Dünyanın neresine giderseniz gidin, hemen hemen bütün kentlerin batısının daha gelişmiş, doğusunun ise az gelişmiş olduğunu görürsünüz. Ülkeleri de genellikle aynı diziliş içinde görmekteyiz. Türkiye’de doğudan batıya doğru bakarsanız bu fotoğraf çok nettir. Ortadoğu’dan Avrupa’ya doğru uzanırsanız Türkiye’de görülen değişimi burada da çok net görebilirsiniz.
Bu durumun neden böyle olduğunu tabii ki hepimiz biliyoruz. Bütün zenginlikler doğudan batıya doğru göç eder ama bu göç asla kendiliğinden değildir. Söküp alırlar, çalar götürürler, öldürüp taşırlar. Bölgemiz açısından yüzyıllardır bu durum böyle gelmiş ve böyle gitmektedir. İleri ve geri kalmış olarak adlandırılan ülke farklılıklarının nedeni bu hırsızlıklar ve saldırganlıklar sonucunda oluşmuştur.
Avrupa’da örneğin Viyana, Roma, Paris vb. kentlerin hepsi ihtişamlı tarihi binalarla süslüdür ve bu ihtişam insanları etkilerken genellikle ‘adamlar yapmış’ deyip kendimizi aşağılamaya varan garip davranışlara sürükleniriz. Oysa biraz zorlasak gerçeği tüm çıplaklığı ile görmemiz mümkün. Bunları yaratan şey, doğudan taşınan ya da sömürülerek biriktirilen emektir, doğal zenginliklerdir.
Türkiye’nin doğusundan batısına gelirken gözle görülen değişimin nedeni de aynıdır. Tüm sermaye birikimleri yeniden değerlendirilmek üzere batıya doğru taşınır. Afrika’nın bazı bölgelerinin yoğun insan ve doğa sömürüsü ile tüketilip yok edildiğini izliyoruz. Ortadoğu da benzer bir durumda, daha doğuya gidersek Afganistan ve Pakistan’da da benzer süreçler yaşandığını görebiliriz.
Bu zenginliği yaratmak için, toprak altındaki petrol ve üstündeki tüm değerleri, ormanları, suları ve neyimiz kaldıysa onu alıyorlar. Yoksul halklardan, doğada yaşayan “dilsiz” canlılardan ve doğanın kendisinden söz ediyoruz. Tabi ki bu saldırılara maruz kalan bölgeden yani batının daha doğusundan söz ediyoruz. Bize kader olarak sunulmuş ve annemizden batı yerine doğuya düşmüş olmamızdan dolayı bu durumla yüz yüze olduğumuz algısına mahkûm edildik.
Şu an Ortadoğu’da yaşanan savaşlar ve masum halklara yönelik gerçekleşen katliamların asıl nedeni yine aynı şey, doğuda olanı batıya taşımak. Yani petrolü, gazı, suyu boruya ya da gemiye atıp bölgeden götürmek içindir tüm yaşananlar. Peki, bunu yapanlar kimler? Tabiiki batı ve onun doğudaki işbirlikçileri. Tarihte de hep aynı oldu yani hep işbirlikçiler vardı ve ait oldukları toprakların insanlarına ve doğasına her zaman ihanet eden işbiklikçi bulmak batılılar için hiç zor olmadı.
ABD’de, Londra’da, Brüksel’de pişirilip bölgeye taşınan şeyin ardındaki gerçek amaç mezhebi, ırki, dini birçok suni sorun yaratıp halkları birbirine kırdırıp tüm zenginliğe el koyup onu batıya taşımaktır. Taşınmak istenen şey yine petrol ve gaz, elbette bunların taşınması sürecinde emek sömürüsü üzerinden yarattıkları birikimleri batıya taşımaktalar. Güneşin doğudan doğarken topladıklarını batıya taşıdığını sakın sanmayın. Bu durum asla kader değil. Güneştir asıl olan!
Batı derken batıda yaşayan halkların da benzer sorunlarla boğuştuğunu elbette biliyoruz. Burada batı vurgumuz aynı zamanda emperyalist kapitalizmin kalelerinin buralarda olması nedeniyle bir metafor üzerinden vurgu yapmaya çabaladık. Batıda ya da doğuda nerede olursak olalım sorunumuz bu süreci durdurmaktır, yoksa sömürü akışını tersine çevirmek değil. Halkların kardeşliğinin kapitalist modernizmin çeperinde gerçekleşmeyeceğini, aksine emek, toprak ve su etrafında gerçekleşeceğini düşünmek ve biraz da buna inanmak zorundayız.
İnsan bedeninin ve doğanın kanı emiliyor. Petrolü, suyu ne bulurlarsa taşıyorlar. Nereye diye sormuyoruz, biliyoruz ki piramidin en tepesine. Taşırken dökülenleri de işbirlikçileri yerden topluyor. İşbirlikçilerinin topladıkları ise gidenlerden arta kalan halkların, hayvanların ve doğanın kanlı gözyaşları. Bütün bunlar yaşanırken bir gün petrol bitecek, su bitecek, toprak tuzlanıp kirlenecek ve o zaman biz ne yapacağız?
Tüm bu gerçekler yaşanırken biz doğu halklarını yeldeğirmenleriyle savaşa tutuşturup dini duygular körüklenerek esaret altında yaşamaya mahkum etmek muktedirlerin en kullanışlı argümanı. Bir yanda açlık ve sefalet diğer yanda doğal yaşam yerle bir edilip susuz bir geleceğe doğru itilmekteyiz. Bizleri sistem bekçisi olan dindar veya seküler gibi görünen iktidar ve muhalefetlerin kuyruğuna bağlama adımları hız kesmiyor.
Türkiye’de mevcut iktidarın yağma düzeni sürerken, bu düzene karşı gibi görünen bir muhalefet açlığın, yoksulluğun bataklığına itilen halkı türban meselesi üzerinden gündemden koparıp sisteme zarar vermeyecek bir tartışmanın içine çekmeye çalışıyor. AKP, Alevi açılımı adı altında girişimde bulunurken, CHP’nin ise türbana özgürlük bağlamında gündem oluşturması, sömürü ve yağmaya dayalı sistem ortaklığınının nasıl yürütüldüğünün önemli bir örneğini gösteriyorlar.
Yeter demek için gecikiyoruz. Ancak yapabileceklerimiz elbette var. Bu amaçla HDP, EMEP, TİP ve diğer 3 siyasi hareketin bir araya gelerek oluşturdukları mücadele platformuna sarılmak zorundayız. Yoksa ulaşacağımız yer açlığın ve esaretin girdabı olacak. Yeldeğirmenleriyle değil gerçek düşmanla mücadele etmek ve doğu halklarına giydirilmiş o köle gömleğini yırtıp parçalamak zorundayız.