı-acı” demektir. Ortaya ‘dünya acısı veya ağrısı’ şeklinde bir anlam çıkmaktadır. Oysa Weltschmerz’in Alman dil dünyasındaki yeri ve geçmişi, çok daha karmaşıktır. Acının ve hüznün en katmerlisini ifade etmek için kullanılır. Dolayısıyla anlamı da bir o kadar büyüktür. Weltschermerz, bu yönüyle hisler üstü bir kelime olarak, hüznün, acının ve ağrının bütün veçhelerini ihtiva etmektedir.
Bu kelimeyi bugünkü anlamıyla ilk defa 18. yüzyılda Alman aydınlanmacı ve edebiyatçı Jean Paul tarafından “Selina oder über die Unsterblichkeit der Seele” (Selina ve Ruhun Ölümsüzlüğü) adlı romanında kullanıldığı rivayet edilir. Bireyin hem kendi yetersizliğinden (melankoli) dolayı hem de beklenmedik bir anda karşısına çıkan sarsıcı bir üzüntü veya acı olayının ürettiği bir durumun tarifidir. Jean Paul bu durumu aynı zamanda dünyanın mevcut koşullarının yetersizliğinin bir parçası olarak görmektedir.
Weltschmerz’in kavramlaşması bu manada bir yanıyla “yaşam acısı” diğer yanıylaysa “dünyanın kifayetsizliğinden ötürü duyulan derin keder ve üzüntüdür”. Kavram bu haliyle özelikle aydınlanma düşüncesi ile yoğrulmuş, bir yandan modernleşen bir yandan da doğayı anlamlandırabilmek ve onun sırlarını çözmekle meşgul Alman entelektüel dünyasının ilgisini yoğun bir şekilde çekmiştir. Başlı başına bir varoluş sorunsalını ortaya çıkaran kavram, özellikle romantik dönemin öncüleri Eichendorff, Brentano gibi Alman şairler tarafından da tarifi imkânsız acılar bağlamında kullanılmıştır. “Alman Geist”‘inden ürküntüyle bahseden, ünlü Alman şair Heinrich Heine, ‘Weltschmerz’ kelimesini “dünyevi görkemin gelip geçiciliğinden ötürü duyulan acı” olarak yorumlamıştır.
Heine’den çok sonraları, gelmekte olan acının büyüklüğünü sezen Thomas Mann da Weltschmerz’i “yaşama acısı” olarak tarihe not etmiştir. Böylelikle Weltschmerz kavramıyla tariflenen esas şey, insanlığın omuzlamaktan sakındığı büyük bir acı yumağına dönüşmüştür zamanla. Holokost’la beraber gerçek anlamda bir dünya acısına evirilen Weltschmerz tarif edilemez acıların sembolü oluvermiştir. Grimm Kardeşler’in ifade ettikleri gibi “Weltschmerz dünyanın yetersizliğinin bir derin üzüntüsü” olarak her geçen gün daha da büyüyerek gelmeye devam ediyor.
Bugün katmerli hüznün büyüdüğü her yerde karşımıza bu içli söz çıkar, çünkü herkesin az çok ağrımaktadır içi, dünyanın bu densiz halleri karşısında. İnsanlığın, doğanın hallerine karşı duyarsızlığın, vurdumduymazlığın ve kanıksamanın temel norm haline geldiği şu dünyada, dünyanın mevcut durumuna karşı hislenip acı çekmek, envai çeşit yerlerde vuku bulan olaylar ve durumlarla hemhal olmak, bu kelimenin hem güzelliğini, hem de derin muhtevasını ortaya koymaktadır. Dünyanın yönünün ve yörüngesinin evrildiği istikamet, hem böyle bir duygulanım gereksinimini hem de insanlığa ait ortak bir töz olarak Weltschmerz’in insana içkin karakterini göstermektedir.
Şu anda tam da böyle hissediyorum, sanki dünya ekseninden çıkmış ve bütün anlamlar derinliğini, ruhunu kaybediyor. Narin narin dönen dünyanın kalp ağrısıyla boğuştuğunu ve hiçbir şey yapamadığımı hissediyorum. Soğudukça soğuyor dünyanın kalbi Weltschmerz’in mayasıyla. Denizin maviliğine göz kırpan İda dağlarında, huzurlu bir yaz günü daldı hayatıma Weltschmerz, o tarafsız iç ağrısı ve hüznü. Yaşam arzumun ritmini değiştiren acı haber ulaştığında tekrar anladı bu sözün derin anlamını.
Daha önce yine bir Ağustos günüydü dünyama dünyanın en büyük acı penceresini açan o haber ulaştığında. Ağustos ayının 3’üncü günüydü, sabahın ilk nuruyla gelmişti yakın tarihimizin en acı haberi 73. ferman. Güneş evreni aydınlattıkça toprak acının en keskin yüzüyle başbaşa kalmıştı Êzidî anayurdunda. İşte o gün hissetmiştim dünya acısının en yaban halini. Acının en derin ikinci çığlığının ilintiye dönüştüğü anıysa çok uzaklardan gelen, Bedran’ın ani ölüm haberi. Ağustos ayının son zamanlarda Weltschmerz’le bu kadar bütünleşmesi tesadüf müdür yoksa, her mevsime sığdırdığımız üst üste istiflenmiş acılarımızla mı ilgilidir bilmiyorum. Titreyen kalbimin evi, belki de ansızın duran kalbinin acı ardıçlarıydı. Daha önce hiç böyle bir ürküntü ve büyük bir çaresizliğin karşısında kaldığımı anımsamıyorum. Demek ki dünya acısı denilen şey buymuş kardeşim. Gidişin dinmeyen bir ağrı, tarifsiz bir dünya acısıdır kardeşim.