Dünya Barış Günü bu yıl Suriye ve Irak’ta yıllardır bir türlü sonlandırılmayan ve Afganistan’da yeni bir aşamaya erişen savaşın ve yeni varyantlarıyla tekrar yükselişe geçen Koronavirüs salgınının gölgesinde kutlanacak.
Kuşkusuz bu günlere damgasını vuran bir diğer gelişme, başta Türkiye’de olmak üzere, asıl olarak iklim değişikliğinin neden olduğu, ciddi orman yangınları, su taşkınları ve kuraklıklar.
İçi boş barış tartışmaları yürütmekten kaçınabilmek için, barışın kapitalizm ve kapitalist devletlerle, sömürgecilikle, militarizm ve savaşlarla olan ilişkisine odaklanmamız gerekiyor.
Bu gereklilik bir o kadar da iklim değişikliği için geçerli. Yani savaşlar, militarizm, askeri harcamalar insana ve ekonomiye olduğu kadar, başta küresel ısınmaya neden olarak, bir bütün olarak ekolojiye de zarar veriyor. Bu ilişkiyi kanıtlayan sayısız bilimsel ampirik araştırma ve rapor mevcut.
Bu nedenle de iklim değişikliğine ve yıkımına karşı verilecek mücadele savaşlara, militarizme, sömürgeciliğe karşı verilecek barış mücadelesi ile birlikte yürütülmeli. Kuşkusuz bunlar da emek ve demokrasi mücadelesinin bir parçası olmalı.
Bu yazımızda asıl olarak militarizm, savaşlar ve iklim değişikliği ilişkisini ele alacağız.
Dünya barışı ne durumda?
Bir sorunun yanıtını arayarak başlayalım: Türkiye’nin (özellikle de 2015 yılından bu yana) demokrasi, insan hakları, emekçi hakları, politik özgürlükler, çevre hakları, biyoçeşitlilik gibi konulardaki karnesinin hızla kötüleştiğini biliyoruz.
Acaba barış konusunda ne durumdayız? Barış içinde bir arada yaşayan bir toplum muyuz, farklı etnik kimlikleri, farklı inançları eşit görmeyen, ötekileştirici bir tutum içerisinde miyiz, sınır ötesinde komşularımızla ilişkilerimiz barış üzerine mi kurulu? Tersine, hızla militarizme kayan, hızla otoriterleşen, ötekileştiren, alt-emperyalist savaşçı politikalara yönelen bir ülke miyiz?
‘Küresel Barış Endeksi’
Ekonomi ve Barış Enstitüsü adlı uluslararası bir kuruluş son 15 yıldır “Küresel Barış Endeksi” başlıklı bir rapor yayınlıyor. (1) Bu raporda yer verilen endekste 163 ülkeye ve 23 göstergeye yer veriliyor. Bu göstergelerin 6’sı sürmekte olan iç ve uluslararası çatışmalara, 10’u toplumsal güvenlik ve korumaya (terör saldırıları ve mülteci sayısı gibi) ve 7’si doğrudan militarizme ait (askeri harcamalar, asker sayısı gibi).
Bu yıl Ağustos ayında yayımlanan raporun bulguları şöyle: Son 13 yıldır barış ortamı yüzde 2 oranında kötüleşti. 87 ülkede iyileşme, 73 ülkede ise kötüleşme var. 25 en az barışçıl ülkede (2008-2021) barış ortamı yüzde 12,1 oranında kötüleşti. Buna karşılık 25 en barışçıl ülkede iyileşme sadece yüzde 4,3’te kaldı.
Barıştan uzaklaşan da, barışa yaklaşan da var!
Kısaca barış ile ilgili olarak, genel bir kötüleşme söz konusu ancak tüm ülkeler barış ortamından uzaklaşmıyor. Bu nedenle de “tüm dünyanın barıştan uzaklaştığı bir ortamda biz nasıl barış içinde kalabiliriz” gibi savaşçı politikalara gerekçe üretmenin bilimsel ya da hakikate dayalı bir temeli yok.
