Türkiye’nin Efrîn’e yönelik saldırılarında kimyasal kullandığını raporlayan uluslararası doktorlardan Mansouran Federe Kürdistan Bölgesi’nde kullanılan kimyasal görüntülerine dair konuştu
Nisan ayında KDP ortaklığı ile başlayan Türkiye’nin Zap, Metîna ve Avaşîn bölgelerine başlattığı saldırılar, 6’ncı ayını geride bırakırken, geçtiğimiz günlerde HPG tarafından yapılan açıklama ile kimyasal silah saldırıları sonucu 17 HPG ve YJA-Star’lının hayatını kaybettiği açıklandı. Türkiye’den yapılan resmi açıklamalarla kimyasal kullanımı yalanlansa da son olarak HPG tarafından kimyasal silaha maruz kaldıktan sonra hayatını kaybeden 2 HPG’linin son anlarına dair görüntüler de yayınladı.
İnsanlığa karşı suç işleniyor
Kimyasal kullanımına karşı eylemler sürerken, uluslararası kurumların sessizliği de devam ediyor. Türkiye’nin Efrîn’e yönelik saldırıları sonrasında kimyasal kullanılıp kullanılmadığını incelemek için bölgedeki hastanelerde çalışmalar yürüten Epidemiyolog Dr. Abbas Mansouran, MA’dan Gözde Çağrı Özköse’ye kimyasal silaha maruz kalan 2 HPG’linin son anlarına dair görüntüleri değerlendirdi.
Görüntüleri izleyen Mansouran,“Bu belgeler insanlığa karşı suç işlendiğinin açık kanıtıdır” ifadelerini kullandı.
Farklı kimyasallar kullanılmış
KDP’nin Türkiye ile işbirliği nedeniyle kimyasala maruz kalan bölgelere inceleme yapmak isteyen heyetlerin engellendiğini ve bunun da üye devletlerin Kimyasal Silahların Yasaklanması Örgütü’ne (OPCW) net belgelerle başvuru yapmasını zorlaştırdığını ifade eden Mansouran, “Kullanılan kimyasalın türünü belirlemek ve adını verebilmek için, gaza maruz kalan yaralıları yakından incelemek gerekir. Videodan çıkarımla, son saldırılarda Türk ordusunun muhtemelen Cyclosarin (GF), klorofin, sülfür mustant (SM), Tabun (GA), Sarin (GB) ve beyaz fosfor yanı sıra Tungsten ağır metal alaşımları, Siyanojenik zehir bombaları gibi farklı kimyasal bombalar kullanmış olduğu söylenebilir” belirlemesinde bulundu.
Kimyasal belgelere de yansıdı
Türkiye’nin daha önce de kimyasal silah kullanımına dair geçmişinin olduğunu belirten Mansouran, “Alman insan hakları savunucularından oluşan bir komite, mevcut kanıtları belgelemek için bölgeye gittiği Hakkâri’ye bağlı Tiyarê vadisinde 14-22 Ekim 2011 tarihleri arasında 16 gerilla savaşçısı hayatını kaybetti. Türk devletinin kimyasal saldırı düzenlediğine dair yadsınamaz deliller kamuoyuna açıklandı” diye ifade etti.
Sessizliği seçiyorlar
Mansouran, OPCW’nin BM ile işbirliği içinde olan ve BM tarafından onaylanan bağımsız bir örgüt olarak inceleme yapması halinde kullanılan kimyasalları kolaylıkla tespit edilebileceğine işaret ederek, “Bu aşamada OPCW’ya başvuru yapılması ve onların da görevlerinin gereği olarak bölgeye gidip soruşturma yürütmesi gerekiyor. Bölgeye gitmelerine bile gerek yok, yaşamını yitirenlerden birini Avrupa’ya veya Başûr’a nakletmek veya elbise, toprak, bomba kalıntılarını ve Avrupa veya Amerika’ya götürmek yeterlidir. Harekete geçmeleri durumunda bu insanlığa karşı işlenen suça maruz kalan kişilere yardım etmeleri çok kolaydır ancak sessiz kalmayı seçiyorlar” dedi.
İşlenen suçlara şahit olduk
Mansouran, Efrîn’e yönelik saldırılar sırasında Türkiye’ye ilişkin kimyasal iddialarının ortaya atıldığını ve kendisinin de bağımsız bir bilim insanı olarak Kuzey ve Doğu Suriye’ye giderek buradaki hastanelerde incelemeler yaptığını, burada kimyasal silah kullanımı tespit ettiklerini belirterek, “Ekim 2019’da Türkiye kendi adına savaştırdığı çetelerle birlikte Rojava’ya saldırdığında, Serekaniye ve Gire Spi ve çevre köyleri işgal ettiğinde oradaydım. Ben ve meslektaşlarım burada işlenen suçlara birinci elden şahit olduk. Burada birçok farklı yaralanmadan mustarip yüzlerce kişiyi tedavi ettik. Aralarında kimyasal yanıkları olanlar da vardı, SİHA’larla hedef alınmış olanlar da” ifadelerini kullandı.
