Bu defa işler biraz daha ciddi, tamam. Bana sorarsanız, ‘dış mihrak’, ‘komplo’iddiaları da bu kez biraz daha haklı gibi. Evet, büyük borç yüküyle yürüyen, çarpık gelişmiş Türkiye kapitalizmi (ve dahi küresel kapitalizmin bizzat kendisi) inişler çıkışlar, krizlerle birlikte var oluyor ve sık sık somunların dağılıp motorların su kaynatması onun doğasında var. Ama öte yandan, AKP ekonomisini en büyük zaafı olan muazzam borç yükünden yakalayıp “burun sürtme” operasyonu yapıldığı da başka bir gerçek.
Emperyalizm, anti-emperyalizm gibi tartışmaların bununla ilgisi yok. Sadece ‘ecnebi’lere karşı inşa edilen bir anti-emperyalizm kavramı, çok uzak geçmişte kaldı; emperyalist sistemin girdiği ülkeleri kapitalistleştirerek kendini orada “içselleştirdiği” gerçeği de yeni bir tespit değil. Bu, mutlak bir efendi-uşak ilişkisini de gerektirmiyor ve bazen bir “ruh ikizliği” olarak, aynı sistemi uyguluyor olmakla yürüyebiliyor. Örnek olsun, bugün IMF ve Dünya Bankası’na atıp tutanlar, “mezarda emeklilik” ya da “özelleştirme” uygulamalarını uzay boşluğunda mı keşfettiler?
Problem şurada ki, 90’lardan sonra ortaya çıkan karışık dünya manzarasında, özellikle de kritik bölgelerde yerel despotlar, zaman zaman sistemin efendilerinden bağımsızmış gibi davranma rahatlığına kavuştular. 1960’lardaki stabil dünya tablosu içerisinde, hem sistem içinde kalıp hem de “Eyyy…” diye lafa başlamak öyle herkesin harcı değildi; bunu yapanlar da zaten kendilerini sistemin dışına atmış oluyorlardı. Ancak zaman içerisinde ortaya daha karmaşık bir tablo çıktı ve yerellerdeki durum kısmen değişti. ‘Kısmen’ diyorum, çünkü bu konuda ilk izlenim genellikle aldatıcı. Yani öyle iki manav varmış da, şunu beğenmedim ötekine gideyim ya da hiçbirine gitmeyeyim evin arka bahçesine bostan ekeyim değil yaşadığımız. Manavın biri başından itibaren senin evinin mutfağına ve oturma odasına yerleşmişse, evinin tenceresi ondan ve onun yönlendirdiği diğer esnaftan aldığın borçlarla kaynıyorsa, hayat öyle ucuz artistlikleri kaldırmaz.
Bütün bu olanların siyasal sonuçlar yaratacağı beklentisine gelince, orası biraz şüpheli. Yeniden tekrar edebilirim; Gezi önemliydi,bizimdi, meşruydu ve bize yararlıydı. Ama örneğin 17-25 Aralık, bizim değildi, karanlıktı ve bize yararlı değil, zararlıydı. Dolar meselesi de öyledir ve buradan muhalefete kendiliğinden bir imkân doğmasını beklemek safdilliktir. Dahası, muhalefet, devreye krizin derinleştirici bir parçası olarak giremedikçe, mevcut tablodan yeni ‘mağduriyet’ hikâyelerinin doğmasını beklemek daha gerçekçidir. Sosyal medyada daha kaba tabirlerle ifade edilen, ‘millet aç kalınca Hanya’yı Konya’yı anlar’ tezi de çok çok şüphelidir. Bir kez daha yazmıştım, “siyasal olaylar üzerine bilgi” ile “siyasal bilinç” ayrı şeyler. Siyasal bilinç, pratikte kazanılan bir anlama ve değiştirme bilincidir; ‘siyasal bilgi’ise elinde televizyon kumandası olan herkesin elde edebildiği bir şeydir. Yani öyle ‘sıkışınca bilinçlenmek’, ‘ezilince isyan etmek’ diye bir şey yok gerçek hayatta. Gerçek hayatta en kötüden bir önceki istasyon hep vardır; kötünün kötüsü, daha kötüsü, dahac daha kötüsü diye sıralanan durumlar arasında, insanlar tutamak yerleri ararlar, bulurlar. Patlama noktası neresidir, bilmek zor.
Sen olmazsan olmuyor yani. Dolar Partisi diye bir parti yok. “Afferim la dolara,bizden iyi muhalefet yapıyo” lafları da artık çok sıkıcı bir espri…
***
Tam orada işte, belki şu iki rakama bakmak lazım. Birincisi, mevsimlik tarım işçileriyle ilgili. Resmi verilere göre,neredeyse tamamına Kürt olan mevsimlik tarım işçilerinin sayısı, aileleriyle birlikte 500 bini aşıyor
Yine hatırı sayılır bölümü Kürt olan bir başka büyük işçi havzası, iktidar politikalarının can damarını oluşturan inşaat sektöründe bulunuyor ve toplamı 2 milyona yaklaşan bu alandaki işçilerin de külliyetli bir bölümü, hükümetin büyük projelerinde 20-30 binlik büyük topluluklar halinde çalışıyorlar.
Her iki alanda toplamda 2.5 milyona yakın insan var,her iki alanda da oluk oluk kan akıyor ve bu alanlardan birincisinde örgütlenme sıfır, ikincisinde ise eh, sıfırın bir parçacık üstünde! Ve yine bu iki alanda çalışanlar arasında Kürt hareketinin dolaylı ya da dolaysız yollardan belli zeminleri var.
Niye söylüyorum bunları?
İki sebebi var. Birincisi, seçim, seçmen, sandık,vb. telaşlarının ötesinde bir şey bu. İkisi de ekonominin can damarını oluşturan bu alanları ciddiye almadan“ bu millet adam olmuyor kardeşim” gibi laflar ederek gözü döviz tahtasına dikmek tuhaf oluyor.
İkincisi, Kürt meselesi üzerine tartışmalar yürütürken, önce bir buralara baksak da ‘kimlik’ile ‘ sınıf’arasındaki ilişkileri sonra yeniden yorumlasak diyorum. 1976’larda, Antep’te hamallıkla filan mı başlamıştı bu iş, belleğim yanıltıyor mu beni yoksa?