Raporda İzlanda en barışçıl ülke olarak ilk sırada, Afganistan en çatışmalı ülke olarak son sırada yer alıyor. Orta Doğu ve Kuzey Afrika’dan en çatışmalı iki bölge olarak söz ediliyor.
En barışçıl ilk 10 ülke sıralaması: İzlanda, Yeni Zelanda, Danimarka, Portekiz, Slovenya, Avusturya, İsviçre, İrlanda, Çek Cumhuriyeti ve Kanada biçiminde olurken, en çatışmalı 10 ülke şöyle sıralanıyor: Afganistan, Yemen, Suriye, Güney Sudan, Irak, Somali, Demokratik Kongo Cumhuriyeti, Libya, Orta Afrika Cumhuriyeti ve Rusya.
163 ülke arasında en alttan 149’ncu sırada bir ülke: Türkiye
Raporda Türkiye Avrupa bölgesinde gösteriliyor ve 36 Avrupa ülkesi sıralamasında sonuncu sırada (36’ncı) yer alıyor. Daha da kötüsü dünya sıralamasında 149’uncu sırada kendisine yer bulabiliyor.
Yani toplam 163 ülkenin sadece 13’ünden barış ülkesi olmak anlamında, daha iyi durumdayız. İçinde yer aldığımız Yükselen Ekonomilerden sadece Rusya’dan daha barışçıl bir ülkeyiz.
Militarizm askeri harcamalardan fazlası demek
Dünya barışındaki kötüleşmenin nedenleri arasında militarizmin yükselişi (97 ülkede görülüyor), yani askeri harcamalar ve koruma –güvenlik, terörizmle mücadele kaygıları ön planda geliyor. Öyle ki, her ne kadar 2008 yılından bu yana militarizmde bir gerileme söz konusu olsa da, son yıllarda trend tersine döndü, militarizm tekrar yükselişe geçti.
Militarizm, toplumsal ve siyasal kökenleri olan bir kavram. Yüksek askeri harcamalara ek olarak, askeri iktidarın ve değerlerin toplum ve yönetim üzerindeki hâkimiyetini ifade ediyor. Bu değerler büyük bir orduyu ve /veya yüksek askeri harcamaları meşrulaştırmanın bir yolu olarak iç ve dış tehditlerin abartılmasını, saldırgan dış politikaların ve baskıcı iç güvenlik önlemlerinin benimsenmesini ve militarist sembol ve yöntemlerin kullanılmasını da içeriyor ama bunlarla da sınırlı kalmıyor. (2)
Pratikte militarizm ölçütü olarak; silahlı kuvvetler mensubu sayısı, askeri harcamaların miktarı (ve milli hâsıla içindeki payı) ve silah ithalatı gibi üç ölçü kullanılıyor. Ancak aşağıdaki grafikten de görülebileceği gibi (3), bunun detayları var.
İktisatçı Adem Y. Elveren, Türkiye’de ele alındığı biçimiyle askeri harcamaların iki farklı tanımından söz ediyor (4): “Görece dar bir tanımla askeri harcamalar: Milli Savunma Bakanlığı (ve bağlı kuvvet komutanlıkları), Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığının gereksinimlerini karşılamak için yapılan personel, silah, diğer askeri teçhizat ve mühimmat harcamaları ile yakıt, yiyecek, giyecek vb. yatırım ve transfer harcamalarını kapsıyor.
Buna karşılık militarizm ve askeri harcamalarla ilgili dünyada en güvenli bilgiyi oluşturduğu kabul edilen SIPRI (Stockholm Uluslararası Barış Araştırma Enstitüsü) ise daha geniş bir tanım kullanıyor. Bu tanıma göre, Türkiye’de yukarıda sıralanan harcamalara ek olarak, köy korucuları gibi paramiliter güçlerin ve askeri alanda faaliyet gösteren Makine Kimya Enstitüsü ve Savunma Sanayi Destekleme Fonu gibi kamu kuruluşlarının harcamaları, diğer ülkelere yapılan askeri bağışlar (örneğin KKTC’ye), barışı korumaya yönelik barış gücü harcamaları ve askeri uzay harcamaları da askeri harcamalar içinde sayılıyor”.
