Tarihin sayfaları çevrilerek okunmamalı, sayfalara kuşku ile bakıp hayatla karşılaştırarak okumak gerekir. Genelde resmi tarihlerden öğreniriz geçmişte olup bitenleri çünkü eğitim görürüz. Eğitiliriz yani. Bu eğitilme hali bazı taraflarımızı körleştirir. Öyle ki resmi tarihin dışına çıkıp bu yazılanlara itiraz edenlerin yazdıklarına baktığımızda da yine eksiklikler görürüz. Örneğin kaç milyon Yahudinin Naziler tarafından katledildiğini biliriz, Srebrenista Katliamı’nda da öyle. Yazılmış, hesaplanmış bir istatistik çıkar ortaya. Peki Nazi kampında kaç bin Çingene ya da LGBTİ katledildi? Asker kaçaklarının ne kadarı infaz edildi? Son sözleri neydi? Bilemeyiz bunları. Tarihin sırları gibi kalmıştır. Sadece bu kesimlerin de katledildiğini daha sonra öğreniriz.
Sonra kendi mücadeleleri ile tarihi değiştirme iddiaları olanların yazdığı bir tarih var. Onda da eğitiliriz. Orada da istatistikler var. Türkiye’de mesela 12 Eylül 1980 Darbesi’nde ne kadar sol görüşlünün katledildiğini, hapsedildiğini, sürgüne gitmek zorunda kaldığını biliriz. Genelde erkek olanları biliriz. 12 Mart 1972 Darbesi’nde de öyle. Erkekçe yazılmış bir tarih ile karşılaşırız. Sonra kadınların yükselen mücadelesiyle tarihi bir de onlardan duyarız. Kadın hareketi büyüdükçe gerçekleşenleri kendi mücadelelerinden anlatırlar. Haklı bir anlatım, yeniden bir tarih okuması. Peki kaç LGBTİ askeri darbe döneminde katledildi, hapsedildi, yoksulluğa mahkum edildi? İşte bunu halen bilemeyiz ama her hareketin jargonunu oluşturarak tarihini yazdığını biliriz. LGBTİ hareketi de öyle oluşturup yeniden tarihi dürtüyor.
Cem Kalender’in Mazarin Mavisi adlı romanı Doğan Kitap tarafından yayımlandı. Çıkar çıkmaz da hak ettiği ilgiyi gördü. Roman 1980 sonlarında LGBTİ bireylerin yaşadıklarını, dönüşümünü ve uğradıkları haksızlıkları anlatıyor. Hakkını vermek gerekir ki Kalender, hareketin jargonunu iyi kavramış ve romanın diline çok iyi işlemiş.
Kitabı İstanbul Beyoğlu’nun meşhur Küçük Bayram Sokağı’nda bir mücadele romanı olarak özetlemek biraz eksik kalacaktır ama yine de mekan olarak bu sokak, hareket için önemli bir ayrıntı. Bu arada, romana ismini veren Mazarin Mavisi, Türkiye’nin sadece bir bölgesinde yaşayan bir kelebek türü. Bu yer de Edirne, Sarıgöl’dür. Üç bölümden oluşan romanda yazar, bir geçmişten başlayarak yani meşhur sokaktan başlayarak geriye dönüşlerle büyük bir dönüşümün hikayesine alır okuru. Merak ve kuşku yan yana giderken aynı zamanda bilgilendirmeler de hareketin jargonuyla kendini duyurur. Küçük Bayram’da Abanoz Sokak yad edilir. Yani bir eski yaşantı ve hayat mücadelesine. Kapanan bir dönemden bir başka döneme geçiş ve zorluklar.
Mazarin Mavisi için bir dönüşüm romanı denilirse yerindedir. Romandaki kahraman her bir metamorfozda başka anlatılara, farklı yaşantılara tanık kılıyor okuru. Yazarın kimi yerde naif, kimi yerlerde ise sert anlatımı merak ve kuşkuyu sendeletmeden sürüklüyor.
