Çeviri Yohann Koshy*
İçinde bulunduğumuz uğrakta -küresel finansal krizden bu yana geçen on yıldır- bir “üç nokta”yı yaşıyoruz. Elimizde güvenilir bir harita ve belirli koordinatlar olmaksızın menziller arasında kalakalmış durumdayız. Eylül 2008’de, ABD’nin 1850’de kurulmuş ve en büyük dördüncü yatırım bankası olan Lehman Brothers’ın iflası açıklandı. İflas sırası küresel finansal sistemde ve hatta kapitalizmin kendisinde gibi görünüyordu. AMD yatırım yönetimi şirketlerinden PIMCO’nun genel müdürü Mohamed El-Erian, bankaların açılmaması ihtimaline karşı eşinden bankamatiğe gidip çekebildiği kadar parayı çekmesini isteyecekti. New York’ta adını gizli tutan bir serbest yatırım fonu yöneticisi ise bir gazeteciye şu e-postayı atacaktı: “Sanki biraz dünyanın sonu gelmiş gibi görünüyor.”
Dünya neredeyse sona erdi. Ve her şey aynı kaldı. Kamulaştırmalar, nakit enjeksiyonları ve para basma yollarıyla zaman kazanıldı: Finans sektörüne nefes alma alanı açıldı. Fakat hava bir kez daha bitiyor. Ana akım ekonomistler ve merkez bankası yöneticileri, ufuktaki felaketlere dair keskin tonlarda konuşur oldular. Bundan sonra ne olacağı hakkında düşünmeden önce, buraya nasıl geldiğimizi hatırlamamız gerekiyor. Her şey yerle bir olduğunda neler olacağına dair birkaç belgesel izlemiş ya da birkaç kurgu dışı çoksatan kitap okumuş olabiliriz. Fakat bunlar uzun zaman önceydi. Sanki mesele biraz ABD konut piyasasıyla mı ilgiliydi ne?
Zenginler için sosyalizm
İlk olarak, hükümetler sürece dahil oldu. IMF’ye göre, 2007-2008 yıllarında Küresel Kuzey’in finansal sistemine yatırım yapan vergi mükelleflerinin bıraktığı para, dünya GSMH’sının yüzde 50,4’üne karşılık geliyordu. Bu durum, krizin bedelini toplumun daha az ayrıcalıklı kesimlerinin üzerine yıkacak şekilde kemer sıkma programları araçlarıyla “çözüm bulmaya çalışılan” bütçe açıklarına yol açtı. İkinci olarak, Merkez bankaları, kendi bilanço tablolarına trilyonlarca dolar değerinde bonolar ekleyerek ve karşılığında bankalarda borç almanın maliyetini düşürerek, “parasal gevşeme” olarak adlandırılan uç bir para politikası biçimini uygulamaya koydu. Fakat ekonomideki süregiden belirsizlik, bu fazladan nakidin uzun vadeli yatırım yerine kısa vadeli spekülasyonda kullanılması anlamına gelecekti: Yönetici maaşlarını arttırmak adına mülk fiyatlarıyla kumar oynamak ve hisse bedellerini maniple etmek. Deutche Bank’taki anti-kapitalistlerden bir alıntı yaparsak, parasal gevşemenin yarattığı kazançların “emekten ziyade sermayeye dağıtılmış olması” işte bu şekilde gerçekleşmiştir.
Finansal çöküş
1970’li yıllardan itibaren finansal çıkarların elinde giderek daha fazla rehin olan siyasal sistemler ise, düzenleyici bir müdahale açısından düşünüldüğünde, pek bir şey yapmadılar. Önde gelen analizci ve aktivist Ann Pettifor’a göre, “Basel Bankacılık Gözetim Komitesi bazı kriz-sonrası reformlarla durumu düzeltmeye çalıştı fakat yapısal değişimlere yönelik hiçbir öneri getirmedi.” Obama’nın Wall Street Reform Yasası, Goldman Sachs yönetiminin cesurca yasadan en fazla faydalananın “bizzat Wall Street” olduğunu açıklamasıyla birlikte, kozmetik değişimler sağladı. Bugün ise, Trump yönetiminde yasanın bu hali bile iyice sulandırılıyor. Mizah gazetesi The Onion’ın bankacılık düzenlemelerinin gevşetilmesi sonrasında Mayıs 2018’de attığı başlık gibi: “2024 Finansal Çöküşü Meclisten 285’e 159 Oy ile Geçti.”