Diğer taraftan Türkiye’de giderek önemli bir sektör haline gelen ve başta ASELSAN, HAVELSAN, TAİ, ROKETSAN, STM gibi beş büyük askeri sanayi karması şirket olmak üzere bu alanda faaliyet gösteren devlete ait şirketlerin faaliyetleri için yapılan harcamalar ve SADAT gibi paramiliter örgütlenmelerin harcamaları da askeri harcamalar içinde sayılmalı. Teknik olarak emniyet-kolluk güçleri (polis, bekçi, özel güvenlik gibi) için yapılan harcamalar askeri harcamalar içinde yer almasa da, militarizm ve militarist harcamalara dâhil edilmeli.
Yılda 2 trilyon dolarlık askeri harcama!
SIPRI’nin son raporu (5) Kovid-19 salgınına rağmen küresel askeri harcamaların 1988’den bu yana artmakta olduğunu ortaya koyuyor. Silahlanmanın ise (silah ticareti) ılımlı bir biçimde artış gösterdiği gözlemleniyor. Bu durum, ulus devletlerin salgınla mücadelede yetersiz kalırken, askeri harcamalar için kaynak bulmakta zorlanmadıklarını da gösteriyor.
Öyle ki 2020 yılı toplam küresel askeri harcama yaklaşık 2 trilyon dolar (1,981 trilyon dolar). Reel olarak 2019’dan 2020’ye yüzde 2,6 ve 2011 yılından bu yana yüzde 9,3 gibi yüksek düzeyde bir artış var. Kısaca son 10 yılda yüzde 10’lük bir artış söz konusu. 2020 yılında dünya ekonomisinin ise salgın yüzünden yüzde 4,4 oranında küçüldüğünü hatırlatalım.
İlk 5: ABD, Çin, Hindistan, Rusya, S. Arabistan
Küresel askeri harcamaların küresel hâsıla içindeki ortalama payı 2020 yılında yüzde 0,2’lik bir artışla yüzde 2,4 oldu. Bu artış 2009 yılından bu yana en hızlı artış olarak gerçekleşti. En fazla harcamaya sahip ilk 5’te yer alan ülkelerden bu harcamaların yüzde 39’unu ABD yapıyor (yılda 732 milyar dolar). Çin’in payı yüzde 13 (yılda 261 milyar dolar). Bunu Hindistan (71 milyar dolar), Rusya (65 milyar dolar) ve Suudi Arabistan (62 milyar dolar) takip ediyor. 2019 yılında 15’nci sırada bulunan Türkiye 2020 yılında 16’ncı sıraya geriledi (17,7 milyar dolar).
Askeri harcamalar dünyada devlet bütçelerinin (2019 yılında) ortalama yüzde 6,5’ine denk düşüyor ve bu harcamaların yüzde 80’ini 15 ülke gerçekleştirdi.(6) 2020 yılında askeri harcamaların en fazla arttığı ülkeler ise ABD, Çin, Almanya ve Güney Kore oldu (Almanya ve Güney Kore’nin artış hızı ABD’den daha yüksek).
Milli hâsıla içindeki pay açısından en yüksek paya yüzde 24 ile Kuzey Kore, yüzde 13,5 ile Lübnan, yüzde 10,8 ile Umman, yüzde 10,5 ile Libya ve yüzde 9,1 ile Suudi Arabistan sahip.
Kişi başı askeri harcama açısından ise ilk sırayı 2,305 dolar ile Katar alırken, onu 2,218 dolar ile İsrail, 2,217 dolar ile ABD, 1,943 dolar ile Singapur, 1,789 dolar ile Birleşik Arap Emirlikleri ve 1,780 dolar ile Suudi Arabistan takip ediyor.
