Sekizinci yılında tarihi Dolmabahçe Mutabakatı’nı değerlendiren HDP Eş Genel Başkan Yardımcısı Tayip Temel: Dolmabahçe süreci, tarihi çözüm sürecinin birinci aşaması olarak kurgulanmıştı ve o aşama tamamlandıktan sonra her şey ters gitmeye başladı. Devlet yeni bir karar ve tercihe yöneldi… 8 yıldır yaşadıklarımız, bu karar ve tercihin sonuçlarıdır
Hüseyin Kalkan
Dolmabahçe Mutabakatı, PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın 1993 yılında başlattığı barış çizgisinin doğal bir devamıydı. Uzatılan barış eli her seferinde devlet tarafından saldırılarla karşılandı. Ancak Öcalan ısrarla bu çizgisini sürdürdü. 2013’te başlayan süreç bu ısrarın bir ürünüydü. Bu süreci yakından izleyen HDP Eş Genel Başkan Yardımcısı Tayip Temel, dönemi analiz ederken bir tufan aralığından geçilerek o günlere geldiğini söylüyor. Temel, sürece dair analizini şöyle sürdürüyor: “Deyim yerindeyse bir ‘tufan aralığı’ndan geçilerek gelindi Dolmabahçe sürecine. Kısaca hatırlamak gerekirse 2011-2012’de sert çatışma süreçleri yaşandı. Devam eden tecride karşı cezaevinde açlık grevleri başladı ve 68 gün sürdü. 3 Ocak 2013’te Sayın Öcalan ile ilk temas gerçekleşti ve bir hafta geçmeden Paris Katliamı gerçekleşti. 21 Mart 2013’te tarihi Newroz Manifestosu deklare edilip ‘silah değil siyaset’ denilerek yeni bir dönem muştulandı. Bu manifestoyu takiben Akil İnsanlar Heyeti kuruldu ve KCK güçlerini geri çekme kararı aldı. Bu geri çekilmeye karşılık verilmeyince eylül ayında durduruldu.”
‘Her savaşın bir barışı vardır’
Temel, 2014 Newrozu’nun bir başka dönüm noktası olduğuna işaret ederek şunları ekliyor: “2014 Newrozu’nda Öcalan tarafından her savaşın mutlaka bir barışı vardır denilerek bir kararlılık ortaya kondu. Hükümetin bir kanadı Çözüm Süreci kurulu oluşturacağız derken Erdoğan PYD’yi terörist olarak nitelendirmeye başladı ve ardından da o meşhur ‘Şu an Kobanê düştü düşüyor’ sözleri geldi. Çok sonradan öğrendik ki 6-8 halk isyanının hemen ardından Türkiye tarihinin en uzun süren MGK toplantısında ‘Çökertme Planı’ kabul edilmiş. Bu plan yapılırken çözüm sürecinin devam ettiğini, heyetlerin gidip geldiğini unutmayalım. 2015, çözüm olanaklarına en fazla yaklaşılan yıl oldu. 2013’te başlayan görüşme trafiği nihayet en üst noktaya vardı ve mutabakat metni ortaya çıktı. Bir yanda hükümet yetkilileri bir yanda da İmralı Heyeti üyeleri 28 Şubat 2015 günü Dolmabahçe’deki Başbakanlık Ofisi’nde mutabakatı kamuoyuna duyurdu.”
Mekan ve zamanın buluşması
Tayip Temel’in altını çizdiği bu tarihi buluşma Türkiye’de bir bahar havası estirdi. O güne kadar geçen birkaç yıl, iktidarın planlarına rağmen Türkiye’nin neşesini yeniden kazanmaya başladığı yıllar oldu. Bu tarihi momentle ilgili Tayip Temel, şunları belirtiyor: “Belki burada dikkat çekilecek iki nokta şu olabilir. Birincisi zaman ve mekan açısından önemli mesajlar vardı. Türkiye’nin tarihini darbeler tarihi olarak da ifade eden Öcalan, 28 Şubat üzerinden darbe karşıtı konumlanışını, bu tarihin bu diyalog ile demokrasiye evrilmesi gerektiğini ifade ediyordu. Yine Dolmabahçe Sarayı’nın seçilmesi, öncelikle Kurtuluş Savaşı sonrası Cumhuriyet’in ilk kuruluş aşamasına geri dönüşü simgeliyordu. Bu tarih ve yer toplamında da Kürt sorununa demokratik çözümü hatırlatıyordu. İkincisi ise mutabakat deklare edilmeden bir gün önce yani 27 Şubat’ta İmralı’da yapılan görüşmede ifade edilenlerdir. Öcalan şu tarihi uyarıyı yapıyor: ‘Bu sürecin gelişmesi için çabalıyoruz. Çözüm olmazsa binlerce insan ölecek. Ben bunu kavradım ve gereğini yapıyorum.’