Britanya’nın -hayali sermayelerle kumar oynayan- yatırım bankalarını bireysel tüketici bankalarından ayırmayı öneren Vickers Reformları henüz uygulamaya konmuş değil; yakın zaman önce bizzat Vickers BBC’ye yaptığı açıklamada, Britanya’nın “çok büyük, karmaşık bankacılık kurumlarından birinin sorun yaşaması durumunda başının büyük belaya gireceğini” söylüyordu.
Ne yapmalı?
Krizin ironilerinden biri, küresel erimeyi tetikleyen şeyin, tersine bir piramidin en dibinde yer alan ABD’nin en mülksüz yurttaşları -siyahiler, Latinler ve adları olmayıp borçları olan kadınlar- olmasıdır. Sıradan insanların ellerinde kaldıraç mevcut fakat mesele bunu nasıl kullanacakları. Yenilikçi taktiklerden biri, bu yılın başlarında Yunanistan eski maliye bakanı Yanis Varoufakis tarafından kabaca tarif edildi: “Halihazırda önümüzdeki yirmi yılda ödeyecekleri elektrik faturalarını finansçılara satmış olan” milyonlarca insan, finansallaşan özel şirketlere fatura ödemeye devam ediyor. Eğer bir doğrudan eylem hareketi, hangi finansal türevlerin, hangi belirli teminatlı borç senetlerinin “belirli bir mahallede faturaları topladığını” ortaya çıkarabilseydi, o zaman, internet üzerinden örgütlenecek ödeme grevleri “bu teminatlı borç senetlerini boşa düşürmenin ve bunların batmasını sağlamanın” bir yolu olarak bir etkide bulunabilirdi. Finansal araçları kendilerine karşı çevirmek ve direnişin alanını iş yerinden eve taşımak yeni direniş kaldıraçları ortaya çıkarabilirdi.
Paranın doğası
Benzer şekilde, ekonomistlik mesleğinde de bir entelektüel devrim gerekiyor. Paranın doğasını parçalayacak bir devrim. Neoliberal ekonomistler Merkez bankasının para basma biçimine çok fazla odaklanıyorlar fakat paranın büyük kısmının, özel ticari bankacılık sistemi vasıtasıyla borç biçiminde olmak üzere ekonomi içinde ortaya çıktığı gerçeğiyle pek ilgilenmiyorlar. Bir bankanın bir ipotekli konut kredisi verdiği her seferde olan işte budur: Hiç yoktan bir kredi yaratılır. Leo Panitch ve Sam Gindin gibi ortodoks olmayan ekonomistle, giderek artan şekilde, bu gücün demokratik denetim altına alınması gerektiğini savunageliyorlar. Finansal sistemi toplumsallaştırmak ve ona, gaz ya da su gibi bir temel kamu hizmeti olarak bakmak, kredilerin ve sermayenin bölüşümünün nihayet demokratik olarak belirlenmiş kriterlerle uyumlu şekilde üstlenilmesine izin verecektir. Bu durum, Ann Pettifor’un sözleriyle, “bankacıları ekonominin hizmetkarları rolüne mahkum edecek” ve böylece sadece çevresel açıdan mantıklı ve üretken yatırımlar finanse edilecektir.
Kriz heyulasına odaklanmak
Finansallaşma altındaki gündelik yaşam deneyiminin kendisi zaten bir kriz iken, bu “kriz” heyulasına çok fazla odaklanmak tehlikeli bir şeydir. Yine, küresel sismik hareketler birer habercidir çünkü iktidarın çıkarlarını bütün çıplaklığıyla teşhir etmektedir. On yıl önce, kafası karışık ve sıkılgan Başkan Bush’a ne yapılacağı -“finans sektörünü kurtarmak için kapsamlı devlet müdahalesi”- fısıldayan kişiler, ABD Merkez bankası başkanı Ben Bernanke ile Hazine Bakanı Henry Paulson’dan başkası değildi. Özellikle kabahatin bu sefer merkez bankası yöneticilerinde olduğu düşünüldüğünde, bir sonraki krizin enkazının ortasında emirleri verenler kimler olacak? Bu sorunun yanıtı ne olursa olsun, suçlanması gereken kişiler, göçmenler, işçiler ve dışlanmış insanlar değil, açgözlü ve krize yatkın bir finansal sistemi mümkün kılanlar, onu yaratanlar ve ondan çıkar sağlayanlardır. Peki, bir sonraki krizi ne tetikleyecek? Biz de finansçılar gibi yapalım ve biraz spekülasyon yapıp bunun üzerine düşünelim.
*(NewInternationalist’teki İngilizce orijinalinden Soner Torlak tarafından Sendika.Org için kısaltılarak çevrilmiştir.)