Tuna karakteri ile başlayan romanda yazar bizi serüvenlerden cinsel yönelimin arkasında durmanın acı ve zor mücadelesine edebi bir dille götürüyor. Romanda eleştirdiğim konu ise şu olacak. LGBTİ hareketinin neredeyse varoluşsal şerhi olan cinsel yönelimin asla bir tercih olmadığı husudur. Ki bu fobileri üreten bir mekanizmayı yeniden üretiyor. Muhtemelen yazarın yoğun mesaisinden gözden kaçması ve editöryal eksikliğin etkisiyle bazı yerlerde bu tabir kullanılmış. Diğeri ise romanda belirleyici olan Metin karakterinin “örgütlenelim” çağrısı. Nitekim o dönem LGBTİ hareketi belirli bir örgütlenmeyi sağlamış hatta 27 Nisan 1987 yılında Gezi Parkı’nda açlık grevine girecek kadar bir kademe elde etmiştir. Öyle ki Can Yücel’den Tomris Uyar’a, Barış Pirhasan’dan Türkan Şoray’a kadar kimi tanınan simalar eylemi desteklemiştir. Bu yüzden bu bağlam eleştiri konusu olabilir. Tabi ki yazarın niyetinden ve düşünce dünyasından tutalım da bu konuyu eşelemesine kadar, sinematografik anlatıyla okuru sürüklemesini ihmal etmeden.
Bence Cem Kalender kıymetli bir roman yazmış. Pek rastlayamayacağımız ve bizim asla bir eğitim adı altında dersini göremeyeceğimiz 80 sonrası LGBTİ bireylerin yaşadıklarını gerçek bir hayat hikayesinden yola çıkarak yazmış. Sadece bu da değil, Kalender, romanın geçtiği dönemin toplumsal dönüşümünü de yerinde ve sahih bir zenginlikte, samimi bir dille anlatmayı başarmış ve okuyanda merak duygusunu kamçılıyor. Romanda ana karakter olan Tuna’nın orta sınıf olarak yaşadığı dünyada aynı evi paylaştığı konsomatrislerin, seks işçilerinin neler yaşadığına, nelere maruz kaldığına tanık olurken, yazarın kabiliyetiyle bunu derinden hissederiz.
Sansaryan Han’ı, genelde sol cenahı derinden yaralayan ve irkilten ama aynı zamanda direnişi yazan bir mekan olarak biliriz. Deyim yerindeyse abilerimizden öyle biliriz. Ama hayır, Sansaryan Han bir başka ötekiyi de ağırlamış, orası bir başka kesimin kabusu olmuştur. Polis karakolları da hakeza öyle. Bir de işin bir başka yönü de zührevi hastalıklar hastaneleri, ırkçılığın beraberinde taşıdığı cinsiyetçi saldırılar. Romanda bu tür yerlere girip çıkarız.
Tuna karakterinin yanında anlatılan diğer karakterler bize Beyoğlu’nun eski ama halen yaşayanların öğrenme, örgütlenme yerlerinin de bir haritasını gösteriyor. Çünkü mekan belirleyici bir kıstastır. Diğer yandan ise romanda geldiğimiz son bölümde yani Kocamustafapaşa’ya kadar, yazarın son satırlarına dek okuru kısa ipuçları verip sürüklemesi ve sürpriz yapması kitabın ilk sayfalarını yeniden hatırlamaya götürüyor. Belki kitabı yeni baştan okutur da.
Yazarın okuduğum ilk kitabı bu ve diğer kitaplarını heyecanla okumak istiyorum. Cem Kalender 2017’de KHK ile öğretmenlikten uzaklaştırılmış bir yazar ve aynı zamanda ilk romanıyla Ahmet Hamdi Tanpınar Edebiyat Ödülü’nü almış. Kalender’in ‘Zamanın Unutkan Koynunda’, ‘Kayıp Gergedanlar’ ve ‘Kasımpaşalı Oedipus’ kitapları bulunmakta. Özellikle LGBTİ hareketinin tekrardan hedef gösterildiği şu günlerde, bu romanı okumanın ayrıca bir tavrı da var. Resmi tarih ve erkek tarihten bıkanlar için iyi bir roman önerisi.