Erdoğan, Dolmabahçe Mutabakatı’nın açıklandığı gün, ‘Bu hasretle beklediğimiz bir çağrıdır’ demişti. O gün Ankara gençlik buluşmasında konuşan Başbakan Davutoğlu da silah dilinin sona ererek demokratik yaşama geçileceğini dile getirmişti.
Özetle, Dolmabahçe süreci, tarihi çözüm sürecinin birinci aşaması olarak kurgulanmıştı ve o aşama tamamlandıktan sonra her şey ters gitmeye başladı. Devlet yeni bir karar ve tercihe yöneldi… 8 yıldır yaşadıklarımız, bu karar ve tercihin sonuçlarıdır diyebilirim.”
Sayın Öcalan bu sürecin mimari ve baş müzakerecisidir. Üzerine düşenleri tüm provokasyon ve zorluklara rağmen yerine getirmiştir. Bir hücreden bir ülkenin, bir halkın kaderini değiştirecek yol-yöntemleri belirlemiş, araç-gereçlerini ortaya koymuştur
Öcalan baş müzakerecidir
PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın süreçteki rolüne dair sorumuzu, Tayip Temel, “Sayın Öcalan bu sürecin mimari ve baş müzakerecisidir. Üzerine düşenleri tüm provokasyon ve zorluklara rağmen yerine getirmiştir” diyerek yanıtlamaya başlıyor ve şunları ekliyor: “Bu mutabakatın tarihi önemi yadsınamaz. Gerçekten geride kalan kırk yıllık sürecin en üst temas halidir. Barış görüşmelerinin olduğu, müzakere dinamiklerinin tartışıldığı ve en önemlisi de çatışmasızlığın hayat bulduğu bir dönemdir. Daha çarpıcı bir veri ifade edeyim, Türkiye’de kişi başına milli gelirin en yüksek olduğu yıllar oldu. Bu mutabakat metni, çözüm sürecinin tek resmi belgesidir. Yazılı olması, kayıt altına alınması açısından hayatidir. Sayın Öcalan bu sürecin mimarı ve baş müzakerecisidir. Üzerine düşenleri tüm provokasyon ve zorluklara rağmen yerine getirmiştir. Tecrit koşullarını bir kenara bırakarak bir hücreden bir ülkenin, bir halkın kaderini değiştirecek yol-yöntemleri belirlemiş, bununla da kalmayıp araç-gereçlerini ortaya koymuştur. Yaptığı uyarılar dikkate alınsa bugün bambaşka şeyler konuşuyor olabilirdik.”
Mutabakat metninin yayınlanması toplumda büyük bir sahiplenme gördü. Ama bir ay geçmeden reddedildi. Çünkü kendi ifadesiyle B, C planları vardı. AKP kendi geleceğini barışta değil, savaş ve kaosta gördü. O yüzden barış yerine savaşı tercih etti
Dolmabahçe’ye geri döneceğiz
Tayip Temel, bütün olumsuz koşullar ve gelişmelere rağmen iyimser. Tekrar Dolmabahçe Mutabakatı’na ve Newroz deklarasyonuna geri dönüleceğini söylüyor. Bu kuvvetli vurgu, belki de her iki metnin çözüme ve barışa zemin olacak şimdiye kadar ortaya konulmuş en kuvvetli belgeler olmasından kaynaklanıyor. Temel, Erdoğan’n Dolmabahçe Mutabakatı’na yaklaşımını ve nedenlerini şöyle irdeliyor: “Mutabakat metninin yayınlanması toplumda büyük bir sahiplenme gördü. Çünkü ahlaki, umutvar ve son derece çözüme dayalı bir metin, girişimdi. Bir ay geçmeden reddedildi. Çünkü kendi ifadesiyle B, C planları vardı. Daha net ifade edersek AKP kendi geleceğini barışta değil, savaş ve kaosta gördü. O yüzden barış yerine savaşı tercih etti. Toplumdan kopukluğun, dar bürokratik-oligarşik aklın tezahürü gerçekleşti. ‘Doğru bulmuyorum, haberim yoktu’ dediği bu mutabakatta oturma düzeninden dahi haberdardı. Düşünün kırk yıllık bir tartışmanın tarafı olarak yıllardır çözüm süreci yürütülüyor, bir karar alınıyor ve bundan haberim yok diyor. Bu ciddiyetsizliği tartışmayı zul sayarız. 21 Mart 2015 Newroz’unda bile hayati açıklamalar ve çağrılar var. PKK’ye çağrılar var mesela. Fakat ne oldu? Çok değil bir gün sonra 22 Mart 2015 tarihinde, Erdoğan, Ukrayna dönüşü uçakta gazetecilere açıklamalarda bulunarak ‘İzleme heyetine karşıyım… Bir metin okunmadı, iki metin okundu. Onların okuduğu metin ile Yalçın Akdoğan Bey’in okuduğu metin birbirinden tamamen ayrı. Ben oradaki toplantıyı da doğru bulmuyorum’ açıklaması yaptı.”