Türkiye: Askeri harcamalar son 10 yılda yüzde 77 arttı!
SIPRI geçen yıl salgına rağmen Türkiye’deki askeri harcamaların 17,7 milyar dolar civarında gerçekleştiğini açıkladı. Harcamalar 2020 yılında yüzde 5 azaldı. Ancak bu düşüş salgınla ilgili bir düşüş zira Türkiye 2011 yılından bu yana askeri harcamalarını yüzde 77 oranında artırdı (dünyada en hızlı artıran üçüncü ülke). Türkiye’yi yüzde 76 artış ile Çin, yüzde 60 ile Polonya, yüzde 36 ile Meksika, yüzde 34 ile Hindistan ve yüzde 26 ile Rusya izliyor.
Türkiye’deki artış özellikle de 2015 yılından bu yana çok belirgin. Askeri harcamaların milli hâsıla içindeki payı yüzde 2,8. 2011 yılında bu pay yüzde 2 idi. Dünyadaki toplam askeri harcamalar içinde Türkiye’nin payı ise yüzde 0,9 (7).
Aslında bu veriler askeri harcamalar-militarizm ile ülkelerin gelişkinlik düzeyleri, demokrasi ile olan bağları ve emperyalist-kapitalist sisteme olan bağımlılıkları gibi birçok önemli olguya da dikkat çekiyor.
Savaş tacirleri
Bu olgulardan bir tanesi böyle yüksek harcamaların sağladığı devasa boyutlardaki kârlar. 1934 yılında Amerikalı Demokrat Senatör Gerald Nye resmi bir soruşturma panelinin başkanlığını yaparken savaşla ilgili olarak şunları söylemişti: “Savaşın ulusal onur ya da savunma ile hiç bir ilgilisi yoktur, savaş bir avuç insanın kârlarıyla ilgilidir”.
Nye bu sözleriyle savaş tacirlerini işaret ediyordu. Nitekim bugün Afganistan’da “20 yıl süren savaştan kimler ne kazandı” diye baktığımızda Afganistan’da ABD ile işbirliği yapan sadece üç ABD’li şirketin (Fluor, Raytheon, Boeing) üst düzey yöneticisinin 236 milyon dolar gelir elde ettiğini görüyoruz. Bu dönemde savunma sektöründe iş yapan özel şirketlerse lobicilik faaliyetleri için 2,5 milyar dolar harcama yaptılar. (8)
Dünyadaki en büyük 10 silah üreticisi ve tüccarı (7’si ABD kökenli) çok uluslu şirketin aralarında Lockheed Martin, Boeing, Airbus, Raytheon ve BAE Systems gibi şirketler olduğu ve bunlardan tek başına Lockheed Martin’in 2016 yılı silah satış cirosunun 41 milyar doları bulduğu dikkate alınırsa (9), kâr marjının oldukça yüksek olduğu bu sektörde lobicilik faaliyetleri için ayrılan kaynağın neden bu denli yüksek olduğu da anlaşılabilir.
15 trilyon dolarlık ekonomik maliyet
Bu çaptaki askeri harcamaların ekonomik maliyeti ise en az sağladığı kâr kadar yüksek. Öyle ki 2020 yılında küresel çatışmaların, savaşların ekonomik maliyeti 15 trilyon dolar ya da küresel hasılanın yüzde 11,6’sı kadardı. Bu, dünyada kişi başı gelirde 1,942 dolarlık, Türkiye’de yaklaşık 16,300 liralık bir kayıp demek oluyor. Bu arada Kovid-19 salgını sırasında bazı ülkelerde çatışmaların dozunun üç kat arttığı biliniyor.
