Mitolojik bir rivayete göre, cesur insanlardan biri her şeye kadir olan Tanrı’ya “daha ne kadar acı çekmek zorundayım” diye sormuş. Tanrı, “yaşamanız gerektiğini düşündüğünüz kadar” diye yanıtlamış. O andan beri bu hususta hiçbir şeyin değişmediğini düşünüyorum. Dünyaya baktığım pencerenin dışında kalan bu söz beni her zaman etkilemiştir. Bu yazıyı salt bu yüzden yazıyorum ve içinde bulunduğumuz ıstıraptan bizzat kendimizin sorumlu olduğunu düşündüğüm için o büyük resimdeki acılara bakmak istedim. Buradaki ağır bir “dünya acısıdır” (Weltschmerz, Jean Paul) ve acı varoluştan beri tüm ıstırapları içinde barındıran bir mitolojik sızıdır. Başlı başına bir varoluş sorunsalı, bir yaşama acısıdır. Dolayısıyla buradaki amaç “dünya acısı” kavramının tarif edilemez acıların metaforu olarak felsefe ve edebiyata geçtiği meali değil, mitsel bağlamdaki o ilk ana vurgusudur.
Mitolojik bir yerden acılara bakmak biraz soyut gelebilir ama o an düşünüldüğü kadar bizden uzak değildir, insan her zaman o anın canlı bir parçası olmuştur. Lakin mitsel söylenceler sözlü bir geleneğin aktarımıdır ve insanlık halen o geleneğin efsununun içindedir. Çünkü mitler tüm kültürlerde insanın kendisini ve dünyasını anlama yolu olmuştur. Mitsel söylenceler dünyanın (dini) bir yorumudur ve insanlık tarihine cevap verme biçimidir aynı zamanda. Dolayısıyla insanlığın mitsel söylenceleri bir bütün olarak mitolojinin içindedir; kötü de iyi de acı da sevinç de buna dahildir. Bu yüzden her mitolojik aktarım bir tarih iddiasıdır ve bu da o büyük resimde saklıdır. Bu nedenle, durumun çözülemez olduğuna dair karamsarlıktan kurtulmak ve acının bir kader olmadığını söyleme cesaretini göstermek bir özgür irade meselesidir.
İnsanlığın kendine dair en anlamlı varlık anı özgürlük hissidir. Bu his varoluş kadar eski bir kumaştır. İnsanlığın en muhteşem ve mümtaz geçidi o kumaşın boyuna göre biçildiği anıdır. O, açık gökyüzünün altında ve tarihsel bir fonun önünde varlığın mutluluğa dönüştüğü andır. İşte o an acı dinmeye başlar ve mutluluğa doğru yaslanan bir sevinç doğar. Bu sevinç bireylerin ve toplumların özgürlük sevincidir, kendi kaderlerini ellerine alma sevincidir. Belki de özgürlüğün doğduğu andır o an. Çünkü özgürlük, özgürlüğü tanımlayan olguların yanı sıra zamanlar arası bellek ve aktarım geçişlerini açık tutan bir güneş yoludur.
Bu yolla ortaya çıkan özgür irade, ilahi bir takdir gibi toplumlara dayatılan acıların kaynağına dair sorgulama yetisi de ortaya çıkarır. Bu, aynı zamanda sosyal gerçekliğin tarihselliğini anlama anlamına geldiği gibi ezelden beri acıları ortaya çıkaran nedenlere (savaş) karşı da sorumlu davranmak demektir. Ancak bu yolla, dünyanın tanıklık ettiği acıları dindirmek için ortak bir evrensel hissiyat kurabiliriz. En azından herkesin hissedebileceği bir evrenselliğe taşıyabiliriz. Eğer bunu başarabilirsek acı ve neşenin kimliği, kökeni, dili, rengi, dini, inancı olmadığını kanıksarız. Çünkü hepsinin soy kütüğü evrenseldir.
Birinin kalbi kırılsa bütün diğerlerinin yüreği tarumar olur. Bugün ise bunun böyle olmadığını insanın insana yaşattığı acının o büyük resmine bakarak görüyoruz. Onun için acıyı ortak bir evrensel maraz haline getirmek hem ahlaki hem de etik bir yükümlülüktür. Dolayısıyla temel bir insanlık sorunsalı olarak karşımıza çıkan mevcut tarihsel sosyal sistemin yerine, adilane bir sistem kurma imkanı da açığa çıkmış olur. Mitsel söylenceleri tanrılar adına arkalarına alanlar, dünya acısını evrenin ortak acısı olarak göremedikleri için başkalarının acı çekmesi için durmadan tuzaklar kuruyorlar. Bunu böyle yaptıkları için bugün insanlık insan olma vasfından daha da uzaklaşıyor. Bugün yanı başımızda yaşanan insanlık dramını evrenin ortak acısı olarak görmediğimiz için o acılar her an daha da büyüyor ve bu acı “yaşamanız gerektiğini düşündüğünüz sürece” devam edecek.
Alın yazısı olarak acı, ölüm ve savaşlar değil; özgür irade, demokratik bilinç, toplumlar arası iletişim ve özgür birliktelik alınsa, bunun sonsuza denk süreceği kuvvetle muhtemeldir. İbrahim ve Zerdüşt’ün beyanlarına kulak versek bile özgür iradeye ulaşıp ‘dünya acısına’ son verebiliriz. Harrani İbrahim insanı insan kurban etme acısı çekmekten kurtardı ve Zerdüşt hayvanın eziyet görmesini bile yasakladı ama bizler hala birbirimizi diğerinin sözde ‘mistik kutsal emaneti’ için ağır bir acıya boğuyoruz.