Raporlar hazırladık
Rojava İnsan Hakları Savunucuları Girişimi olarak 19 sayfalık bir rapor hazırladıklarını, bu raporu Paris’te bir açıklamayla duyurduklarını ve raporun bilimsel çalışmalarının İsveç’teki laboratuvarlarda yapıldığını söyleyen Mansouran, elde edilen sonuçların Türkiye’nin Ekim 2019’da Serêkaniyê’ye yönelik işgal saldırılarında beyaz fosfor kullandığını ortaya koyduğunu söyledi.
Raporun amacına ve içeriğine yönelik ayrıntılar veren Mansouran şunları dile getirdi: “Amacımız Ekim 2019’da Serekaniye’yi hedef alan saldırılar sırasında Türk devleti ve desteklediği çetelerin bölgedeki sivillere ve savaşçılara yönelik işlediği suçları, hak ihlallerini ve yasaklı silahların kullanıldığını belgelemekti. Bu silahların kullanılması uluslararası anlaşmaların ihlali olmakla birlikte Güvenlik Konseyi’nin sivillere karşı bu silahların kullanılmasına ilişkin anlaşmalarının da ihlalidir. Kanıtlar, videolar, fotoğraflar, belgeler ve diğer deliller, Türkiye’nin Serekaniye ve Girê Spi bölgelerindeki kasaba ve köylerde bu yasak silahları kullandığını gösteriyor. Rapor Türkiye saldırılarında öldürülen ve yaralanan yurttaşların isimleri ve yaralanma şekillerini de içermektedir. Bunların yanı sıra 2019 yılında dünya çapında belgelenen ve gösterilen The Times of London dahil, uluslararası medya haberleri de rapor içeriğinde yer almaktadır.”
Türkiye Kimyasal üretebiliyor
Türkiye’nin 90’lı yıllardan beridir zehirli gazlar ve yasaklı bombaları gerekli gördüğü her yerde ve anda kullandığını ifade eden Mansouran, “Sivillerin yaşadığı bir kentin fosfor bombalarıyla bombalanması, Roma Sözleşmesi’ne göre savaş suçu ve insanlık suçudur. Türkiye bu gazı 2019’da Serekaniye ve Gri Spi kentlerinde ve kırsalında kullandı. Sivil hedeflere karşı yangın çıkarıcı silahların konuşlandırılması Cenevre ve Kimyasal Silahlar Sözleşmeleri ile yasaklanmıştır. Uluslararası hukuka göre, yakıcı bir silahtır ve OPCW’ya göre de yasaktır. Edinilen bilgiye göre Türkiye hükümeti beyaz fosfor bombaları, diğer yasaklı bomba ve zehirli gazları yapacak teknolojiye sahip. Tabii ki NATO üyesi bir ülke olarak diğer üye ülkelerin pazarını ve lojistik desteğini de kullanıyor” diye belirtti.
OPCW bizimle görüşmeden kaçındı
Yakıcı bir madde olan fosforun sivillere karşı kullanılması durumunda kimyasal silah olarak kabul edildiğini ve bunun OPCW için de böyle olduğunun altını çizen Mansouran, “Elinde teyit edilmiş ve doğrulanmış belgeler olan bir sağlık ekibi olarak bizler, Ocak 2020’de OPCW’ya inceleme başvurusunda bulunduk. İlk etapta görüşme talebimizi kabul ettiler ancak sonrasında bizimle görüşmediler. Böyle bir suçun karşısında sessiz kalmak, hakikati reddetmek ve suçlulara yardım etmektir” diye ifade etti.
Direnmek meşrudur
Bütün bu sessizliğin, BM, OPCW ve üye devletlerin adım atmamasının sonucu olduğunu vurgulayan Mansouran, Kürt sorununun saldırılarla çözülemeyeceğini de ifade ederek, “Kürtler DAİŞ’e karşı savaşıp, onu yenerek, batıyı ve dünyayı insanlar için daha güvenli bir hale getirdiler. Ortadoğu, Avrupa ve ABD halkları yaşamlarını DAİŞ ile savaşta feda etmiş bu halka borçludur. Bu direniş karşısında soykırım çözüm değildir” diye ifade ederek özellikle dünya halklarının buna karşı durması gerektiğini belirtti.
ANKARA