Savaşlardan en büyük zararı en yoksul ülkelerin ekonomileri görüyor
Militarizmdeki yükseliş yüzünden ekonomik zarar (küresel çapta) yüzde 0,2 arttı. Çatışmalar, en çok etkilenen 10 ülkenin milli hasılasının yüzde 36’sının, en az etkilenen 10 ülkenin ise yüzde 4’ünün kaybedilmesi ile sonuçlandı. En büyük ekonomik zararı ise milli hasılası içindeki payı cinsinden, yüzde 81 ile Suriye, yüzde 42 ile Güney Sudan ve yüzde 40 ile Afganistan yaşadı.
Aşağıdaki şekilden de görüleceği gibi, askeri harcamalar ortaya çıkan bu ekonomik zararın yüzde 43’ünden sorumlu.(10)
Militarizmin ve savaşların ekoloji (küresel ısınma başta olmak üzere) üzerindeki etkilerini bir sonraki yazıya bırakarak, sosyal ve ekonomik etkilerini birkaç örnek ile özetlemeye çalışalım.
Savaşların ekonomik ve toplumsal zararlarına ilişkin birkaç çarpıcı örnek
Türkiye’de kendini ”Kürt sorunu” olarak da ortaya çıkaran ve zaman zaman sıcak savaşa dönüşen, 50 yıldır devam eden çatışmaların başta Bölge halkı ve ekonomisi olmak üzere tüm Türkiye’de ne kadar ağır bir sosyal, siyasal ve ekonomik fatura ortaya koyduğu malum. Bu nedenle de Türkiye’nin sosyal, siyasal ve ekonomik olarak gelişmesinin önündeki en büyük engellerden biri olan bu çatışmalara son verilmesi ve barış ortamı içinde bu sorunun demokratik yol ve yöntemlerle çözüme kavuşturulması gerekiyor.
Hemen yanı başımızdaki Suriye’de 2011 yılından bu yana sürmekte olan ve vekâlet savaşından, iç savaşa, ardından IŞİD ile savaşa kadar çeşitli biçimler alan Suriye’deki savaşın yıkımı ise çok büyük.
Suriye’deki savaş ekonomiyi mahvetti
Bundan beş yıl önce yayınlanan bir araştırmanın aşağıdaki gibi özetlenen çok çarpıcı bulguları var (11):
“İç savaş Suriye ekonomisini tam anlamıyla perişan etti. Dünya Bankası Başkanı J. Yong Kim’e göre, savaştan bu yana Suriye ekonomisinin savaş nedeniyle toplam zararı 180 milyar doları buldu. BM ise bunun 200 milyar doları aştığını ileri sürüyor. IMF, UNICEF gibi uluslararası kuruluşların raporlarına göre; halkın çok büyük bir çoğunluğu sağlık, eğitim, su temini başta olmak üzere temel hizmetlere erişemiyor. Savaştan önce var olan 260 su tedarik merkezi, baraj ve su tankının dörtte biri tahrip edildi. Ülke karanlığa gömüldü zira ülkenin üçte birine elektrik verilemiyor. Yüksek voltaj hatlarının yüzde 40’ı tahrip edildi. Sağlık merkezlerinin beşte biri tamamen yok edilirken, diğer beşte biri de kısıtlı hizmet verebiliyor. Ülkedeki doktor sayısı altı kat birden düştü. Ülkede 5-17 yaş arasında 2,1 – 2,4 milyon çocuk (okul yaşındaki nüfusun yarısı) okula gidemiyor. Savaş süresince 4,200 okul yakılıp yıkıldı (sadece 2014’te okulların dörtte biri yıkıldı). Konutların yüzde 65’i zarar gördü, yağmalama ve hırsızlığın haddi hesabı yok. Küçük-büyük baş hayvan sayısı yüzde 30-40, kanatlı hayvan sayısı yüzde 50 azaldı. Şu ana kadar (2016’ya kadar) 220 bin insan öldürüldü milyonlarcası (nüfusun yarısı) iç ve dış göçler biçiminde yerinden yurdundan edildi. İşsizlik resmi tahminlere göre yüzde 50’nin üzerinde. Ülkenin döviz rezervleri 1 milyar dolara kadar gerilerken, toplam ekonomik zarar 2010 yılı milli gelirinin yüzde 229’una ulaştı. Ekonomi 2010 yılından bu yana reel olarak yüzde 55 oranında küçüldü. Uzmanlara göre ülke 2016-2019 döneminde yılda yüzde 3,9 oranında küçülerek 1990’ların düzeyine kadar gerileyecek. IMF’ye göre, Lübnan’da geçmişte yaşanmış olan 15 yıllık iç savaştan bu ülkenin savaş öncesi ekonomik düzeyine geri dönebilmesi 20 yıl sürmüştü. BM’nin bir raporuna göre Suriye’nin 2010 yılı ekonomik düzeyine geri gelmesi en az 30 yılı bulacak”.
