Dünya Bankası ve IMF ile görüşmeler yapan Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, Dünya Bankası’ndan alınacak kredi içeriğini açıklamıştı. Dünya Bankası krediyi belli şartlara bağlarken, nerelerde kullanılacağını da dikte etti. Krediye konu olacak harcamalar; afetlere karşı dirençlilik, enerji, yeşil dönüşüm, iklim değişikliğiyle mücadele, ihracatın desteklenmesi, reel sektör, altyapı, lojistik, sanayi, tarım, eğitim, sağlık ve kapsayıcılık gibi alanları içerdiği Şimşek tarafından açıklandı.
Kapitalizmin önemli araçlarından olan Dünya Bankası ile IMF’nin işlevi farklılık gösterir. Dünya Bankası’nın rolü orta ve uzun dönemli ‘kalkınma’ kredisi vermek, IMF’nin rolü ise dış ödeme aksaklıklarını gidermek olarak işlev görmektedir.
Dünya Bankası ile anlaşmaya varıldığı belirtilen kredilerle ‘kalkınma’ olarak nitelenen neoliberal yapısal süreçler beslenirken, bu süreçlerde tek kazanan dünya tekelci sermayesi olmaktadır. Şimşek’in ABD’de sürdürdüğü trafikte IMF ile de görüşmesi bir tesadüf değildir. Türkiye’nin ödeyemeyeceği boyutlara ulaşan vadesi gelmiş dış borcu yapılandırmak için görüşme gerçekleştirildiği muhakkak.
Bu yazıda, ‘kalkınma kredileri’ veren Dünya Bankası’nın yapısal hedefleri içindeki tarıma odaklanacağız. Kredinin hedefi tarımda reform; Küçük aile tarımına son verin ki size kredi verelim ve endüstriyel tarımı tamamen yerleştirin anlamına geliyor. Dünya Bankası ile yapılan kredi anlaşması için de, iklime uygun tarımın teşvik edilmesi isteniyor. Yani hibrit, GDO’lu tohumla endüstriyel ölçekte mono kültürel tarım kredinin ana hedefi.
Dünya tarım üretimini yönlendiren dünya tarım tekellerinin, tarımsal üretimdeki ilişkisi üç temel eksene oturmaktadır. Bunlardan birisi plantasyonlar yani ne ekileceğine sermayenin karar vermesi, ikincisi üretimin nasıl ticarileştirileceği, üçüncüsü ise sözleşmeli çiftçilik ile üretim süreçlerinin tamamını kontrol etmek ve çiftçiyi kendi toprağında köleleştirmekten ibaret.
Sermayenin kontrol ettiği endüstriyel plantasyonlar, Orta ve Güney Amerika, Afrika ve Asya ülkelerinde geniş bir uygulama alanı bulurken, GDO’lu ve hibrit tohumlar tüm dünyaya dayatılmış durumda. Yabancı şirketin toprak sahibi statüsü ile ücretli işçi kullanıp aşırı sömürü suçlamaları ve ulusçuluk hareketleri sonucunda sermayenin işini zorlaştırırken, bunun yerine çiftçiyi kendi toprağında köle haline getiren sözleşmeli üretim daha çekici hale gelmiştir.
Tarım ve Orman Bakanlığı tarafından hazırlanan ‘tarımsal üretimin planlamasına yönelik usul ve esasları düzenleyen yönetmeliğin’ Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe girdiğini hatırlatalım. Bitkisel üretim, hayvansal üretim ve su ürünleri üretiminde tarım havzası veya işletme bazında üretimin planlanmasını kapsayan yönetmeliğe göre çiftçinin izin almadan üretim yapması yasaklandı.
Tarım Bakanlığı geçtiğimiz yıl tarımı desteklemek için 4 başlıktan oluşan bir eylem planı hazırladığını açıklamıştı. Plana göre, çiftçilerin üretime geçmeden bakanlıktan izin alarak üretim yapacağı vurgulanırken, bu süreç tamamen bakanlığın atayacağı komitelerin inisiyatifine bırakıldı. Yani çiftçinin ne üreteceğine yönelik karar verebilmesi ortadan kaldırılırken, her yıl bu komitelere giderek ne ekeceğini öğrenmesi gerekiyor.
Eylem planında sözleşmeli üretimin arttırılması yer alıyordu. Böylelikle çiftçi kendi toprağında şirketlerin marabası olarak çalışırken, bu süreçte tarımın da belli şirketlerin tekel konumuna getirilmesi amaçlanıyor. Tarımsal üretimde çiftçinin-köylünün hiçbir inisiyatifi kalmayacak biçimde düzenleme gerçekleştirilirken, bir ülkenin gıdada ‘kendi kendine yeterlilik’ durumu ortadan kaldırılıp üretim çeşitliliği yok edilerek gıdada egemenlik yok edilecek.
Çıkarılan yeni yönetmelikle tarım arazilerinde asgari tarımsal arazi büyüklüğü altında kalan alanlarda yapılan üretimler için izin almak dışında arazilerin toplulaştırılması zorunluluk haline getirildi. Komitenin iki dudağı arasına bağlanan izin süreçleri tarımda tekelleşmenin ve kölelik düzeninin tamamen yerleştirilmeye çalışıldığı bir döneme girmiş durumdayız. Artık hobi dışında izinsiz ekim yapılamayacak.
Avrupa’da 1960’larda uygulanan Mansholt Planı ile tarım topraklarının tekellerin elinde toplanması sağlanmış ve bugün Avrupa’da tüm tarımsal destekler büyük tarım tekellerine verilirken, küçük üreticiler neredeyse tamamen ortadan kaldırıldı. Benzer süreç bugün Türkiye’de uygulamaya konulmuş durumda.
Küçük çiftçiliğin kökü kazınıp tekellere yol verilirken, tarım arazilerinin maden, sanayi, inşaat, enerji vb. amaçlar için kullanımının da önü tamamen açılmış oldu. Dünya Bankası’nın kredi koşulları içinde tarımda endüstrileşme direktifi iktidarın yıllardır üzerinde çalışıp uygulamaya koyduğu bir süreç. Dünya Bankası’nın bu sürecin hızlandırılıp sonuçlandırılmasını ön koşul olarak koyması gıda egemenliğinin tamamen şirketlere devredilmesini sağlamaktan kaynaklı.