Kapitalizmin aşırı üretim süreçleri ve tüketim dayatmaları doğal yaşama geri dönülmez zararlar verdi. Kapitalizmin neden olduğu ekolojik kriz hızla çöküşe geçerken, küresel ısınma verileri yaşamın uçurumun kıyısına yaklaştığını göstermekte
Deniz seviyesinin yükselmesine, okyanus sıcaklığının artmasına, buzul kütlelerinin erimesine ve donmuş toprakların çözülerek milyarlarca ton metan gazının atmosfere salınmasına yol açan kapitalizmin neden olduğu ekolojik yıkımlar; sıcak hava dalgaları, orman yangıları, kuraklık, aşırı yağış, sel ve toprak kaymaları gibi felaketleri giderek arttırmakta. Etkisi dağların zirvesinden okyanusların derinliklerine kadar hissedilen bu sorun, büyük ekonomik kayıpların yanı sıra sosyolojik ve kültürel olumsuzluklara da yol açarken, dünya genelinde göç hareketlerini de tetikliyor. Sahra Altı Afrika, Ortadoğu, Latin Amerika, Güney Asya ve Güneydoğu Asya gibi bölgelerde yaşanan sorunlar ise büyüyerek devam ediyor.
2023 en sıcak yıl
ABD Ulusal Okyanus ve Atmosfer İdaresi (NOAA), daha önce oluşturulan 174 yıllık veri setinde “2023’ün en sıcak yıl olma olasılığının yüzde 99’dan fazla olduğunu” hesaplamıştı. Bunu, kuzey yarımküredeki en sıcak yaz ve sonbahar mevsimlerinin yaşanması ve altı ay arka arkaya sıcaklık rekorlarının kırılması takip etti. Copernicus İklim Değişikliği Servisi ise Dünya Meteoroloji Örgütü gibi 2023’ün kayıt altına alınmış en sıcak yıl olduğunu henüz sene bitmeden teyit etmişti. Aralık ayında dünyanın birçok bölgesinde tarihin en sıcak Noel’i yaşandı. Yeni yıl yaklaşırken, Orta Asya, Güney Amerika, Avrupa ve Avustralya’da aylık sıcaklık rekorları kırılmaya devam etti.
‘Gelecekteki sonuçları bilmiyoruz’
Almanya’da bulunan Potsdam İklim Etkisi Araştırma Enstitüsü direktörlerinden Prof. Johan Rockström, “2023, sıcak hava dalgalarından, kuraklıklara, sellere ve yangınlara, buz erimesi hızına ve özellikle okyanustaki sıcaklık anormalliklerine kadar iklim olaylarının gücü açısından şok edici” dedi. İklim Haber’de yer alan habere göre, Rockström bu yeni gelişmelerin dünyanın keşfedilmemiş bir bölgede ve kuşatma altında olduğunu gösterdiğini belirtti. Rockström, 2023’te kendisini en çok rahatsız eden şeyin, El Nino yılı için bile ani olan deniz yüzeyi sıcaklıklarındaki keskin artış olduğunu söyleyerek, “Okyanus ısısındaki artışın neden bu kadar dramatik olduğunu anlamıyoruz ve gelecekteki sonuçları bilmiyoruz” dedi.
Kar yağışı yerine yağmur
Antarktika’da iklim değişimin hızı karşısında şaşkın olduklarını söyleyen bilim insanları, meteorolojik bilgileri toplamak amacıyla üretilen Brezilya’nın yeni bilimsel modülü Criosfera 2, hem yaz hem de kış aylarında bölgedeki en düşük seviyeli deniz buzunu ölçtü. Rio Grande do Sul Federal Üniversitesi’nde klimatoloji ve oşinografi profesörü ve Brezilya Bilimler Enstitüsü’nün müdür yardımcısı olan Francisco Eliseu Aquino, “Bu çevresel uyarı, devam eden küresel çevresel değişikliklerin bir işareti ve bu değişiklikleri açıklamak kutup bilimcileri için korkutucu derecede zor” dedi. Temmuz’un başlarında, Antarktika yarımadasının kuzey ucu olan King George Adası’nda Şili’den bir ekip, yalnızca kar yağışının beklendiği Avustralya kışının ortasında benzeri görülmemiş bir yağmur yağışı kaydetti.
Yağmur 200 kat arttı
Ocak ayında, Weddell Denizi’ndeki Brunt buz sahanlığından yaklaşık 1,500 km² büyüklüğünde dev bir buzdağı koptu. Bu, aynı bölgede üç yılda meydana gelen üçüncü devasa çatlama oldu. Antarktika’dan gelen soğuk ve ıslak hava, Amazon’daki rekor sıcaklık ve kuraklıkla etkileşime girerek aralarında benzeri görülmemiş fırtınalar yarattı. Güney Brezilya’da eylül ayının başında 51 kişinin ölümüne neden olan seller, Kasım ayının ortasında benzer derecede yıkıcı bir güçle geri döndü. Bu yılın en ölümcül iklim felaketi, Libya’daki kıyı kenti Derna’da 11 bin 300’den fazla insanın ölümüne yol açan sel oldu. Storm Daniel ile tek bir günde, Eylül ayı boyunca şehre düşen yağmurun 200 katı kadar yağmur yağarken, iklim değişikliği bu olasılığı 50 kata kadar artırdı. Diğer yandan tüm bu felaketler ve kuraklık nedeniyle iklim göçmen sayısı her geçen yıl katlanarak büyüyor.