Bundan beş yıl öncesine ait bu tablo Suriye halklarının sadece savaştan bu yana nasıl bir ağır saldırı altında adım adım yok oluşa doğru sürüklendiğini değil, aynı zamanda Suriyeli bebeklerin, çocukların ve gençlerin de geleceklerinin yok edildiğini gösteriyor.
Diğer taraftan bu kadar ağır bir insani, ekolojik ve ekonomik zarar bu ülkeyi parçalamak isteyen emperyalist devletlerin, sermaye gruplarının iştahını kabartıyor. Savaşın, orduların yakıp yıktıklarını onlar yeniden yaparak, inşa ederek sermayelerini, servetlerini ve güçlerini büyütmenin peşindeler.
Sri Lanka IMF’nin ocağına düşmekten kurtulamadı
İç savaşın yıkıcı etkileri konusunda bir diğer çarpıcı örnek Sri Lanka’dır. Bir Birleşmiş Milletler raporuna göre, bu ülkedeki iç savaş sırasında (1983-2009), çoğunluğu Tamil gerillası olmak üzere toplam 200 bin insan öldürüldü. Kamplarda 220 bin Tamil sivili tutsak edildi. 1 milyondan fazlası (yüzde 90’ı Orta Doğu’da çalışmak üzere) yurt dışında oldukça kötü koşullarda çalışıyor.(12) Yüz binlercesi göç etti. Öyle ki 21,1 milyon nüfusun 1,7 milyonu en az bir kez göç etti.(13) Savaş sonrasında 12 binden fazla kayıp vakası bildirildi. Bu, dünyada şu ana kadar görülen en yüksek kayıp sayısı. Bunların bir kısmı gözaltı sırasında gerçekleşti.(14) Aileler ve topluluklar yok edildi. Savaştaki bölgelerdeki kadınların yüzde 80’i ya dul, ya evlenmemiş, ya boşanmış ya da ayrı yaşıyor. (15)
Her ne kadar nüfusu, ekonomisinin boyutları, coğrafi ve kültürel özellikleri nedeniyle Türkiye ile farklılıklar gösterse de, Sri Lanka’daki gelişmeler, yarattığı sonuçlar itibarıyla, Türkiye’yi andırıyor. Çünkü iki ülkenin bu konudaki sorunları (Tamil Sorunu ve Kürt Sorunu) ve bununla ilgili olarak yaşanan süreçler birbirine çok benziyor.
Öyle ki, 1980’lerin başlarındaki ekonomi alanında neo liberal uygulamalarla başlattığı serüvenini, 27 yıla yayılan ve dünyanın en acımasız iç savaşlarından biri olarak nitelenen bir iç savaş ile devam ettiren ve 2009 yılında bu savaşın devletçe, daha önce görülmemiş sertlikte yürütülen askeri operasyonlarla bitirilmesinin ardından geçen 7 yıl sonra, Sri Lanka bir kez daha IMF’nin ocağına düşerek tamamladı.
