Hicri İzgören
Nâzım Hikmet 120. doğum yıldönümü vesilesiyle çeşitli etkinliklerle anılıyor. Etkinlikler ocak ayı boyunca devam edecek. Bu vesileyle halkların yüreğinde yer etmiş bir şair olarak Nâzım Hikmet’in Kürt sorununa bakış açısını bir kez daha konu etmek istedim.
Bilenler bilir. Nâzım Hikmet’le Kürt aydın ve dil bilimcisi Kamuran Bedirxan’ın uzun yıllara dayalı dostlukları olmuştur. Bu dostluk İstanbul’da başlamış, Bedirxan’ın Sorbon Üniversitesi’nde Ortadoğu dilleri üzerine öğretim görevlisi olarak çalıştığı yıllarda da devam etmiş ve Nâzım’ın öldüğü 1963 yılına kadar sürmüştür.
Kaynaklara göre 1983 yılında Paris Kürt Enstitüsü’nün yayın organı olan “Hêvî” dergisi, enstitüye bağışlanan Kamuran Bedirxan’ın arşivinde bulunan, Nâzım Hikmet tarafından Kamuran Bedirxan’a yazılmış 1961 tarihli bir mektubu orijinaliyle birlikte yayınladı. Bu mektupta Nâzım Hikmet’in Kürt sorununa ilişkin genel yaklaşımını bulmak mümkündür.
Nâzım bu mektubunda Kürt sorununu tüm yakıcılığıyla, tarihsel ve kültürel boyutlarıyla birlikte ortaya koymakta, verdikleri mücadeleyi “can ve gönülden” desteklemektedir.
Fazlaca da yorum gerektirmeyen bu mektup şöyle:
***
“Kökleri yüzyılların derinliklerine dalan, tarihiyle, kültürüyle, Kürt milletinin önemli bir çoğunluğu Anadolu’nun bir parçasında yaşar. Anadolu’nun öbür parçalarında yaşayan Türk milletini Kürt milleti kardeşi sayar. Her iki millet, bütün imparatorluklar gibi, halkların zindanı olan Osmanlı İmparatorluğu’nda, Türk ve Kürt derebeylerinin, Osmanlı İmparatorluk idaresinin ağır zincirlerine vurulmuşlardır.
Osmanlı İmparatorluğu yıkıldıktan sonra ise her iki millet emperyalizme karşı tek bir cephe kurup çarpışmışlardır. Anadolu milli kurtuluş hareketi yalnız Türkler için değil, Kürtler için de tarihlerinin en şerefli sayfalarından biridir. O dövüş yıllarının sonradan Türk idarecilerince yasak edilen en unutulmaz türkülerinden biri, ‘Vurun Kürt uşağı namus günüdür’ diye başlar.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan sonra, Türk idarecileri ve egemen çevreleri, Kürt hareketinin tamamıyla vaat ettikleri millet ve insan haklarını tanımadı. Hatta işi Kürt milletinin millet olarak varlığını bile inkâra kadar götürdü.
Bu dönem, Türk idarecilerinin ve egemen sınıflarının emperyalizmle uzlaşmaya başlaması dönemidir. Bu inkârla, bu uzlaşmamanın aynı dönemde baş göstermesi sadece bir rastlaşma değildir.
Bugün Türkiye Cumhuriyeti’ni Orta ve Yakın Doğu’da emperyalizmin kalelerinden biri haline getiren Türk politikacıları Kürt milletinin milli varlığını inkârda ısrar ediyor ve Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde öteki azınlıklarına tanıdığı hakları bile Kürt milletine tanımıyor.
Türk ve Kürt halklarının Türkiye Cumhuriyeti’nin sınırları içinde dış ve iç politikada aynı emellere hasret çekmeleri bugünkü Türk idarecilerini korkutuyor. Her iki millet kardeş milli kültürlerini, milli ekonomilerini geliştirmek, toprağa, tarım araçlarına, hürriyete, demokratik haklara kavuşmak istiyor. Türk ve Kürt halkları Türkiye Cumhuriyeti’nin tarafsız bir politika gütmesini, emperyalizmin üssü olmaktan kurtulmasını özlüyor.
Gerçek Türk yurtseverleri Kürt kardeşlerinin Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde milli haklarına kavuşmak için yaptığı kavgayı can ve gönülden nasıl destekliyorsa, gerçek Kürt yurtseverleri de Türk halkının demokrasi ve milli bağımsızlık için yaptığı kavgayı öylece destekliyor. (Nâzım Hikmet – 1961)
***
Evet… Bugün için bu görüşler içeriği itibariyle sınırlı gibi görülebilir. Ancak yazıldığı tarih itibariyle Kürt halkının ulusal varlığının ve haklarının inkar edilmesine tavır almış olması, prensip olarak özgür ve eşit haklara vurgu yapılmış olması oldukça önemlidir.
“Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine” diyen Nâzım’ı 120. doğum yıl dönümünde kavgası, hasreti ve sevdasıyla, saygıyla anıyoruz.