Birleşmiş Milletler Çevre Konferansı 1972 yılında İsveç’in Stockholm kentinde toplanarak, çevre kirliliği konusunda duyarlılık oluşturmak amacıyla 5 Haziran gününü “Dünya Çevre Günü” olarak ilan ettiği iddia edilen karar almıştı. Dünya üzerinde özellikle 1972 yılından sonra doğanın ticarileştirilerek metalaştırılma adımları inanılmaz bir hızla yükselirken, BM’nin aldığı kararın anlamsızlığı bugün daha net görülmektedir. Yönetenler için hamaset içerikli nutuklar atmaları dışında bir anlamı olmayan 5 Haziran Dünya Çevre Günü’nde sermayenin doğaya yönelik saldırıları aralıksız ve katlanarak artmaktadır.
5 Haziran Dünya Çevre Günü vurgusunda yer alan çevre sözcüğü kapitalist dünyanın kullandığı bir literatürdür. Çevre, doğanın sermaye tarafından yağmalamasında önemli bir maskeleme görevi yapan sözcüklerden birisidir. Çevre denilince amaçlanan şey, halkların algısında ortaya çıkan kentlerdeki ‘yeşillik’ olgusunun başkaca bir anlamı da yoktur. Kent merkezlerini bu bağlamda yarıştırıp en yeşil kentler tartıştırılırken, kapitalist üretim süreçlerinde sermaye birikimine bağlanan ekosistemlerin yok edilişi tartışma dışı bırakılır. Oysa asıl olan ekosistemler olmak zorundadır. Yaşamın temel bileşenleri su, toprak, hava ve ormanlardır. Suyun, toprağın, havanın ve ormanların sermaye saldırıları ile metalaştırıldığı günümüzde ‘çevre’ sözcüğü sadece algı yönetmek adına başvurulan aldatmacadan ibaret bir sözcüktür.
Türkiye’de yönetenler ve sermaye şirketleri her yıl 5 Haziran’da timsah gözyaşları ile bugünü kutlarlar. Biliyorsunuzdur belki ama ben yine tekrarlayayım. Timsahlar avlarını yemeden önce gözlerinden yaşlar gelirmiş. Timsahın gözyaşı dökmesi avına acıdığı anlamına gelmez. Sermayenin ve onun devletlerinin döktüğü gözyaşı ile timsahın avını yerken duyduğu mutluluğun ifadesiyle aynıdır. Sermaye hiçbir acıma duygusu yaşamadan yok edilen doğayı ‘yeşil’ söylemlerle maskeleyip, kirli yüzlerini sevimli hale getirmeye çalışır.
Kapitalizmin en kirli uygulamalarının yaşandığı Türkiye’de Cumhurbaşkanı R.T. Erdoğan kendisini ‘çevrecinin daniskası’ olarak nitelerken, aslında yukarıda vurguladığımız ‘çevre’ anlayışından söz etmektedir. Her konuda konuşmaktan geri durmayan Erdoğan, Marmara Denizi’nde yaşanan müsilajla ilgili tek söz etmemesi ise bir tesadüf olamaz. Mevcut iktidarın doğal yaşamı sermaye yararına yok eden adımları kesintisiz sürerken, bu süreçte ‘çevre’ kelimesini dillerinden düşürmeyen AKP’nin çevre anlayışından, kendi yakın ‘çevre’sinden ibaret ve sadece bundan söz etmeye çalıştıkları dışında herhangi bir sonuç çıkarılamaz. 5 Haziran’ı Dünya Çevre Günü ilan eden BM’nin geçtiğimiz günlerde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın eşi Emine Erdoğan’ı ‘Atık Alanında Akıllı Şehirler Küresel Şampiyonu’ ilan ederek ödüllendirmiş olması BM ile AKP’nin anlayış bakımından paralelliklerini ortaya koymaktadır. BM bu ödülü verirken, dünyanın tüm çöpünü almaya aday olan ve en büyük çöp ithalatçısı ülke haline gelen ve Türkiye’de denizler atıklarla ölüme mahkûm edilirken, iktidar sahibinin eşine bu ödülün veriliyor olması elbette manidar bir durumdur.