IMF, Sri Lanka Hükümeti’nin 3 Haziran 2016 tarihli niyet mektubunun ardından, 36 ay içinde parçalı olarak kullanılmak üzere, 1,1 milyar SDR’lik (1,5 milyar dolar) tutarında bir krediyi ülkeye vereceğini açıkladı. Bu kredi karşılığında hükümet, yeni vergilerin konulmasını, kamuya ait neredeyse her şeyin özelleştirilmesini, ticaret ve yatırım rejiminin daha da serbestleştirilmesini ve bütçe açığının yüzde 3,5’e düşürülmesini kabul etti. (16)
Sonuç olarak 2009 yılında, askeri yöntemlerle Tamil’i ağır bir yenilgiye uğratan Sri Lanka Devleti, bugün hala bu sorunla uğraşırken, ülke daha da kötüleşen ekonomisi nedeniyle IMF’ye muhtaç hale geldi.
Askeri harcamaların yarısı insanlığın temel ekonomik sorunlarının çözümüne ayrılabilseydi…
Diğer taraftan CADTM tarafından da yapılan bir çalışmaya göre (17); dünyadaki eğitim, sağlık, temiz içme suyu, açlık ve hijyen- sanitasyon gibi yaşam koşullarını etkileyen konulardaki sorunları giderebilmek için toplam 10 yıla ve her yıl harcanabilecek 80 milyar dolara ihtiyaç var.
Bir başka deyimle, toplam 800 milyar dolarlık bir bütçe ile yoksulluğun da, açlığın da ya da insani gelişimin önündeki temel sorunların (tamamen ortadan kaldırılamasa da) büyük ölçüde azaltılabilmesi mümkün.
Küresel hasılanın sadece yüzde 1’i insanlık için harcansa…
Bu tutar her yıl savaş için harcanan askeri harcamaların sadece yüzde 40’ı, 10 yılda harcanacak olanların ise binde 40’ı kadar. Küresel hasılanın ise yüzde 1’inden az. Yani sistem her yıl üretilen hasılanın yüzde 2,2’sini militarist harcamalar ve savaşlar için değil de, sadece yüzde 1’ini milyarlarca insanın temel sorunlarını gidermek, iklim yıkımını durdurmak için kullansa sorunlar büyük ölçüde hafifleyecek ve insanlık da, doğa da rahat bir nefes alabilecek.
Benzer bir biçimde her yıl büyük servet sahiplerinin vergi cennetlerine kaçırdıkları servetleri yüzünden az gelişmiş ülkelerin toplayamadığı 200 milyar dolarlık vergi geliri (18) ile sadece dört yılda bu sorun halledilebiliyor.
Korona zenginlerinin servetlerindeki artışın yarısının kamulaştırılması yeterli olur
Ya da dünyada yoksulluk hızla artarken, salgının ilk yılı olan 2020 yılında servetlerini yüzde 31, yani 1,8 trilyon dolar daha artırarak, toplam servetlerini 7,6 trilyon dolara çıkartan dünyanın en zengin 500 yetişkinin bu servetlerinden (19) yüzde 10 vergi alınsa bu sorun çözülebilir. Hatta geçen yıl servetini 75 milyar dolar artıran Amazon’un sahibi J. Bezos’tan bu artışın tamamı ya da servetini 142 milyar dolar artıran Tesla’nın sahibi E. Musk’ın artan bu servetinin yarısı alınsa bir yıllık kaynak ihtiyacı karşılanabilecek.
Ancak müesses nizam yoksulluğu ve açlığı azaltmak, temel insani ihtiyaçları gidermek için servetin vergilendirilmesine izin vermiyor ve kendiliğinden de bunu kabul etmeyecek.
Bu nedenle de, militarizmi ve savaşları sorgulamaksızın, savaşa karşı barışı savunmaksızın bu temel ekonomik ve sosyal sorunların çözüme kavuşturulması mümkün değil. “Bu kadar askeri harcama ve savaşlar neden var?” sorusunun yanıtı “bu kadar yoksul, aç, işsiz neden var?” sorusunun yanıtında saklı aslında.