‘Çevresel mülteciler’
İlk olarak 1985’te ‘çevresel mülteciler’ nitelemesiyle BM Çevre Programı raporunda yer alan bu kavram günümüzde büyük kitleler halinde yaşanmaya başlandı. İklim göçü, ‘Çevresel ve ekolojik değişiklikler sonucu insanların gıdaya ulaşım, barınma, ekonomik ve sosyal ihtiyaçlarını karşılayabilmek için yer değiştirmesi’ olarak niteleniyor. Uluslararası Göç Örgütü (IOM) de bu kavramı “iklim krizi sebebiyle çevrede aniden gelişen ya da zamanla ilerleyen değişimler sonucu yaşadıkları yerleri geçici ya da kalıcı olarak ülke içerisinde ya da ülkeler arasında değiştiren bir kişinin ya da bir grup insanın hareketi” olarak tanımlıyor.
2022’de 32,6 milyon göç oldu
Açıklanan verilere göre 2022 yılında 32,6 milyon kişi ‘İklim göçmeni’ olurken bu sayı 2023’le birlikte 100 milyona yaklaştığı öngörülmekte. IOM’un mayısta yayımlanan raporunda her yıl milyonlarca kişinin iklim değişikliğinin neden olduğu doğal afetler nedeniyle yerinden olduğu bildirildi. İklim değişikliğinin dünya genelinde göç modellerini yeniden şekillendirdiği belirtilirken doğal afetlerin, ülke içinde yer değiştirmelerin önde gelen nedenlerinden biri haline geldiği kaydedildi. Birleşmiş Milletler Afet Riski Azaltma Ofisinin (UNDRR) Afet Riskini Azaltma Küresel Değerlendirme Raporu’nda ise 2030’a kadar her yıl 560 afetin gerçekleşeceği tahmininde bulunuldu.
1 milyara ulaşacak
Nüfus değişiminin büyük bir kısmının Sahra Altı Afrika, Güney Asya ve Latin Amerika’da gerçekleşeceği düşünülüyor. Avustralya merkezli Ekonomi ve Barış Enstitüsünün (IEP) tahminine göre ise iklim değişikliğinin de sebep olduğu doğal afetler nedeniyle 2050’ye kadar 1 milyardan fazla kişi yerinden edilme tehlikesiyle karşı karşıya olduğuna dikkat çekiliyor. İsviçre’deki Neuchatel Üniversitesi Coğrafya Enstitüsü Öğretim Üyesi Prof. Etienne Piguet, iklim değişikliği ve göç konusunun yeni olmadığını ve coğrafyacıların 19. yüzyılın sonunda bu iki konu arasındaki ilişkiyi fark ettiğini söylüyor.
Kapitalist yağmanın son halkası
Ekolojik krize ve iklim değişimine neden olan emperyalist kapitalist ülkeler iklim zirvelerinde karbon yakıtlardan vazgeçmeyeceklerini gösterirlerken, doğalgaz ve nükleeri kurtarıcı olarak dayatmaktalar. Buzullardaki erimeyi de fırsata çevirmeye çalışan bu ülkeler kutup bölgelerini yağmalamaya hazırlanıyorlar. Enerji ve mineral maden rezervlerini büyütmek hedefiyle Antarktika’nın kömür, petrol ve diğer minerallerin yanı sıra altın ve gümüş gibi değerli mineralleri elde etmek amacıyla girişimlerini sürdürüyorlar. Antarktika’daki flora ve faunadan genetik ve biyokimyasal kaynaklar arayan biyoaraştırmacıların da bölgeye yönelik artan bir ilgisi sürerken, Antarktika Antlaşması’nın ‘kalkınma’ gibi süslü sözlerle değiştirilme girişimleri ise sürüyor.
Yasakları kaldırma girişimleri
Antarktika Antlaşması 12 ülke (ABD, Sovyetler Birliği, Japonya, Arjantin, Avustralya, Belçika, Fransa, İngiltere, Şili, Yeni Zelanda, Norveç, Güney Afrika) tarafından 1 Aralık 1959’da imzalandı ve 1961’de yürürlüğe girdi. Günümüze kadar 53 ülkenin taraf olduğu Antarktika Antlaşması, 1991 yılında Antarktika Çevre Koruma Protokolü ( 1991) imzalandı ve Türkiye 1995 yılında protokole taraf oldu. Bulgaristan’da 2015’te düzenlenen 38. Antarktika Antlaşması Danışma Toplantısı’nda kıtadaki doğal kaynakların bilimsel amaç dışında çıkarılması süresiz olarak yasaklanmasına karşın ülkeler bu yasakları delmek amacıyla hareket ederken, diğer yandan buzulların erimesi için yapamayacakları bir şey yok.
EKOLOJİ SERVİSİ