Bugün gelinen aşamada bazı rasyonellikler daha nettir. Devlet aklı bu küresel gerçekleri okuyarak adım atmalı. Sayın Abdullah Öcalan üzerindeki mutlak tecrit son bulmalı. İmralı’nın kapıları açılmalı, Newroz manifestosu ve Dolmabahçe’ye geri dönülmelidir
Demokratik müzakere ve inkar
7 Haziran 2015 seçimleri denilebilinir ki herkes için bir dönüm noktası oldu. Erdoğan, seçimi kaybetti ama bu sonucu boşa çıkarmak için ülkeyi yine bir çatışmalı sürece sürükledi. Tayip Temel, bu sürece dair şunları söylüyor: “Nisan ayında İmralı ile görüşmeler kesildi. Ardından gelen 7 Haziran seçimleri bir kırılma eşiği de sayılabilir. 7 Haziran seçimlerinde AKP’nin tek başına iktidardan düşmesi, DAİŞ tetikçiliğinde Diyarbakır, Suruç ve Ankara’da bombalı saldırıların yapılması yeni bir çatışma sürecine de kapı araladı. Sonrasını biliyoruz. İktidar, Türkiye halklarını yeni bir çatışma sürecine, darbeye ve OHAL’e geri götürdü. Kürt sorununa dair demokratik bir çözümü istemediğini ve savaştan beslenen, çözümsüzlükte ısrar eden aklı önemsediğini açıkça ilan etti. Erdoğan ‘Önümüzdeki dönem konuşma, tartışma dönemi değil, açık söylüyorum sonuç alma dönemidir. Bize bu ülkeyi dar edenlere bu ülkeyi dar edeceğiz’ sözleri ile demokratik müzakereye dayalı değerleri inkar etti. Demokrasi, eşitlik, özgürlük taleplerini değil tank paletleri ve apoletlerle ezmeye çalışanların sesine kulak verdi. Bu sürece bulduğu kılıf da 22 Temmuz’da Urfa’nın Ceylanpınar ilçesinde 2 polisin şüpheli ölümü oldu. ‘Çözüm sürecini bitiren olay’ olarak değerlendirilen olayın bir komplo olduğu, polislerin öldüğü evde başka polislerin parmak izinin bulunduğu daha sonra ortaya çıktı. Tutuklananlar beraat etti. Şu an bu konuya dair tek söz kurulmuyor! Bu konuya dair araştırma önergelerimiz reddedildi. Hani derler ya ‘Savaşın ilk kurbanı gerçeklerdir’ diye, Dolmabahçe süreci ve ardından gelen inkar ve inkarı takip eden imha süreci tüm gerçekleri kurban etmeye dönüktü. Biz HDP olarak eninde sonunda bu ülke, bu toplum, devlet ve parlamento Dolmabahçe Mutabakatı’nın içeriğine geri dönecek, dönmeli diyoruz. Bugün gelinen aşamada bazı rasyonellikler daha nettir. Devlet bunu görmeli, devlet aklı bu küresel gerçekleri okuyarak adım atmalı. Sayın Abdullah Öcalan üzerindeki mutlak tecrit son bulmalı. Çözüme dayalı yaklaşımları geliştirmek isteniyorsa İmralı’nın kapıları açılmalı, Newroz manifestosu ve Dolmabahçe’ye geri dönülmelidir.”
İnkar retoriğine bir cevaptır
Mutabakat metni halk tarafından, aydınlar tarafından, kadın ve gençlik tarafından bir barış anayasası olarak coşku ile karşılandı. Tayip Temel, bu mutabakat metninin Kürt sorununa dair yakın dönemde kazanılmış en önemli belge olduğunu söylüyor. Temel mutabakata dair şu noktaların altını çiziyor: “Bu mutabakat metni, Kürt sorununa ilişkin yakın dönem açısından kazanılmış en önemli belgedir. İmha ve inkar retoriğine bir cevaptır. Çözüm sürecinin henüz devam ettiği süreçte imzalanan 10 maddelik mutabakat; silah yerine siyaset, eşit yurttaşlık hakkı, yasakçı yasaların iptali ve değişimi, bölgesel ekonomik kalkınma, infaz yasasının düzenlenmesi, kadın, kültür ve ekolojik kıyımına son verilmesi, kimlik ve anadil hakkı ile tüm sürecin sonunda anayasal düzenlemeyi öngörüyordu. Yani özü itibariyle demokratik bir siyasetin varlığını ve bunun toplumla bağını açığa çıkarıyordu. Diğer bir önemi bence şudur: Müzakere kültürünün önemini gösterdi. Çünkü müzakere kimin gerçekten savaştan kimin barıştan yana olduğunu gösterir. Müzakerenin bir niteliği devletin demokratikleştirilmesi, diğer niteliği toplumun demokratikleştirilmesidir. Kimin demokrasiden, kimin kaostan beslendiğini açığa çıkarır. Ki öyle de oldu…”