Silahları susturun, barış hemen şimdi!
Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri A. Guaterres’in : “Koronavirüsün hiddeti savaşın ne kadar aptalca olduğunu gösteriyor. Bu nedenle hemen küresel ateşkes çağrısı yapıyorum. Silahları susturun, bombardımanı durdurun. Silahlı çatışmayı tecrit ederek hep birlikte hayatlarımızın gerçek kavgasına odaklanma zamanı gelmiştir” sözlerinden (20) yola çıkarak, savaşların olmadığı bir dünya talebimizi 1 Eylül Dünya Barış Günü’nde bir kez daha yüksek sesle dillendirelim.
Eğer savaş kaçınılmazsa, bu sadece salgına, eşitsizliklere, ayrımcılığa, ırkçılığa, emperyalizme ve faşizme, emek ve kadın sömürüsüne ve iklim yıkımına karşı verilecek bir savaş olmalı.
Anahtar sözcükler: 1 Eylül Dünya Barış Günü, Askeri harcamalar, İç savaş, Militarizm, Savaş, Sri Lanka, Suriye.
(Sonraki yazı: İklim krizi- militarizm ilişkisi -2)
Dip notlar:
Institute for Economics and Peace (IEP), Global Peace Index 2021, Measuring peace in a complex World (26 Ağustos 2021).
Smith, 2009, s.28’den aktaran Adem Yavuz Elveren, Askeri harcamalar ve ekonomi (The Economics of military spending, A Marxist perspective,(çeviren: Çağdaş Sümer), 1. Basım, İletişim yayınları, 2021, İstanbul, s. s.23-24.
Institute for Economics and Peace, agr, s.12.
Elveren, agk, s.28-29.
https://mronline.org/amidst-pandemic-and-economic-sufferings-2020s-global-military-spending-reached-highest-level-in-decades (1 May 2020).
Military Spending in the Post-Pandemic Era – IMF F&D (Summer 2021), https://www.imf.org (26 August 2021).
https://www.sipri.org/publications/2021/sipri-fact-sheets/trends-world-military-expenditure-2020 (April 2021).
https://inequality.org/great-divide/merchants-of-death (19 August 2021).
http://www.visualcapitalist.com/companies-dominating-global-arms-trade (12 January 2018).
Institute for Economics and Peace, agr. S. 38-39.
http://www.atlanticcouncil.org/blogs/syriasource/assad-wants-to-rule-syria-but-economics-say-otherwise (19 October 2016 ).
World Report 2015: Sri Lanka Events of 2014, https://www.hrw.org/world-report/2015/country-chapters/sri-lanka (10 April 2017).
Field Study Report, “ An Evolution of Post War Recovery in Eastern Sri Lanka Batticaloa District”, University of York, 2011, s. 24.
Report of the OHCHR Investigation on Sri Lanka (OISL), Human Rights Council, 16 September 2015, s. 81.
Report of Secretary General’s Panel of Experts on Accountablity in Sri Lanka, 2011, s. 1.
IMF Executive Board Approves Three-Year US$ 1.5 Billion Extended Arrangement under EFF for Sri Lanka, IMF Country Report No. 16/150, www.imf.org ( 8 June 2016).
Damien Millet, Daniel Munevar & Éric Toussaint, “2012 World debt figures”, CADTM – Committee for the Abolition of Third World Debt, https://www.cadtm.org (12 July 2017).
Christine Lagarde, “Corporate Taxation in the Global Economy”, https://blogs.imf.org (25 March 2019).
https://www.commondreams.org/news/amid-warnings-surging-worldwide-poverty-planets-500-richest-people-added-18-trillion ( 2 January 2021).
https://www.euronews.com/2020/03/25/coronavirus-antonio-guterres-speaks-to-euronews-about-un-s-covid-19-response (27 March 2020)’den aktaran Elveren, agk, s. 23-24.