Türkiye krizler ülkesi. 1946’dan bu yana 3-5 yılda bir onlarca ekonomik kriz oldu. Sorun yapısal olduğu için her kriz geçici tedbirlerle aşılmaya çalışıldı. Biri diğerine ortam hazırladı. Bu nedenle öncekilerde olduğu gibi bu krizin olacağı önceden belliydi. 2013’de başlayan süreçte gelişen bir kriz durumu vardı. 2017 yılı boyunca da ekonomistler tarafından öngörülmüştü. Gerekli uyarılar yapılmış olmasına rağmen, günü kurtarmaya çalışan iktidar kulak asmamıştı.
Dolayısıyla bu döviz krizi, rahip Andrew Brunson, Fethullah Gülen, Reza Zarrab davaları ve ABD’nin Türkiye’ye açtığı ekonomik “savaş” nedeniyle çıkmış değil. Bunlar iktidarın iflas eden ekonomi politikalarını gizlemeye yönelik söylemlerdir. Krizin gerçek nedeni, AKP’nin 16 yıldan beri uyguladığı neoliberal politikalar ve tabi ki bu politikaların iflasıdır. Neoliberal politikalar, devletin ekonomideki rolünün azaltması, tekellere tam bir özgürlük verilmesi, sendikaların dizginlenmesi, sosyal güvenlik haklarının budanması, pazarın sosyal ve siyasal değişimleri yapma serbestisine kavuşturulması; kısacası, ekonomik sorunlar yanında sosyal, politik ve kültürel sorunları da içine alan kategoriler ve konseptlerdir.
Neoliberal uygulamalar, otoriter ve totaliter siyasal sistemleri gerektirdiği için sınırları egemenlerin çıkarları tarafından belirlenmiş olsa da genel olarak demokrasiyi ayak bağı olarak görerek Türkiye’de siyasetin temel doğasını da değiştirmiştir. Bu bağlamda 12 Eylül 1980 askeri diktatörlüğü ile başlayan, Özal, Ecevit ve Erdoğan dönemlerinde devam eden neoliberalizm politikaları, bu sürecin gerektirdiği bir rejim değişikliği, yani başkanlık rejimine geçişle yeni bir dönem başlatmıştır.
ABD’nin küresel düzeyde yeniden yapılanma projesi olan neoliberal saldırıların asıl amacı, yeni bir dünya düzeni kurmak veya mevcut düzeni kendi lehine olacak şekilde yeniden düzenlemekti. ABD bir yandan Rusya ve Çin ile küresel güç yarışını körüklerken bir yandan da ulusal, sınıfsal, cinsel, etnik, kültürel ve dinsel çelişkilerin olduğu bölgelerde yeni çatışmalar yarattı. Ortadoğu’nun yüzyıllık paylaşımının bir devamı olan yeniden paylaşımı ve bundan kaynaklanan bölgesel sorunlar doğal olarak Türkiye’nin politikalarını da etkiledi. Türkiye bölgesel bir güç olarak ABD’nin ve NATO’nun jandarmalığını, Kuzey Afrika’dan orta Asya’ya kadar yeniden yapılanmayı hedefleyen Büyük Ortadoğu Projesi’nin eş başkanlığını üstelenirken, emperyal çıkarları doğrultusunda ekonomik ve siyasal manevralar yapmayı da ihmal etmedi.
Osmanlının etnik, kültürel ve dinsel ayak izlerini takip ederek bölgede Sünni-Hanefi İslam’ın liderliğine soyunarak Mısırda Müslüman Kardeşleri, Filistin’de Hamas’ı, Suriye’de El Nusra’yı ve diğer radikal İslami grupların koruyuculuğunu yapmaya başladı. Bu süreçte Ortadoğu’nun en temel sorunu ve dinamik gücü olan Kürtleri dışlayarak devletin “beka sorunu” haline getirdiği çözümsüzlük politikalarında ısrarını sürdürdü. Suriye, İran ve Kürdistan politikalarında ABD ile ters düşen Türkiye, Rusya ve İran ile kurduğu bölgesel işbirliği politikalarını sürdürürken aynı zamanda iki ülkeyle ciddi ekonomik ilişkiler kurdu. ABD’nin İran ve Rusya’ya karşı uygulamaya başladığı yaptırımlara ve ayrıca ABD-PYD ilişkilerine karşı çıktığı için Türkiye bir anda Trump’ın boy hedefi haline geldi. Suriye politikaları ve savaşın hazineye yükü ekonomiyi sarstı ve savaş ekonomisi cari açıkları yükseltti.
OHAL uygulamaları, kayyum atamaları, sermaye el konulması gibi siyasal baskı politikalarının yarattığı güvensizlik yabancı sermayenin çekilmesine neden oldu. Yerli tekelci sermaye de servetini yurtdışına çıkarmaya başladı. Kredi muslukları kesildikçe biriken dış borçlar döndürülemez hale geldi. Yol, köprü ve tünellere verilen dolar cinsinden devletin ödeme garantileri bütçeyi zorladı. Piyasası doygunluk gösteren inşaat sektörü çöktü ve şirket iflasları başladı. Sonuçta Türk lirası, ABD doları karşısında rekor düzeyde değer kaybedince, tüm sektörleri etkileyen bir ekonomik kriz durumu ortaya çıktı.
Bu vesileyle ekonomik, siyasal ve toplumsal etkileri bakımından Türkiye’deki krizlerin genel özellikleri konusunda bazı olgulardan söz edebiliriz: 1-Kapitalist emperyalist sisteme bağlı ve onun geri bir uzantısı olan Türkiye sistemin krizlerini bir sismograf gibi kendine çekmekte ve her konjonktürde krizler yaşamaktadır. 2-Her kriz döneminde uygulanan “istikrar programları” krizlerin temel nedenlerini ortadan kaldırmamakta ve geçi önlem paketleri yeni krizlere ortam hazırlamaktadır. 3-Her krizin yükü işçi ve emekçilere yıkılmakta ve krizlerden Türk oligarşisi nemalanarak çıkmaktadır.